Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: SOSYAL BİLİMLER
    Konu: Padişah


İslâm devlet hükümdarlarına verilen en yaygın unvanlardan. Bu unvan daha ziyade çok geniş topraklara sahip hükümdarlar için, Osmanlı Devleti`nde ise, hükümdarın örfî sıfatlarını ifade eden başlıca tabir olarak kullanılmıştır. Padişah unvanı, ilk devir Osmanlı tarihlerinde Osman ve Orhan beyler için kullanıldığı görülür. Ancak bu devirde Kastamonu ve Karaman beyleri için de padişah unvanı kullanılmıştır.
Osmanlı hükümdarları, Orhan Gaziden itibaren, İslâmi bir niteliği olan "sultan" unvanını da kullanmışlardır. Selçuklularda bir ananeyi devam ettiren ve devletin temelini kuran gazilere izafeten de "sultanü`l- guzal ve`l- mücahidin" (Mücahitlerin ve gazilerin sultani) lâkabını erken devirde isimleriyle beraber zikretmişlerdir. Bundan başka her hükümdar gazi olarak anılmıştır.
On dört ve on besinci yüzyıllarda Osmanlılar için daha çok en büyük hükümdar manasında "Hüdavendigâr" kullanıldı. Sultan Birinci Murat Han`ın unvanlarından olan Hüdavendigâr, Osmanlıların Anadolu`daki diğer beyler üzerinde hâkimiyet kurmaya başlamalarının bir işareti olarak kabul edilir.
Padişahın tuğra ve adını taşıyan belgelerin adı yanında mutlaka tek veya çok terkiplerden yapılan sıfatlar bulunurdu. Bunlar: Nisân-i şerîf-i âlışân, Mektûb-i meveddet-üslûp, Ahidnâme-i izzet-nümûn, Ahidnâme-i hümâyûn, Nâme-i hümâyûn-i izzet ve saâdet-meshûn, Nâme-i hümâyûn meserret-makrûn, Nâme-i hümâyûn-i izzet makrûn, îltifat-nâme-i pâdisâhî, Nâme-i şerîf, Hatt-i şerîf, Nâme-i saâdet-unvân, Hatt-i hümâyûn, Emr-i pâdisâhi, Emr-i şerîf, Hükm-i şerîf, Emr-i münîf-i vâcibül ittibâ`, Tevkî-i refî-i hümâyûn, Ahd-i şerif, Ahd-i hümâyûn, Fermân-i celîlülkadr, Fermân-i hümâyûn, Fermân-i beşâret-unvân.
Osmanlı padişahlarının çok mühim hallerde yazdıkları nâmelerde, yabancı hükümdarlara gönderdikleri ahitnamelerde; hâkimiyet ve salâhiyet sahalarını belirten unvanlar kullanılırdı. Bunlardan, Kanunî Sultan Süleyman Hân’ın 1553`de Leh kralına verilen ahidnâme-i hümâyûndaki unvan: (Ben ki Sultan-i salâtin-i zaman burhân-i havakin-i avân tâc-bahs-i husrevân-i cihan zillullâhi`1-meliki`l-mennân Akdeniz` in ve Karadeniz`in ve Rumeli`nin ve Anadolu`nun ve Sam ve Halep ve Karaman ve Rûm`un ve vilâyeti-i Dulkadriye`nin ve Diyârbekir`in ve Azerbaycan ve Van’ın ve Budun ve Tamisvar vilâyetlerinin ve Mısır’ın ve Mekke`nin ve Medîne`nin ve Kudüs` ün ve Halilü`r-Rahmânin külliyen diyâr-i Arabi’n ve Yemen`in ve Bağdat ve Basra ve Cezayir vilâyetlerinin ve dahi nice memleketlerin ki âbâ-i kiram ve ecdâd-i izamim -enârallâhü berâhinehüm- kuvvet-i kahire ile fetheyledikleri ve cenâb-i celâlet-meâbim dahi tig-i âtes-bâr simsîr-i zafernigârim ile fetheyledigim nice diyarın sultani ve pâdisâhi hazret-i Sultan Bâyezid oğlu Sultan Selim Hân oğlu Sultan Süleyman Şah Hân`ım"
Osmanlı padişahlarının örfî salâhiyetleri, İslâm hukukuna muhalif olmamak şartıyla, eski Türk telâkkileri ile Orta Doğudaki telâkkileri birleştirilerek ortaya konulan Osmanlı sentezidir. Kısaca Osmanlı padisahi, Osmanlı tarihinin bir mahsûlüdür. Fatih devri tarihçilerinden Dursun Beğ, Tarih-i Ebu`l-fetih adli eserinin girişinde, padişahların sahip olması gereken hususiyetleri, salâhiyetleri geniş şekilde açıklamaktadır.
İslâm Hukukunun tatbiki ve yayılması da, padisahin vazifeleri cümlesindendi. Buna bağlı olarak padişahların hâkimiyet sahası, İslâm Dîni ile sınırlandırılmıştı.
Osmanlı Devleti`nin tarihi boyunca İslâm Hukuku, devletin bütün icra faaliyetlerini murakabe etmiştir. Yapılacak bütün önemli isler, Şeyhü`I-İslam’ın fetvasına dayanılarak icra edilmiştir. Kanunî Sultan Süleyman Hân vefat ettiğinde devrindeki çeşitli konularda aldığı Şeyhü`l-İslâm Ebû Şuud efendinin fetvalarını beraberinde defnedilmesini istemiştir.
Osmanlı padişahlarına diğer imparatorlarda bulunan bazı fevkalâde özellikler verilmemiştir. Padişah, ne Japon imparatoru gibi Günesin oğlu, ne de Firavun gibi tanrı idi, sadece Allahü tealinin âciz bir kulu idi. Cuma namazlarından sonra padişaha "Gururlanma padisahim, senden büyük Allah var!" diye bağıran halk, ona âciz bir kul olduğunu hatırlatırdı. Tarih kitaplarında ve teşkilâtla alâkalı eserlerde, Padişahlığın Allahü teâlâ tarafından verilen çok mesuliyeti) büyük bir vazife olduğu belirtilirdi. Bu emanetin, ahaliye iyi muamele, orduya bakim, memleketin muhafazası ve Dîn-i İslâm` a hizmetle korunacağı yazılıdır.
Padişahların gelirleri ise başlıca iki kaynaktan gelirdi. İlki yapılan gazalardaki ganimetlerin beste biri idi. Bu gelir harplerin yapılamamaya başladığı devirlerden itibaren kesilmiştir. diğer önemli gelir kaynağı da kendilerine tahsis edilen haslardan elde edilenlerdi. Bu gelirler saray ve askerin masraflarına ve bayındırlık eserlerine haccedilirdi. Oturdukları saraylar ve eşyaları devlet mali idi. Padişahlar sadece tasarruf hakkına haizdiler.
Altı yüz seneden fazla Türklerin ve Müslümanlar`ın lideri durumunda olan padişahlık müessesesi,Türkiye Cumhuriyeti`nin kurulmasıyla ilga edilmiştir. 23 Nisan 1920`de padisahin yetkilerinin, Büyük Millet Meclisine devredildiği ilân edilmiş, 30 Ekim 1922 ve 2 Kasım 1922 tarihli Büyük Millet Meclisi kararları ile de padişahlık tamamen ilga edilerek, sadece halifelik Osmanlı ailesinin uhdesinde kalmıştır. 3 Mart 1924 tarihinde "Hilâfetin ilgası ve Hanedân-i Osmanî`nin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair kanun" ile de halifelik ilga edilerek, Osmanlı hanedanına mensup bütün aile fertleri yurt dışına çıkarılmıştır.
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |