Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: EDEBİYAT
    Konu: Yaban Romanında Kişilerin Tahlili


AHMET CELAL’İN BULUNDUĞU YERDEKİ TÜRK KÖYLÜSÜ
Medeniyetten uzak yaşarlar. Tıraş olmak, diş fırçalamak, okumak nedir bilmez; bütün bunları yapanları yadırgarlar. Hakkının daima yenilmiş olduğunu gördüğü için davacı olmaktan çekinir, ara sıra parlasa bile derhal söner.
Köylü artık muharebeden bıkmıştır ve harbe gitmek istememektedir. Zaman anlayışlarını kaybetmişlerdir.
Düğünleri bile kasvetlidir; davul, zurna, darbukayla yapılan oyunları ağırdır. Oynayana para atmak bir nevi itibar getirir. Yemekler düğünlerde büyük leğenlerle getirilir. Hep beraber aynı kaptan yenir. Köydeki çocuklar oyun nedir bilmezler, en ağır işleri görürler.
Ahmet Celal köy “Bir illet ve sakatlıklar yuvası” demiştir. Mehmet Ali’nin annesi topal, Bekir Çavuşun kızı Zehra kör, Salih Ağanın oğlu kamburdur ve kalçasında yumruk kadar ur vardır. Bunlardan başka birde cücesi vardır.
Ahmet Celal gönül verdiği Emineyi
güzel bir Van kedisine benzetirken İsmail’i sakat bir keçiye benzetir. Köydeki en tiksindirici manzaralardan biri de Bekir Çavuşun kör kızı Zehra’yı tarlada yalnız yakalayan kambur oğlanın kıza kötü bir şekilde musallat oluşudur.
Buradaki insanların milliyet duygusu asırlardan beri devam eden istila ve eşkıyalıklardan dolayı körleşmiştir. Düşmanın propagandasına inanarak köylerine girecek düşmanın kendilerine bir zararı olmayacağına inanacak kadar saftırlar. Milli duyguları yoktur, sadece Müslüman olduklarını bilirler.
Anadolu’da din adamlarının çoğu cahil kalmış ve yalnız kendi çıkarlarını düşünmüşlerdir. Hastalığın, cehaletin, zorbalığın elinde kalmış Türk köylüsü İstiklal Harbi karşısında heyecansız bulunmaktadır. Mehmet Ali gibi kişilerden oluşan köy gençlerinin çoğu askere gitmek istemez, Bekir Çavuş gibileri askerden kaçar bu durumda onlara Salih Ağa
ve imam gibi kişiler yol gösterir.
Yazar kabahatin onlarda olmayıp aydın kişilerde olduğunu savunur. Yaban sert bir tabiatın ortasında bilgisizliğin eline terkedilmiş olan her türlü yaşam seviyesinden mahrum, kaderi ile baş başa bırakılmış insanların kurtuluş çaresini arayan bir eserdir.
AHMET CELÂL
Celal paşanın oğludur. İstanbul’un güzel konaklarından birinde doğup parıltılı bir hayat yaşar. Çanakkale harbinde bulunur, İstanbul’un işgalinden sonra 32 yaşında emir eri Mehmet Ali’nin Porsuk çayı dolaylarındaki köyüne yerleşmiştir. Burada yalnızlığını unutacağını düşünür çünkü birinci dünya savaşının fertler üzerinde bıraktığı bedbinliği taşımaktadır.
Köyde dolaşırken sağ tarafından bir torba gibi sallanan, kesik kolu ile ilgilenmedikleri için onlara kinlenir. Çanakkale’den gelen bu eksikliğin Anadolu’da fark edilmesini ister fakat kimse aldırış etmez. Daha sonra fark eder ki burada sakatlık herkese mahsustur.
O Kurtuluş Savaşının bütün heyecanını ruhunda taşıyan bir aydındır. Bütün ümidi Mustafa Kemaldedir. İstanbul gazetelerinden, kasabaya gelen muhtardan, köye gelen memurdan savaşla ilgili haberleri almaya çalışır. Ahmet Celal harp görmüş heyecanlı, milliyetçi bir aydındır.
Ahmet Celal köylülere göre “YABAN”dır. Konuşması, tavırları, giyimi, düşünceleri, onların dünyalarının dışındadır. Kafasındaki acılardan kurtulmak için Mehmet Ali’nin köyüne gelmiş, köylülerin arasına katılarak kendini yenilemeyi ummuştur:”Bir köylü nasıl yaşarsa öyle yaşayacaktım. Tamamıyla onlara karışacaktım.” Ama çok geçmeden yabanlığın bir yazgı olduğunu anlar:”Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak... haydi bunların hepsini yapayım fakat nasıl onlar gibi düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim?”
Aralarındaki bu uçurum zamanla daha da açılır. Nedeni, köylünün Kurtuluş Savaşı karşısındaki tutumudur. Ahmet Celal ilk defa savaştan söz açıp düşmanın İzmir’ aldığını, yurdun işgal edilmekte olduğunu söylediği zaman köylüler bu konuya bile ilgi göstermezler. Onlar Mustafa Kemal kuvvetlerine karşı bir tutum içine girmektedirler. Çünkü düşmanın halife adına onları Mustafa Kemal’den kurtarmaya geldiğine ve Avrupa denen bir kraliçenin de savaştan sonra İslam dinini kabul edeceği yolunda işlenen propagandaya inanmışlardır. Ahmet Celali çileden çıkaran köylünün bu tutumudur. Onlara karşı duygusu nefret ve tiksintidir.
Düşmanın köye girmesi bile durumu düzeltmez, tersine “felaket bile bizi birleştiremedi. Aramızdaki uçurumu derinleştirdi.” der.
Bu köyde iki şey hayat ve canlılık, güzellik ve sevgi simgesidir: yeşil ağaç ve berrak su. Ahmet Celal aşık olduğu Emine ye rastlar ve onun için “çölde bir vaha” tasvirini yapar. Maalesef aşkına karşılık bulamaz. Daha sonra Emine ile İsmail’in bu yaşayan güzel yeşil dalın kemirilip kurutulmasına benzetir.
Ahmet Celal köydeki kendi durumunu buraya umutlarla gelişini ve hayal kırıklıklarını anlatırken “burada bir ağaç gibi kurumaya mahkum oldum” der.
Romanın sonunda ise geçmiş olan hayatını düşünen Ahmet Celal’de harcanmış olan bir neslin hayal kırıklığı vardır. Ona her şeyden acı gelen bütün bir ömrün boş yere akıp gittiğini görmek olur.
Yabanda cihan harbini görmüş ve İstiklal harbine katılmış nesli temsil eden Ahmet Celal Kiralık Konakta nasıl nasıl değiştiğini gözlemlediğimiz
Hakkı Celis neslindendir. Bu nesilde milliyetçilik emperyalistlerin yurdu işgalleri ile şuurlu bir hale gelir.
SALİH AĞA
Köyün en zengin adamlarından birisidir, ama kılık kıyafet itibariyle bir dilenciden farkı yoktur. Ökçesi basık pabucunun içinden çatlak topukları ortadadır.
Bütün köy halkını nüfuzu altına almıştır. Kadı ile beraber köylünün topraklarını ellerinden alan her türlü iktisadi otoritesi ile köylüyü ezen bir zorbadır. Köyün işgali sırasında menfaat sağlamak düşmana yol göstererek onlardan yazı alarak son düşman işgalinde kendini koruyacak kadar milli duygulardan yoksun bir insandır.
MEHMET ALİ
Ahmet Asker olmadan önceki haline dönmüştür, aldığı talim- Celal’in eski askeridir. Onu köyüne götürür. Köye geldikleri günden itibaren Ahmet Celal başka bir Mehmet Aliyle tanışır. terbiye bir anda kaybolmuştur. Tamamıyla köylüler gibi davranmaya başlar, askerlikten kaçmayı düşünür.
BEKİR ÇAVUŞ
Bir dönem savaşta bulunduğu için Ahmet Celal’in anlattıklarına yorum getirmese bile onu dinleyen tek kişidir. Ama o da diğer köylüler gibi savaşa duyarsızdır. Harbe katılmış bir insan olmasına rağmen Türk ile Müslüman’ı birbirinden ayırmakta ve kendilerinin Türk değil Müslüman olduğunu söylemektedir.

ŞEYH YUSUF
Köye gelmesi olağanüstü bir hadisedir. Herkes işi gücü bırakır, evlerde toplanıp onu dinler. Köylülerce muhterem bir adamdır. Hastalara bakar, üfler, nasihat veriri. Başı sıkıntıda olanları selamete çıkarır. Her yıl köye gelir köylülerden hediyeler alır. Ahmet Celal için bu Türk şeyhinin İstanbul’daki İngiliz zabitlerinden farkı yoktur.
SÜLEYMAN
Karısının yanında boynu bükük, itaatli, kılıbık ve karısının yaptığı her türlü ahlaksızlığı görmezden gelen bir karakter sergilemektedir. Hakaretleri sineye çeken bütün olanlara rağmen karısına aşık ve onun her söylediğine inanan bir kişidir, bu sebepten dolayı zaman zaman köy halkı tarafından eleştirilmektedir.
CENNET
Süleyman’ın karısıdır. Yaptığı her kötülükte ve
ahlaksızlıkta üste çıkıp sanki hiç bir şey olmamış gibi taşkınlık yaparak onu çok seven kocasını sürekli her yerde sözleriyle ve davranışlarıyla aşağılayıp onun iyi niyetini istismar etmektedir.
İSMAİL
Mehmet Ali’nin kardeşidir. Köye ilk geldiği günden beri Ahmet Celalden uzak duran diğer köy çocukları gibi çocukluğundan bir şey anlamayıp sürekli ağır işlerde çalışır. Onu ilk gördüğünde Ahmet Celal üzerinde cüce etkisi bırakan biraz büyümeye başladığı zaman sinsi davranışlarıyla ve Ahmet Celal’in aşık olduğu kızı elinden almasıyla köyde en çok nefret ettiği kişi olmuştur.
ZEYNEP KADIN
Mehmet Ali’nin annesidir, tipik bir Anadolu kadınıdır. Yerine göre çok katı, sinirlendiği zaman ne yapacağı belli olmayan bir karakter sergilemektedir.
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |