|
1. ÖNSÖZ Yaban, yazarın en ünlü romanıdır. Romanda, Yaban diye adlandırılan Ahmet Celal`in Türk köyü ve köylüsü hakkındaki görüşleri yer almaktadır. Olayın geçtiği yer Porsuk Çayı dolaylarındaki bir Türk köyüdür. Konu halk-aydın kopukluğunu ele aldığı ve Kurtuluş savaşı dönemindeki köyü yansıttığı için çok önemlidir. Bu tezi yazmamdaki amacım Karaosmanoğlu`nun köylüye karşı tutumunun nedenini açıklamaya çalışmak, hem de bu tutumu dile getirirken, romanın etkili olmasını nasıl sağladığını, ne gibi yollara başvurduğunu araştırmak. İlk defa 1932`de basılan kitap o tarihten beri 23 baskı yapmıştır. Kapak resmi Ferit Erkman`a aittir. 1942`de Cumhuriyet Halk Partisi`nin açtığı roman yarışmasında ikincilik ödülü aldı. 2. YAKUP KADRI KARAOSMANOĞLU`NUN HAYATI VE EDEBI KISILIGI Yirminci yüzyıl edebiyatının büyük romancısı 27 Mart 1889`da Kahire`de doğdu. Manisa’nın tanınmış bir ailesi olan Karaosmanoğulları`ndan Abdülkadir Bey`in oğludur. Ortaokul ikinci sınıfına kadar Manisa`da okudu. 1903`de İzmir İdadisi’ne (Lisesi`ne) girdi. Sonra ailesiyle birlikte gittiği Mısır’da, Fransız Koleji’ne devam etti (1906-1908). İstanbul’a gelerek Fecr-i Ati topluluğuna katildi (1909). Bir yandan gazete ve dergilere makale ve hikayeler yazıyor, öte yandan edebiyat ve felsefe öğretmenliği yapıyordu (1910-1917). Kurtuluş savaşı yıllarında Anadolu`ya geçti. Sakarya’yı, Batı Cephesi`ni dolaştı. Zafer sonu Mardin ve Manisa`dan birkaç kere milletvekili seçildi. Aylık fikir dergisi "Kadroyu" çıkardı (1932-1934). Sırasıyla Tiran, Prag, Lahey, Bern elçiliklerinde bulundu (1934-1942). Emekliye ayrıldıktan sonra, verimli bir yazı hayatına atıldı. Ulus gazetesi başyazarı, Kurucu Meclis üyesi oldu. Manisa milletvekilliği yaptı (1961-1965). Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanlığı (1965-1974) görevinin yanı sıra yazarlığını sürdürürken Ankara`da öldü (13 Aralık 1974). İstanbul’da Beşiktaş’taki Yahya Efendi mezarlığında annesinin yanında toprağa verildi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu eserlerinde Türk toplumunun Tanzimat`tan Atatürk Türkiye’si dönemlerindeki yaşantısını iyi şekilde yansıtan, hikaye, makale ve roman yazarımızdır. Anlatımında kendine özgü bir sanatçı olarak tanınmıştır. Romanlarında birbirini tamamlayan bireysel ve toplumsal hayat zinciri tasvir edilir. Yapıtlarında çoğunlukla, içinde yaşadığı toplumun sorunları üstünde düşünür. Anadolucu, Atatürkçü, Devletçi, Laik bir görüş içerisindedir. Romanlarındaki tiplerin çoğu, iç dünyaları zengin, kötümser, düzensizlik kurbanı, törelere, geleneklere bağlı kişilerdir. Çözümlemeci, tasvirci, fikir ve tezci yönleri derhal dikkati çeker. Servet-i Fûnûn etkisiyle ağırlasan ilk dili, ulusal edebiyat akimini benimsedikten sonra berraklaşır. Şiir, deneme, makale, ani, monografi, hikaye, tiyatro ve roman türlerinde yazmıştır. (1) Yakup Kadri`nin sanat anlayışında iki dönem vardır. Birinci dönemde, yazar "Edebiyat-i Cedide "den "Fecr-i Ati"ye geçen "Sanat,sanat içindir" ilkesini benimsemiştir. İkinci dönemde (1916`dan sonra), toplumsal olayların etkisiyle, topluma yönelmiş, "Sanat, toplumun malidir" görüsüne ulaşmıştır. Bu dönemde yazdığı hikayelerinde, çoğunlukla, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili gözlemlerinden yararlanmıştır.(1) Romanları: Kiralık Konak, Nur Baba (1922), Hüküm Gecesi (1927), Sodom ve Gomore (1928), Yaban (1932), Ankara (1934), Bir Sürgün (1937), Panorama (1954) Hikayeleri: Bir Serencam (1913), Rahmet (1922), Milli Savaş Hikayeleri (1947) Çeşitli Makaleleri: İzmir’den Bursa`ya, Kadınlık ve Kadınlarımız, Seçme Yazılar ve Ergenekon. Oyunları: Nirvana, Veda, Sağanak ve Mağara’dır. Mensur Şiirleri: Erenlerin Bağından ve Okun Ucundan`dır. (1) Cevdet Kudret, Türk edebiyatında hikaye ve roman s,103 3."YABAN" ROMANININ ÖZETI Yakup Kadri Karaosmanoğlu romancı kişiliğinin en güçlü aşamasını "Yaban" romanı ile vurgular. Romanın ana konusu Kurtuluş Savaşı dönemindeki köy gerçeğiyle bir Türk aydınının karşı karşıya gelmesidir. Romanın kahramanı Ahmet Celal, Çanakkale`de aldığı bir kursun yarasıyla sağ kolunu kaybeder. Harp malulü bir gazi olarak yapayalnızdır. İstanbul’un işgali üzerine hizmet eri Mehmet Ali`nin Porsuk çayı yöresindeki köyüne gider. Şehirden her gün gazete getirterek coşkuyla Savaşı izler. Fırsat buldukça köylülere durumun önemini anlatır. Köylüler ağalarına bağlıdırlar. Onun yalan yanlış sözlerinin etkisiyle Ahmet Celal`i dinlemezler. O köyde umduğu yakınlığı bulamaz. Köylülere göre Ahmet Celal bir yabandır. Konuşması, tavırları, giyimi, düşünceleri, duyarlığıyla onların dünyalarının dışındadır. Kafasındaki, benliğindeki acılardan kurtulmak için buraya gelmiştir. Ama olaylar bunun olanaksız olduğunu gösterir. İlk günden beri köye uyum sağlamaya çalışır. Fakat nedenini bilmediği etkenlerden dolayı uyum sağlayamaz. M. Ali’ye göre bunun sebebi, her gün tıraş olmak, bu dağın başında sabah aksam diş fırçalamak, saç taramak ve geceleri kitap okumaktır. Ama bunlar A.Celal`in tutkularıdır. Ahmet Celal`in bu ilk defa Türk köylüsüyle karşı karşıya gelmesidir. Yoksulluk, cahillik ve pislik içerisinde yüzen köylülerimizin yürekler acısı durumuyla adeta şoke olur. Çıplak doğanın ortasındaki bu köyde herkes, çıkarcı Salih Aga`nın buyruğu altındadır. O ne derse olur. Yıllar yılı emek verdiği hizmet eri Mehmet Ali bile subayına değil, ağasına inanır. Mehmet Ali`nin anası Zeynep Kadın ile kardeşi İsmail, Ahmet Celal`in bulabildiği dostlarıdır. Ailenin reisi olan Zeynep Kadın, zor koşullarda bile bir meşe kütüğü kadar sağlamdır. İsmail yaşına göre daha çocuksu ve cüce görünüşlüdür. Bütün bu olumsuz durumlara üzülen genç Subay bunalım geçirir. Hava almak için çıktığı bir günde komşu köyden bir kıza elinde olmayarak aşık olur. Bu askını Donkişot ile Dulcine`ye benzetir. Köyde Mustafa Kemal`in açtığı Kurtuluş Savaşını anlatmaya çalışan Ahmet Celal`a kimse inanmaz. Köy halkı başka anlayış içindedir. Her yıl köye gelen Şeyh Yusuf`un zehirli düşünceleri, köylünün inançları olur. Ahmet Celal, okumuş ile okumamış insanlar arasındaki o derin uçurumu tüm çıplaklığı ile yaşar. Anadolu`nun yüzyıllar boyunca ihmal edilmişliğini anlar. Her gün olup bitenleri ani defterine yazar. Öte yandan, Yunanlılar köyleri yağmalar, ateşe verir, halka işkence ederler. Bir gün Ahmet Celal`in bulunduğu köye girerler. Köylüler kaçarak dereye gizlenirler. Ahmet Celal ise, her şeye karşın, Türk askerlerinin geleceğine ve Zaferin onlardan yana olacağına inanır. Düşman onları kolaylıkla bulur, yakalayıp köy meydanında öldürür. Ahmet Celal ile Emine de vardır aralarında. Genç subay, bir ara, karışıklıktan yararlanarak Emine`nin elini tutar, birlikte koşmaya başlarlar. Düşman ateş açar, ikisi de yaralanırlar. Zorlukla köyün mezarlığına ulaşırlar. Orada sabaha kadar beklerler. Ertesi gün yola çıkacaklardır. Fakat Emine yürüyecek halde değildir yarası ağırdır. Ahmet Celal yazdığı bir defteri kızın eline sıkıştırır. Bilinmeyen bir geleceğe doğru umutsuzca yürür gider. 4. ROMANDA KISILER VE ÖZELLIKLERI Ahmet Celal: Birinci Dünya Savaşında bir kolunu kaybeder ve Mehmet Ali`nin isteği üzerine onun köyüne yerleşir. Bütün köye tek başına karşı koyan güçlü bir karakter olarak karşımıza çıkar. Ahmet Celal köylüleri kendine alıştırmak istese bile, köyde umduğu yakınlığı bulamaz. İyi bir kişiliğe sahip olan Ahmet Celal İstanbul’da okumuş ve şehir terbiyesi almış birisidir. Köylüler tarafından dışlanınca üzülür ve bunalım geçirir. Ahmet Celal`in akli fikri Kurtuluş Savaşındadır.(2) Kurtuluş Savaşı karşısındaki duyarlığı anılarına, dünya görüsüne bağlı olarak verilirken, bireysel durumları, yalnızlığı, içine kapanışı dengeli ruhsal çözümlerle yansıtılır.(2) Salih Aga: Köyün en zengin adamlarından biridir ve köyün ağasıdır. Kılık kıyafeti ile bir dilenciden farkı yoktur. Kara çatlak topuklu ayakları ile dikkati çeken Salih Aga çok kurnaz birisidir. Köyü adeta sömürür ve Zeynep Kadının tarlasına el koymak ister. Bütün köy halkını emri ve nüfuzu altına almıştır ki köyde herkes ne yapacağına Salih Aga`ya sorar. Çıkarları yüzünden düşmana yardımcı olan Salih Aga köy halkını kaderleriyle baş başa bırakır. Mehmet Ali: Dört yıldan beri hep Ahmet Celal`in yanında kalmasına rağmen, köyde köylüden farkı yoktur. Askerde uyumlu ve subayına bağlı olan Mehmet Ali köye geldikten sonra karakter olarak değişmiştir. Bu gözlem Ahmet Celal`i şu doğruyu saptamaya götürecektir. "Talim terbiye iyi örnek, bunların hepsi geçici şeylerdir. Ve çevre değiştirmedikçe, insan yetişmesine imkan yoktur." Mehmet Ali`nin sert tavırları, onun gittiği yere uyum göstermesi baslıca karakteridir. Bekir Çavuş: Daha önce askerlik yapmış olduğu için Ahmet Celalce öbür köylülerden bir karış daha yakındır. Konuşmalarıyla iyimser ve cahil olması göze çarpar. Düşünce yapısıyla köylülerden farklı olmadığı izlenimi veriyor. Emine: Tipik bir Türk kızı. Ahmet Celal`a biraz sevgi göstermesine rağmen Mehmet Ali`nin kardeşi İsmail ile evlenmiştir. Bunun sebebi ise onun da köylüler gibi düşünmesidir ve Ahmet Celal`i yaban olarak adlandırmasıdır. Köyün en güzel kızlarından olan Emine zarifliği ve utangaçlığı ile Ahmet Celal`in ilgisini çekmiştir. Cahilliği ve bilgisizliğiyle ne yapacağını bilemeyen Emine, halasına bağlı birisidir. (2) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, s, 276 5. ROMANDA YER VE ZAMAN "Yaban"da zaman olarak 1.Dünya Savaşı’nın bitiminden (1918) Sakarya Zaferinin kazanılışına kadar (1922) olan süre alınır. Romanlarda genel olarak üç türlü zaman kullanımı vardır. İleriye sıçramalı zaman kullanımı 2. Geriye sıçramalı zaman kullanımı 3. Kozmik zaman kullanımı. "Yaban"da ileriye sıçramalı zaman kullanılmıştır. Bu süre 1918`den 1922`ye kadar olduğu için ileriye dönük denmiştir. Roman, ani biçiminde yazılmıştır. Yazar eserini Kurtuluş Savaşı sıralarında, Haymana ovasının ortasında Porsuk çayı kıyısındaki bir Anadolu köyünde yerleşen Ahmet Celal`in ani defteri olarak sunar. Nedeni bilinmemekle birlikte, köyün adi verilmemektedir. Giriş bölümünde bunu söyle anlatır: (3) Garp Cephesi Kumandanlığının gönderdiği "Tedkik-i Mezalim Heyeti" o viranelerde, taslar altında kömürleşmiş insan kemiklerini araştırırken bu kitabi teşkil eden yazıları, ortasından yırtılmış ve kenarları yanmış bir defter halinde buldu.(3) (3) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, s, 29 6. ROMANDA DIL VE ÖZELLIKLERI Yazarın dili zamanına göre bir aydın dilidir. Sonradan sadeleştirerek Anadolu insaninin anlayabileceği düzeye getirmiştir. Bugün bile kitabin içinde kullanılmayan eski yabancı kökenli sözcükler vardır. Ama bu ilk yazıldığındaki kadar değildir. Sıradan bir kişi de bunu kolayca anlayabilir. Sık sık tasvirlerde uzun cümleler kullanmıştır. "Onun, çok kere, küçük boz eşeğin taşıyamadığı en ağır yükleri alnından bir damla ter akmadan dimdik taşıdığını görmüş ve tarlada, saatlerce belini doğrultmaksızın çalıştığına da şahit olmuşumdur. " -"Zeynep kadın, bir gün, bir komşu kavgasında, paylaşılmayan bir kocaman dibek taşını, huşunetle teperek bir hamlede yere devirmişti. " Yazar gene örneklerde de görüldüğü gibi sık sık virgül işaretleri kullanmıştır. Yakup Kadri, kişilerini verirken kaba bir tasvire girmez. Ayrıntılar titizlikle seçilmiş, anlatılan kişiyi yansıtacak en tipik çizgiler kullanılmıştır. Kişilerinin dış görünümüyle ilgili ayrıntılarından çok, kişiliklerinin dışa vurumu olan davranışlar anlatılmıştır. Şeyh Yusuf, Süleyman, Cennet gibi yan kişiler zaman zaman tanıtılırken, serüvenleri islenir. Yapıtın genel bütünlüğüne bir canlılık kazandırırlar ve olay örgüsünü zedelemezler. (4) Çok başarılı tasvirlerin yer yer yazarın başka bir romanı olan "Erenlerin Bağı"nı hatırlatan ateşli, coşkun bölümlerin ve keskin ruh tahlillerinin bulunduğu eser, dünya edebiyat aleminin de dikkatini çekti. Alman basınında Yaban için su yazılmıştı: "Bu tasvir, sarsıcı ve ihtiraslı bir realistliktir. Ve kül renkli atmosfer o kadar içe giren bir güçle şekillendirilmiştir ki, insan adeta azap duymaya başladığı zaman bile okumağa devam etmekten kendisini alamıyor. Bu çok enteresan romanın üslubu ve yapısı bıçak kadar keskin bir zekanın hakim olduğu şarklı bir hikaye sanatıyla Avrupai kültür değerlerinin çok orijinal bir karışımını veriyorlar." (4) Yakup Kadri ,Edebiyat-i Cedide dilinin etkisiyle yabancı sözcüklere ve yabancı dil kurallarına epey yer vermekle birlikte, 1.Dünya Savaşı içinde kendine özgü bir üslup geliştirmiştir. Yukarda da belirttiğimiz gibi yazar kendi sağlığında, kendisi Yaban`ı 11 inci baskısından itibaren sadeleştirmiştir. Tasvir sanatını ustaca kullanmıştır. "Askerlerin hepsi, toza toprağa bulanmış derileri güneşten paslı bakıra dönmüş, sakalları diken diken uzamış, üst bas perişan bir haldeydi. Tam bir bozgun askeri!" Benzetme sanatını da iyi bir şekilde kullanmıştır. Yukarda ki örnek tümcede bunu rahatlıkla görebiliriz. (4) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, s, 292 7. YABAN`IN TÜRK EDEBIYATI IÇINDEKI YERI (5) "Yaban" gerek Yakup Kadrinin romanları içinde, gerekse Türk edebiyatı tarihi açısından ayrı bir önem taşır. Yayımlandığı yıldan bu yana da en çok tartışılan ve yazarını yücelten romanların başında gelir. Bu, hem Türkiye tarihinin belli bir dönemine tanıklık etmesinden, hem de bir tez romanı olmasındadır. Nitekim ne zaman halk-aydın kopukluğundan söz edilse akla hemen "Yaban" gelecektir. (5) Önceleri, başından beri kurtuluş savaşını destekleyen, saygınlığını koruyan, romancılığını kanıtlamış bir yazarın ürünü olduğu için övgüyle karşılanmıştır. Getirdiği eleştirideki doğruluk vurgulanır. Ama çok geçmeden Türk köylüsünü yanlış tanıttığı, gerçekleri çarpıttığı öne sürülecektir. Bu yargı aradan on yıl geçtikten sonra geçersizleşir. Yaban 1942 de açılan CHP Roman Mükafatında yayımlandıktan on yıl sonra Sinekli Bakkal`ın ardından ikinci gelir. Yaban Yakup Kadrinin yazdığı romanlar arasından köye yönelik tek eseridir. Konusu açısından düşünüldüğünde diğer romanlardan farklıdır. Ama Yaban sanatçının romanlarının oluşturduğu bir zincirdir. Bir Sürgün, Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban ve Ankara Türkiye’nin son yetmiş yıllık döneminde yazılmış geniş bir yapıtlar topluluğudur. Örneklerde gördüğümüz gibi Yazar realist olduğunu kanıtlayabilmiştir. Roman`ın yazıldığı yıllara bakarsak bu bir başarıdır. Türk Edebiyatı’nda yazılan ilk gerçekçi, köy sorunlarına cesaretle eğilebilen romanlardan biri de Yaban`dır. Bu roman mevsimlik değildir ve tazeliğini, gerçekçiliğini koruyan bir eserdir. Yakup Kadri`nin köye ve köylüye yaklaşımı daha farklıdır. Ona göre bu insanların sanki savaşla hiç alakaları yok gibidir. "Askere çağrılma" olayı olunca savaşla ilgilenirler. Milli Mücadeleye karşı köylülerin tavrıyla Ahmet Celal`in tavrı birbirinin tam karşıtıdır. Bozgundan sonra geri çekilen düşman askerlerinin yaptıkları zülüm bile tepkiye yol açmaz. Köy halkı bu durumu hoşgörüyle kabullenir. Bir kolunu onlar için veren Ahmet Celal ise deliye dönecektir. Coşkun bölümlerin ve ilginç anlatımların bulunduğu eser, dünya edebiyat aleminin de dikkatini çekti. Önce Max Schults tarafından Almanca’ya, sonra Alessandra Scalar tarafından "Terra Madrique" adıyla İtalyanca’ya çevrildi. (6) Vedat Nedim Tör gerçeği dile Getirdiği için Y.Kadri`yi alkışlar. Bu romanda köy ve köylü çevresinde örülen "edebiyat maskesinin" alaşağı edildiğini belirterek Türk sanatçısına toplumsal bir görev yükler.(6) (5) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, s, 13 (6) Vedat Nedim Tör, Kadro s,16,Nisan 1933 (7) "Bu romanda, yıllar yılı yüzüstü bırakılmış olan köylü ile aydın arasındaki uçurum gösterilmek istenmiştir." 8.ROMAN`IN ELESTIRISI VE DEGERLENDIRMESI Romanda belirtildiğine göre, şehirden gelmiş her aydın, köylü için bir "Yaban"dır. Eserin birçok yerlerinde yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere köylü-aydın ilişkisi üzerine, roman sinirini aşıp makale sınırına giren ve yazarın kişiliğini açıkça ortaya koyan sahifeler vardır. yazarın deyimiyle "hikayeyi bölük pörçük eden bu feryadımsı hutbeler" ve bu çeşit olaylarla Yaban`ın hemen her tarafı tıklım tıklım doludur. Bu tutum, realist bir eserde, roman tekniği bakımından bağışlanamayacak önemli bir kusurdur.(7) Ahmet Celal köylülerle kaynaşıp kendini yenilemek istemektedir. "Onlar gibi olmak, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak. Haydi bunların hepsini yapayım. Fakat onlar gibi nasıl düşünebilirim? gibi sorularla bunun bir yerde imkansız olduğunu vurgular. Kişi ile toplum arasındaki uyum tek dış görünüşle olmaz. Kişi düşünce ve hissetme yönüyle ayni olmalıdır. romanın tezine bu açıdan bakılınca değişik bir vurgulama ortaya çıkıyor. aydın ile köylü arasındaki uzaklığın romanın tezi olduğunu ileri süren eleştirmenler, bu kopukluğu, Osmanlı döneminde olduğu gibi, yalnızca kültür ikileşmesinden doğan bir kopukluk gibi görüyorlar. Karaosmanoğlu bunu da dile getiriyor kuskusuz, ama Yabanda vurgulanan karşıtlık, vatani kurtarmak için savaşan ilerici aydınlarla kurtuluş Savaşı’na inanmayan gerici köylüler arasındadır. Ahmet Celal ile köylüleri ayrı dünyaların insani yapan, okumuş kentli ile cahil köylü arasındaki farklı tutumlardır. Ne diyor Ahmet Celal? "Türk entelektüeli yedi devlete harp açmıştır. Türkiye`nin karanlık semalarında Mustafa Kemal adi bir şafak yıldızı gibi parlıyor. Bunun etrafında bazı peykler beliriyor, fakat inanılacak şey değil. Ben Savaşı istemeyenlerin arasında yaşıyorum. " s(103-104) "Vatan delisi, millet divanesi" Ahmet Celal`in köylüler arasında böylesine yapayalnız kalmasının nedeni onlarla paylaşamadığı bu idealdir. Durmadan bu temayı isler Karaosmanoğlu. Daha önce askerlik yapmış olduğu için Ahmet Celal`a bir karış daha yakın olan Bekir Çavuş ile de aralarında şöyle bir konuşma geçer örneğin: -Biliyorum beyim sen de onlardansın emme. -Onlar kim? -Aha, Kemal Paşadan yana olanlar -İnsan Türk olur da, nasıl Kemal Paşadan yana olmaz? -Biz Türk değiliz ki, beyim. -Ya nesiniz? -Biz İslamız. Elhamdülillah... O senin dediklerin Haymana’da yaşarlar. (s 200-201) Gerçi savaşta dövüşenler, ölenler yine bu köylülerdir, ama onlar aydın subayların yönettiği bilinçsiz bir sürüdür. Ahmet Celal`a göre, yedi devlete savaş açmış milliyetçi aydınlar var, ama gerçek millet yok. Onun için zafer kazanılırsa bile köylülerin değil de, toprakların kurtulacağını söylüyor. (7) Cevdet Kudret, Türk edebiyatında hikaye ve roman,s,166 Mustafa Kemal ve Yandaşları Kurtuluş Savaşı sırasında kurtarıcılık görevini üstlenmişlerdir. Karşılarında, onlara ve ulusa değil, İstanbul’da halifeye inanan kitle vardır. Köy halkı gazete okumadığı ve dış dünyadan haber alamadığı için Mustafa Kemal`i tanımıyor. Ahmet Celal köyden geçen Kemalist subaylardan söz ederken "Bunlar bir ordunun alelade subayları olmaktan ziyade yeni bir mezhebin öncüleri gibidir" der. Ahmet Celal`in kendisi de bir Kemalist değil mi? Ona inanmayanlar gibi onu düşman belleyip linç edecek hale gelmemiş midir? Ama Isa kendisini çarmıha gerenleri bağışlar çünkü onlar ne yaptıklarını bilemiyorlar." Ahmet Celal`da, düşman köyü yakıp yıkarken, o "mahşer gününde" köylüleri bağışladığını söyler çünkü "bunların hiçbiri ne yaptığını bilmiyor." Romanın hemen hemen yarısından itibaren savaşla ilgili haberler, konuşmalar ve olaylar ön plana çıkarken buna koşut olarak Ahmet Celal ile köylüler arasındaki ilişkinin niteliğinde bir değişiklik göze çarpar. Türk köylüsü aydını yadırgıyor ve ona yaban! diyor. Çünkü bu iki insan arasında asırların açtığı ve henüz kapanmayan korkunç bir uçurum vardır. Bu ayrılık onların dillerini, itikatlarını ve görenek tarzlarını da birbirinden ayırmıştır. Türk aydınına gelince: O da Türk köylüsünü tanımıyor. Çünkü bu kalabalık asırlardan beri tabiatın ortasında köylüyü unutmuştur. (8) Dişinden, tırnağından artırarak beslediği, hükümetin sıhhati için doktorundan, ahlak ve imanı için mualliminden, bakımsız toprakları için ziraatçısından ve hayvanları için baytarından, yollarından, elektriğinden ve suyundan istifade edememiş ise kabahat kimin? Köylünün, duygusu basit, düşüncesi geri, dili işlenmemiş ise onu bu halde bırakmış olarak suç şehirlinin değil midir?(8) Bütün yukarıdaki saydığımız şeylerden yoksun olan köylünün şehirliden farklı olacağı kesin. Aydınlar bu köylü kitlesi için ne yaptı? Yıllarca köylüden faydalanarak ve onu dağ başında yalnız bıraktıktan sonra simdi ne bekleyebilir. 1920 döneminde Türkiye 1.Dünya Savaşından çıktıktan sonra Kurtuluş Mücadelesi`ni başlattığı zaman halk yorgun ve bitkin idi. Millet savaş istemiyordu, tarafsız kalmak onlar için hayat mücadelesi idi. Geri kalmışlığın ve Ahmet Celal`i dışlamaları o dönemde normal bir davranış olarak karşılanır. Çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlardı ve köylüler kendi aralarında yapı itibarıyla fazla gelişemediler. Köylerde okul olmadığı için insanlar okuyamıyor ve yazamıyordu. Eser, Milli Mücadeledeki köyü, kötü ve eksiksiz tarafları ile karşımıza getirirken, Türk köylüsü biraz abartılmıştır. O dönemdeki köylülerin sosyal ve psikolojik yapıları ihmal edilmiştir. Çatlak ve sabırlı dudakları, güneşten yanmış uzun çehresi ve rengini atmış saçları ile köylü yabancı istilaya karşı kin ve nefret içerisinde idi. Memleketteki sosyal ilerleyişin bir sonucu olarak, köylüler yavaş yavaş memlekete özlem duymaya başlamışlardı. (8) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, s,274 Yakup Kadri’nin (Yaban), 1923`de yazılsaydı belki yakılabilirdi. Fakat on yıl sonra, Karaosmanoğlu`nun coşkun bir içtenlikle desteklediği devrimlerin yapıldığı yıllardır. Geleneklerine ve İslam İdeolojisine bağlı Anadolu halkı ve köylüsü bu devrimleri benimsemiş değildir. Barbarların Yıktığı Köyler Ahalisine adli ve 1922 tarihli köy hakkındaki yazıda söz konusu köylü, Karaosmanoğlu`nun gidip gördüğü ve acısına saygı duyduğu köylüdür. Yabandaki köylü ise 1932 yılındaki Kadrocu Karaosmanoğlu`nun düşündüğü ve her şeyin önce tutuculuğu ve gericiliğin kaynağı olarak gördüğü Anadolu köylüsüdür. 9. SONUÇ Bu tezin amacı köylü ile aydın arasındaki uçurumu Kurtuluş Savaşı gerçeği içinde dile getirmektir. Kurtuluş savaşını o sıcaklığı ile anlatan romanda kişiler rollerinde uygundur. Zaman kullanımı Türk romanlarında en çok gördüğümüz ileriye dönük bir zaman kullanımıdır. Olay örgüsü klasik roman türü içinde belli düğümlerle birbirine iyi bir şekilde bağlanmış bir romandır. Bu eserde şehirliye karşı düşmanlık hisleriyle dolu köylülerin hayati vardır. Bu güzel denilebilecek hiç bir hareketi, hiçbir sanatı yoktur. Yaban`ın bize tarif ve tasvir ettiği köylü, Orta Anadolu`nun bağrı yanık topraklarında kavrulup kalmış bir tek köyün halkıdır. Fakat Yaban`ı okuyan yabancılar ve hatta bir çok şehir insanları diğer köylülerimizin de böyle olmadığını bu eserin neresinden anlayabileceklerdir? "...Görüşlerimi özetlersem, örneklerle gördük ki: a. Bu romanda, yıllar yılı yüzüstü bırakılmış olan köylü ile aydın arasındaki uçurum gösterilmek istenmiştir. Romanda belirtildiğine göre, şehirden gelmiş her aydın, köylü için bir "Yaban" dır. b. Yazar, romanda köy insaninin kendi ilişkilerini ve toplumsal olaylar karşısındaki tavrını işlerken, genellikle inandırıcı olabilmiştir. Bunda, ortaya koyduğu günlük olayların sunulusu kadar olayla ilgili kişilerin çizimindeki başarının da payı vardır. c. Yazar, Sakarya savaşından sonra, düşmanın yakıp yıktığı bölgelerde Heyet ile birlikte yaptığı bir inceleme gezisinde, gördüklerini hikaye ve makale biçiminde anlatmıştı. Bunlar arasında, düşmanın yaktığı "Köyler Ahalisine" adli yazıda köylü ile aydın arasındaki uzaklığa değinen ve aydının köylüyü yüzüstü bırakmasından yakınan sanatçı ayni konuyu Yaban romanında işlemiştir. d. Roman, ani biçiminde yazılmıştır. Olaylar bir Anadolu köyünde yerleşen Ahmet Celal`in ani defteri olarak sunulur. e. Yabanda şive taklidi yapılmadığı zaman daha doğal görünen konuşmalar kullanılır. Bunlarda kişilerin iç dünyalarının belirtilme amacından çok, durum ve günlük olayların yansıtılması gözetilir. f. Ahmet Celal`in katılamadığı Kurtuluş Savaşı karşısındaki duyarlığı, anılarına, dünya görüsüne bağlı olarak verilirken, bireysel durumları, içine kapanışı dengeli ruhsal çözümlerle yansıtılır. g. Eserin bir çok yerlerinde köylü-aydın ilişkisi üzerine, roman sınırını aşıp makale sınırına giren sayfalar vardır. Bunu önsözde kendisi de açıklayan sanatçı, "Yaban, bir objektif romanı değildir. Bu, ne bütün manasıyla bir roman, ne bütün manasıyla bir sanat ve edebiyat isidir. Yaban, çölde bir feryattır." der. h. Yaban Cumhuriyet Halk Partisi`nin koyduğu roman armağanında ikinciliği kazanmıştır. Yabanda dikkati çeken bir nokta da hayvan benzetmeleridir. Diğer romanlarda karsılaşmadığımız kadar hayvanlara bu denli çok başvurulmuştur. Bu köyün İnsanları "her biri kendi yuvasında kunduza dönmüş" (Yaban,s,237). Yazarın burda amacı doğayla insanları bütünleştirmekten çok, köylülerin ilkelliğini, içgüdüleriyle yasayan hayvanlar gibi doğaya yakınlıklarını vurgulamaktır. Hayvana en sık benzetilen iki kişi var romanda: Emine ile evlenen İsmail ve kurnaz Salih Aga. Romanda ilginç bir şekilde kullanılan doğa öğelerinden biri de bitkiler. Bir karşıtlığı simgeleyen iki tür bitki var Yabanda: kurulukla, çoraklıkla, çürümüşlükle çağrışım yapan bitkiler. Diğer tarafta hayat, güzellik ve canlılıkla çağrışım yapan bitkiler vardır. "Yetim boyunlarını" büken, "hazin hazin köklerine bakan", "iki karış yükselmeden sararmış zavallı ekinler" (s 91,s 84) Doğadaki bu çoraklığını yaygınlaştırmak için bu kez bitkileştirir köylüleri "Bu ısırganlar, bu kuru ülkede "yabani ot gibi" bitmiş kuru bitkiler olurlar. Yaban`ın dokusunda kullanılan teknik, örneklerle verildiği gibi açıklığa kavuşmuştur. Karaosmanoğlu bütün romanı boyunca kuru, hastalıklı, pis ve çorak bir doğa imgesi yaratmıştır. Öbür taraftan çeşitli yollardan köylüleri bu doğayla bütünleştirerek fizik planındaki nitelikleri moral plana da yansıtmayı da başarır. Y.Kadri`ye göre köylü-aydın uçurumunun sorumlusu Türk aydınıdır. Ama olaya derin açıdan bakacak olursak Osmanlı eğitimi ve yönetimi büyük rol oynar. Köylü her zaman dag`da unutulmuştur ve köylüyü eğitecek, geliştirecek adım atılmamıştır. Vergi toplanacağı zaman, köyleri sömüren bir yönetim vardı ve Osmanlı döneminde bu böyle devam etti. Ta ki Kurtuluş Savaşı döneminde kültür ikileşmesi farkı daha da büyütmüştür. Köylü bütün olaylar karşısında duyarsızdır çünkü onlar düşünce itibarıyla kendi aralarında fazla gelişemediler. İnsan çevre içinde yapı ve akil yönünden ilerleyebilir. Ahmet Celal ise çevrenin geniş olduğu İstanbul’da yetişmiştir. Köydeki çevre ise her zaman ayni ve değişmeyen çevre olduğu için o yörenin halkı Ahmet Celal`i "Yaban" olarak adlandırıyor. Köylüler suçsuzdurlar ve ne yaptıklarını bilemezler. Köylü, duygusunu, düşüncesini, elini anlayamadığı ve hayat şartıyla uyuşamadığı için şehirliye yabancı diyor. Fakat şehirli için de duygusunu, düşüncesini, dinini anlayamadığı ve hayat şartlarıyla uyuşamadığı köylü yabandır. Kusur kimde? Köylünün duygusu, basit, düşüncesi geri dili işlenmemiş ise onu o halde bırakmış olarak suç şehirlinin değil midir? Köylüyü çaresiz, zavallı bırakırken hiç bir merhamet ve sorumluluk duymamıştır. Günün birinde kolu ve kanadı kırılıp da, köye ısınamamış ise suç kimindir. Roman tek yönlü ele alınmıştır. Aydın kendi bakış açısını ölçü olarak almış ve köylünün kendisine bakisini anlatmıştır. Burada üzerinde durulması veya başka bir deyişle eleştirilmesi gereken iki yön vardır. Öncelikle yazarın yaklaşımı veya anlattığı olaylar objektif kriter olarak alınıp genele mal edilemez. Bütün köylüler yazarın anlattığı köylüler gibidir diyemeyiz. Romandaki yazarın köylüleridir. Onlar yazarın duygu ve düşüncesinin ürünüdür. Aydın ve köylü arasındaki uçurum sorunsalı kitapta çok farklı ele alınmıştır. Köylü suçlanmış , kötülenmiştir Aydın tarafından. Köylü aydının gözünde kötüdür, değersizdir. Ama bunun en büyük sorumlusu de aydının kendisidir. 10.KAYNAKLAR Y. Kadri Karaosmanoğlu,(Yaban 15. basım) Berna Boran, (Çağdaş eleştiri, Nisan 1982) Cevdet Kudret, (Türk Edebiyatında Hikaye ve Roman, c.2, 1978) Seyit Kemal Karaalioğlu (Türk Edebiyatı Tarihi, c.3, 1979) Refika Taner, Asim Bezirci (Seçme Romanlar, 1973) Vedat Günyol, (Dile Gelseler, 1966) Vedat Nedim Tör, (Kadro,s 16, Nisan 1933) Aytekin Yakar, (Türk Romanında Milli Mücadele, 1973) Oktay Akbal, (Temmuz Serçesi, 1978)
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|