Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: EKONOMİ
    Konu: Üniversite Sanayi İşbirliği Kavramı ve Kapsamı


Üniversite sanayi işbirliği modern sanayiinin çıkış noktası olan İngiliz sanayi devrimiyle birlikte oluşmaya başlamıştır. Bu devirdeki gözleme dayalı deneylerle elde edilen teknolojik gelişmeler bilimsel bir kökene dayanır hale gelmiştir. Daha sonra 19.y.y sonlarında Almanya ile araştırma alanına taşınarak yeni bir boyut kazanmıştır.1975-1985 döneminde 1970’lerden bu yana, gittikçe yaygınlaşan, üniversite-sanayi araştırma işbirliğinin önemi günümüzde bir kat daha artmıştır.
Globalleşen ve sürekli bir rekabetin yaşandığı günümüzün dünyasında bilgi ve onun ürünü teknoloji bir adım öne geçmenin anahtarı haline gelmiştir. Tabi ki bilgi–yoğun ekonomilerinde bilgiye yatırım yapmanın önemini kavrayan gelişmiş ülkeler, teknoloji- yoğun sektörleri geliştirerek ihracatlarını teknoloji-yoğun ürünlere yöneltmeye mecbur kılmışlardır; böylece bunu göremeyen gelişme çabasındaki ülkelerle arasındaki farkı giderek açmaktadırlar.
Üniversite-sanayi işbirliği kavramı üniversitelerinin temel işlevlerinden olan bilimin üretilmesi çalışmalarını değerlendirmek amacıyla bir ülkedeki sanayi yeteneğinin ön şartı olan teknolojiyi
geliştirme ve bilimin uygulanması
faaliyetlerini içerisinde barındırır. Bilim, teknoloji, toplum ve Pazar artık sürekli olarak karşılıklı etkileşim içinde olup pazarlardaki eğilimler araştırmaları etkilemededir. İnsanlar sürekli yeniyi, iyiyi ve ucuzu aramakta, teknolojinin sunduğu imkanları sonuna kadar kullanmak istemektedir. Bu ortamda bilim yeni teknolojiler doğurmakta, üretim alanları açmakta, bunların sonucunda da başka yeni teknoloji ve sanayiiler doğurmaktadır. Tabi ki bu yeni teknolojiler de yeni ihtiyaçlar doğurmaktadır. Bu döngü içerisinde teknoloji üretme iki büyük gücü bir araya getirmektedir. Bunlar sermaye ve insanın düşünce gücü.
Sanayileşmiş ülkeler, bilimsel ve teknolojik atılımlarında üniversiteler ile işbirliğinden
büyük ölçüde yararlanmışlar ve yararlanmaya devam etmektedirler.1970-1985 döneminde ekonomik gerileme sonucunda OECD ülkelerinin çoğunda sanayiinin yapısal değişikliğe gitmesi yani üretim faaliyetlerini değiştirmesi üniversitelerle sıkı işbirliği yapması sonucunda gerçekleşmiştir. Özellikle son 20 yılda bu ilgi giderek yoğunlaşmıştır. Böylece teknolojik gelişmelerin temelinde yatan bilgi birikiminin uygulamaya dönüşmesinde üniversite ve sanayi alanındaki ekonomik düzeyde bilim ve teknoloji entegrasyonuna gidilmiştir. Batı Avrupa, A.B.D., Kanada ve Japonya gibi ülkelerde bu işbirliğinin bilimsel ve teknik alanlarda olumlu sonuçlarını gösteren çok sayıda örnek mevcuttur.
Üniversite sanayii işbirliği özellikle az gelişmiş bölgelerin ekonomik sosyal ve hatta kültürel dinamiğini geliştirmek için anahtar rol oynayabilmektedir. Bir bölgenin gelişmesini etkileyen bazı içsel ve dışsal faktörler olarak en başta, endüstri geliştirme çabaları, girişimciğin artması, sermaye akımının artması ve işgücünün eğitim seviyesi ve kalitesi başı çeken faktörlerdir. Bölgenin dışında olan ulusal ve uluslar arası pazarlar ve ulusal ekonomik politikalar da dışsal faktörlerin önemlilerindendir.
Üniversitelerin katkısı ve bu işbirliğine gitme nedenleri
Üniversiteler her şeyden önce kaliteli insan kaynağı yetiştiren kurumlardır ve bu yeni ekonomik gelişmelere paralel olarak meydana çıkacak ihtiyaçlar doğrultusunda yapılmalıdır. Üniversiteler ilgi alanlarındaki mevcut durum hakkında değerlendirme yaparak, kamuoyunu ve karar mekanizmalarını objektif olarak bilgilendirirler. Bu doğrultuda kamu kuruluşlarına yol gösterici danışmanlık da yapabilirler. Sahip oldukları bilgi birikimlerini teknik asistanlık yolu ile sanayie aktarırlar. Bunların yanında yeni bilgiler için sürekli bir araştırma ortamına sahip bulunmalıdırlar. Bu işbirliğinin oluşmasının nedenlerini şöyle sıralayabiliriz;
1.Sanayi işletmeleri, varlıklarını sürdürebilmek; Pazar paylarını ve karlılıklarını artırabilmek için yeni ürün arayışı içinde olmalıdırlar. Bununla beraber mevcut ürünlerini de günlük değişikliklerin ışığı altında gözden geçirmelidirler. Tüm bunların sağlanabilmesi; üretim sürecinde teknolojik öncülüğün yakalanması ile doğru orantılıdır. Üniversiteler teknik ve bilimsel ar-ge çabaları içinde oldukları ve bu çabalarla birtakım sonuçlara ulaştıkları sürece sanayii çevresinin üniversitelerle işbirliğine gitmesi doğal olacaktır.
2.Sanayi çevresi, elinde bulunan vasıfsız işgücüne, üniversitelerin akademik kadroları aracılığıyla vasıf kazandırabileceğinin farkındadır. Unutulmaması gereken önemli bir olgu, üniversitelerin de ürün arz eden kuruluşlar olduğudur. Bu ürün; yetişmiş elemanlardır ve bu ürünlerin piyasadaki tüketicileri sanayii çevresi ve işletmelerdir.
3.Üniversitelerle başlatılacak işbirliği hizmet içi eğitimlerle, işgücünün işine daha profesyonelce yaklaşımını ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarının karşılanmasına da yardımcı olabilecektir. Sanayii çevresi son yıllarda elemanlarının eğitim hayatından gelebilecek vasıf eksiklerini gidermek için hizmet içi eğitim çalışmalarına ağırlık vermektedir. Günümüzde lisans diplomasının iş becerisi ve işi sürdürebilmek için yeterli olup olmadığı tartışılır hale gelmiştir.
4.Üniversitelerle ortak işbirliğine gitmekle, sanayi işletmeleri ar-ge faaliyetlerine kolaylık getirirken bunun için gerekli olan yatırımları da kontrol altına almış olacaktır.
5.Sanayi çevresinin üniversitelerle işbirliğine gitmesinin bir başka nedeni, devletin bu ortaklığa sıcak bakmasıdır. Böylece finansal zorluklar da bir ölçüde karşılanabilecektir.
6.Üniversitelerle oluşturulacak işbirliği ve bu birlikteliğin yaygınlaştırılmasıyla oluşacak rekabet ortamı işletmelerin araştırmaya ve geliştirmeye daha çok yatırım yapmalarını zorlayabilecektir.
7.Öğrenci için yaz stajları ve benzeri olanaklar,üniversite danışma komitelerine sanayiinin katılımı,sanayiinin olanaklarına ve sınai donanıma erişim
Üniversite sanayi işbirliğini belirleyen değişkenleri incelerken ülkelerin değişime uğrattıkları eğitim politikaları da dikkate alınmalıdır. Bu tür ortaklıklar, ne kadar dinamik bir yapıya sahip olurlarsa olsunlar eğitim politikalarında ön görülecek değişiklikler ortaklıkların çalışma ve faaliyetleri üzerine rezerv koyacak bir konuma dahi erişebilecektir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde insan gücü kaynağına bağımlılık, zorunlu bir olgudur. Düşük kaliteli bir eğitim sistemi ülke ekonomisi için ağır sonuçlar doğurabilecektir.1960 ve 1970’li yılları karakterize eden büyük ölçekli ekonomik büyümelerin bugünkü ekonomik duruma ne derece temel oluşturduğu tartışmaya açıktır. Artık “ne olursa olsun büyüme” yerini yüksek vasıflı eğitim, kaliteli ürünler, ekonomik performansın devamlılığı ve rekabete dayanma gücüne bırakmıştır.
Değişen ekonomik ve teknolojik ortam insanları rekabet edebilecekleri oranda işgücü piyasasına girmeye zorlamaktadır. İşgücünün mutlaka iyi eğitim almış olması ve vasıf oranının yüksekliği endüstriyel toplumun yapısal değişikliğine paralel olarak gündemde kalmaktadır.
Üniversite-sanayi işbirliği ilişkilerinde son yıllardaki iki eğilim giderek ağırlık kazanmaktadır. Bulardan birincisi, sanayi çevresinin genç işgücünün vasıflandırılması için daha yoğun faaliyetlerde bulunduğudur. Bir diğeri ise bu eğitim çalışmalarının yaşlı işgücüne de yönelik çalışmaların da artmış olmasıdır. Böylece işgücü piyasasında her kesim için eğitim ve “life long learning” uygulaması gerçekleştirilmiş olacaktır.
Üniversite sanayi işbirliği sonucunda edinilecek yeni bilgi birikimlerinin teknolojiye aktarılması sırasında toplumsal öncelikler söz sahibi olacaktır. Toplumun ne tür teknolojik değişikliklere ihtiyaç duyduğu önem kazanacaktır. Hizmet sektörünün teknolojik değişikliklere ihtiyaç duyduğu önem kazanacaktır. Hizmet sektörünün teknolojik değişikliklere giderek artan bağımlılığı bu sektörde yeni iş sahalarının doğmasına yol açacaktır. Üniversite ile sanayi çevresi ortak çalışmalar yaparak bu yeni iş sahasının anlaşılması ve analizini gerçekleştireceklerdir. Bu çalışma ve projelerle her gence bilgi birikimleri ne olursa olsun iş hayatının zorluklarını farklı dinamiğini ve çalışma koşullarını tanıtmak açısından çok yararlıdır çünkü; üniversite mezunlarının çoğu kendi branşları dışındaki işlerde çalışmaktadırlar ve kendi branşları hakkında da pek fazla bilgi sahibi değillerdir.
Üniversite-sanayi işbirliğinin bir diğer yansıması sendikalar üzerinde görülebilir. Sendikaların klişeleşmiş isteklerinin yanı sıra çalışma dünyasına alternatif çalışma programları ile çıkması önem taşımaktadır. Üretimin ve verimliliğin artırılması konusu ile ilgili çalışmalar yapan üniversite-sanayi ortaklıkları böylece, sendikacılarla geliştirilecek alternatif programlardan da yararlanabilecektir. Sendikaların dışsal eleştiriye kapalı olmamaları ve bu eleştirilerin yapıcı olanlarından faydalanmaları, çevresel faktörlerin karşısına daha güçlü çıkmalarına yardımcı olacaktır.
Bir Ülkedeki Araştırma – Geliştirme Sistemi
Bir ülkenin bilimsel ve teknolojik ar-ge sistemi içinde yapılan araştırmaları kabaca 3 grupta toplamak mümkündür;
1.Temel Araştırma: Sonuçlarının pratik değeri ve uygulanıp uygulanmayacağına bakılmaksızın, kişilerin entelektüel merakları sonucunda yapılan, bilimin sınırlarını genişletmeye, öğrenmeye, anlamaya, daha doğrusu özellikle doğayı ve doğa kanunlarını anlamaya yönelik çalışmalardır.
2.Uygulamalı Araştırma: Temel araştırmalar sonucunda üretilen bilgileri kullanarak belirli bir pratik probleme tam ya da yeterli yaklaşıklıkta bir çözüm bulmayı amaçlayan çalışmalardır.
3.Veri Tabanı Oluşturulmasına Yönelik Araştırmalar: Topografik ve jeolojik haritaların hazırlanması, fiziksel ve kimyasal özelliklerin tespiti, hayvan ve bitki türleri ile minerallerin tanımlanması ve sınıflandırılması,ilaç standartlarının tespiti gibi bilimsel faaliyetler bu gruba girer.
Bir ülkenin bilimsel ve teknolojik ar-ge sistemi üniversiteler,kamu araştırma merkezleri,özel sektörün ilgili bölümleri olmak üzere başlıca üç tür kuruluştan oluşur. Söz konusu üç tür araştırma kuruluşunun bir ülkenin milli ar-ge sistemi içinde farklı ancak birbirini tamamlayıcı nitelikte işlevleri vardır.
Temel araştırmalara en uygun ortam bugün için üniversitelerdeki akademik çevredir. Veri tabanı oluşturmaya yönelik araştırmalar için en uygun ortam ise kamuya ait kurumlardır.
Uygulamalı araştırmalar günümüzde üniversitelerde kamu kuruluşlarında ve özel şirketlerin ar-ge bölümlerinde yapılabilir. Buna karşılık, uygulamalı araştırmanın yanında deneysel geliştirme ile ürün ve proses geliştirme safhalarını da içeren teknolojik araştırma programları yüksek miktarlarda harcama gerektirdiğinden, bunların başlatılmasında ve yürütülmesinde ticari kar amacı önemli bir rol oynar.
Araştırma kuruluşlarının işlevlerini etkin bir şekilde belirleyebilmek bakımından teknolojik araştırmaları da üç grupta toplamak gerekmektedir.
a.Jenerik Teknolojiler Üzerindeki Araştırmalar: Geniş bir alanı kapsayan ürün ve proseslere uygulanma potansiyeli olan, ancak ticari uygulamaya geçebilmesi bir miktar daha temel bilimsel araştırmayı gerektiren bilimsel fenomen (olgu) olarak tanımlanmaktadır. Elektrik teknolojisi bu tür teknolojik araştırmalar sonucunda geliştirilen jenerik teknolojilerin ilk örneğidir. Günümüzdeki jenerik teknolojilerin örnekleri ise elektronik, enformatik, biyo teknolojik ve ileri malzeme teknolojileridir.
b.Rekabet Öncesi Teknolojiler Üzerindeki Araştırmalar: Teknik belirsizliklerin teknolojinin ticari potansiyelinin incelenmeye başlanmasına yeterli ölçüde giderildiği ve ticari amaçlı prototip geliştirilmesi aşamasına kadar ki faaliyetler olarak tanımlanmaktadır.
c.Destekleyici Teknolojiler Üzerindeki Araştırmalar: Temel, bilimsel, uygulamalı ve teknolojik ar-ge faaliyetleri ile pazarlama ve satış faaliyetlerine temel teşkil eden ölçme ve kalibrasyon teknikleri, ürün standartları, teknolojik kodlama, standart referans verileri ve referans maddelerinin bulunmasına derlenmesine hazırlanmasına ve geliştirilmesine ilişkin hizmet ve teknolojiler üzerindeki çalışmalardır.
Ar-Ge faaliyetlerini izleyen nihai ürün ve proses geliştirme işlemleri de tamamlandıktan sonra ticari amaçlı üretim için kullanılabilir hale ulaştırılan ve sınai mülkiyeti ile ilgili kuruluş adına tescil ettirilen teknolojiler ise mülkiyetli teknolojiler olarak tanımlanmaktadır.
Tüm bilimsel ve teknolojik belirsizliklerin giderilmesinde sonraki ticari amaçlı üretime geçiş aşamasında zincirin son halkasını oluşturan risk sermayesi, bir ülkenin ar-ge sisteminin asli unsurlarından biridir.
Jenerik ve rekabet öncesi teknolojilerin başlıca özellikleri şunlardır;Ekonominin tüm sektörlerine yayılma, sektörler arasındaki bağlantıları güçlendirme, sosyoekonomik gelişme ve katma değer yaratmada öncülük etme,rekabet gücünde stratejik önem taşıma, tüm ürün ve proseslerde aşama meydana getirme, bilim ve ar-ge yoğun olma.
Bu nedenlerle jenerik ve rekabet öncesi teknolojilerde belirli bir bilgi ve güç birikimi oluşturma stratejik önem taşımaktadır. Uluslar arası pazarlarda rekabet etme iddiası da olan ülkelerde sahip olunan bilimsel ve teknolojik potansiyeli belirli ekonomik hedeflere yönelik programlar dahilinde bu alanları kapsayan ortak projeler etrafında bir araya getirecek kurumsal yapı ve mekanizmaları kurmak, bu tür ortak projelerin finansmanına kısmen katılmak devletin başlıca görevleri arasında sayılmaktadır.
Kurumsal Üniversite-Sanayi İşbirliği Yapıları
Ortak Araştırma Merkezleri(Industry-University Cooperative Research Center): Bu merkez ortak araştırma gereksiniminin bir sonucu olarak ABD’de kurulmuştur. Bu tür merkezler Amerika’da National Science Foundation (NSF) tarafından desteklenmektedir. NSF, başlangıç için gerekli parayı sağlamakta ve bu desteğini her yıl giderek azalan oranda beş yıl boyunca sürdürmektedir. Sürekli destek, bu merkezlere üye olan sanayi şirketleri ve yerel yönetimlerden yani eyalet yönetimlerinden gelmektedir. Burada temel politika en çok beş yıllık bir süre sonunda sanayi şirketlerinin desteğiyle ayakta durur hale getirmektir. Her merkez, üniversite tabanlı bir araştırma grubundan oluşmakta ve bu grup, temel araştırmalarla birlikte, bilim ve teknolojinin belli alanlarında sanayie yönelik uygulamalı araştırma projelerini de yönetmektedir.
Üniversitelerin AR-GE Konsorsiyumlarına Katılımı: Rakip sanayi kuruluşlarının rekabet öncesi araştırma kavramı çerçevesinde bir araya gelerek, ortak araştırma amaçlı konsorsiyumlar oluşturmaları bilinen bir uygulamadır. ABD’de Japonya’da AT ülkelerinde ve Güney Kore gibi yeni sanayileşen ülkelerde son derece yaygın bir biçimde görülen ve kamu fonlarından da destek gören bu tür konsorsiyumlarla üniversitelerin ve kamu araştırma kurumlarının belli araştırma projeleri ya da uzun erimli programlar bazında işbirliğine gitmeleri de sayılan ülkelerde bir devlet politikası olarak teşvik görür hale gelmiştir. Bu tür işbirliğinde araştırma üniversite yürüyor olsa bile sanayi,araştırmanın denetimini elinde tutar. Küçük ya da orta ölçekli firmaların bu tür işbirliklerine gidebilmelerini kolaylaştırmak için mevzuatta bazı düzenlemeler yapılmakta,uygun modeller geliştirilmektedir. Yine Amerika’da görülen ar-ge ye yönelik limitet ortaklıklar bu tür bir çabanın ürünüdür.
Sözleşmeli Araştırmalar: Üniversitelerle sanayi arasındaki ikili ilişkiler çerçevesinde; ama bütünüyle üniversite bünyesinde yürütülen araştırmalara da sıkça rastlanmaktadır. Bu tür işbirliklerinde belli bir konuya özgü olarak imzalanan sözleşme gereğince araştırma yürütülmektedir. Bu araştırma sonunda ortaya çıkan hakların sahibi üniversite olmakta fakat sözleşmeli sanayi kuruluşu bu haklara konu olan buluşları kendi sınai faaliyeti çerçevesinde değerlendirebilmektedir.
Teknopolisler: Teknopolis sözcüğü Japonlarca türetilmiştir ve yüksek teknolojili sanayi kompleksi anlamına gelmektedir. Teknopolis kavramının ardındaki temel fikir kente kırsal kesimlerin sukünetini, kırsal kesimlere de kentsel etkinliği taşımaktır. Teknopolis planı, sanayi yaşamıyla akademik yaşamı, belli yerleşim alanları çerçevesinde, iç içe örerek, görece geri bölgelerin kalkınmasını sağlamak amacına yönelik yeni bir stratejidir. Burada sanayi, elektronik sanayi, biyo sanayi ve yeni malzeme sanayilerini kapsayan yüksek teknolojili sanayi komplekslerini akademi, bilimsel teknolojik temele dayalı, bölgesel yeni iş alanları yaratmaya yönelik çabalara destek veren üniversite araştırma kurumu ve laboratuarları,yerleşim alanları ise, yöneticileri, mühendisleri, araştırmacıları aileleri ile birlikte cezp edecek koşullara sahip kentleri ifade etmektedir. Teknopolis kavramının 1980’de Japon Uluslar arası Sanayi Bakanlığı’nca ortaya atılmasından sonra, 1983’te bir yasa ile yürürlüğe konulan Teknopolis Programıyla bu programın kapsadığı bölgelerde;
sanayi, araştırma üniversiteleri ve yerleşimin tümleşik, bir politika çerçevesinde, geliştirilmesi,
yeni oluşacak teknopolis ile bölgenin ana kenti arasında sıkı bağların kurulması,
var olan sanayilerin teknoloji düzeylerinin yükseltilmesi ile yeni kurulacak yüksek teknoloji sanayileri arasında dengeli bir gelişme sağlanması,
var olan sanayilere ileri teknoloji transferi ve teknolojinin uç alanlarında çalışmalar yapılması,
ileri teknoloji araştırmalarında ve sanayinin gelişmesinde,bölge bazında özgünlük yaratılması, amaçlanmaktadır.
Bu program, bu tür uygulamalar içinde en eskileri olan ABD’deki “Route 128” ve “Silicon Valley” deneylerinden büyük ölçüde esinlenmiş olduğu söylenebilir.
Teknoparklar: Teknopark; genellikle yeni ve/veya ileri teknolojilere dayalı bir mal veya hizmet üretmek isteyen müteşebbislerin sınai ve ticari faaliyetlerini, üniversitelerin kampüs alanı içerisinde veya yakınında olan insan gücü, fiziksel ve sosyal imkanlarından yararlanarak yürütebilmelerini sağlayan küçük bir bilim kentidir. ABD’de Stanford Üniversitesinin Hewlett ve Packard adlı iki müteşebbise yer tahsis etmesiyle başlayan “teknopark”’ların sayısı 150’yi aşmıştır. Boston’un 128 numaralı çevre yolu (Route 128) civarının 2. dünya savaşından sonra hızla sanayileşmesi, yeni teknolojileri sanayie uygulayabilmek için bilim sitelerinin çok yararlı olacağı fikrinin öncüsü kabul edilmektedir. Bu fikir günümüzde de Amerika’da üniversiteler ekseninde geniş uygulaması olan bir model olup Avrupa’daki önde gelen ülkelerde de kabul görmüş durumdadır.
Türkiye’de özellikle son 5 yıldan beri daha sık söz edilen ve bazı somut örnekleri verilmeye başlanan üniversite-sanayi işbirliği çerçevesinde önemli ve ciddi adımlar atılmaktadır. Bu gelişmeye örnek olarak Ege üniversitesi ile Ege bölgesi Sanayi Odasının (ESBO) ortaklaşa kurdukları üniversite-sanayi işbirliğini geliştirme merkezini ve Dokuz Eylül üniversitesinin Bölgesel Kalkınma ve İşletme Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi(BİMER) ile diğer bazı üniversitelerimizin benzer nitelikteki kuruluşlarını gösterebiliriz. Bu kuruluşlara sanayiden proje çalışmaları gönderilse de bilim ve teknoloji entegrasyonunu çok daha etkili ve geniş biçimde sağlayabilmek amacıyla birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi teknoparklar bünyesinde işbirliğinin somutlaştırılması fikri ülkemizde de hakim olmuştur.
Büyük kısmı anonim şirket statüsünde olan teknoparklar için çeşitli modeller bulunmaktadır. ABD’de uygulanan bazı modellerde, teknoloji müteşebbisinin üniversite bünyesindeki bir “business incubator” ‘de işini kurup geliştirdikten sonra bir organize sanayi bölgesine intikal etmesi sistemi uygulanmaktadır. Birleşmiş Milletler Bilim ve Teknoloji Fonu ile birlikte ülkemizde gerçekleştirilmesi kararlaştırılan teknopark projesi de bu modele yakındır.
Teknoparklar; büyük ölçüde üniversitelerin Ar-ge elemanları, fiziksel imkanları ve enformasyon sistemlerinden yararlanarak yerine getireceği çeşitli fonksiyonları yanında, ağırlıklı olarak yeni ve/veya ileri teknolojileri ve bunlarla yeni ürünleri üretmek,aynı zamanda gelişmiş teknolojilerin seçiminde, transferinde ve adaptasyonunda yardımcı olmakla da yükümlüdür.
Bilim ve teknoloji alanında en ileri gitmiş ülkelerin başında gelen ABD’de dahi bir bilimsel yeniliğin ortaya çıkması ile bunun ekonomik bir ürüne çevrilmesi için 10-15 yılın geçtiği belirtilmektedir. Belirli bir alanda araştırma yoğunluğu ve faaliyetini başlatmakla ,bu alanda bir bilimsel yeniliğin ortaya çıkması arasında ise söz konusu alanın ve ülkelerin özelliklerine bağlı olarak değişen çok daha uzun süre ihtiyaç olduğu da bilinmektedir. Teknoparkların başlangıçta belirlenen alanlar ve hedefler doğrultusunda daha kısa sürede sonuç alabilecek faaliyetleri başlatabilmeleri; teknoparkların ve müteşebbislerin teşviki için , diğer ülkelerde yapıldığı gibi mali ve mevzuat yönünden sağlanacak desteklere bağlıdır.
Örneğin ABD’de cari ar-ge harcamaları ile geçen 5 yıla ait aynı nitelikteki harcama ortalaması arasındaki farkın %25’i kadar vergi indirimi uygulanmakta ve her türlü bilimsel araştırmaya ayrılan gelirin tamamı vergi dışında bırakılmaktadır. Kanada’da sınai araştırma programı çerçevesinde işletmelerde ilk defa kurulan araştırma gruplarının giderleri mevcut araştırma birimlerini büyüten işletmelerin bu tür masrafları normal olarak bir işletmenin katlanabileceği miktarı aşıyorsa,aradaki fark 3-5 yıl süreyle bu programdan sübvanse edilmektedir.
Türkiye’deki ar-ge harcamaları için finansman araçlarına gelince; Türkiye Halk Bankası’nın esnaf, sanatkar, ve küçük sanayi kesimine kullandırdığı çeşitli krediler arasında yeni ve ileri teknoloji işletmelerinin projelerini, buluş ve çalışmalarını destekleyecek kredi kullandırma uygulaması yoktur. Esasen ülkemizde diğer OECD ülkelerinde olduğu gibi ar-ge harcamaları yapılan kuruluşlara geri ödemesiz hibe veya kredi şeklinde finansman desteği sağlanmamaktadır. Görüldüğü gibi, ar-ge faaliyetlerini ve harcamalarını mali yönden desteklemek için alınmış önlemler çok yetersiz ve teşvik edici olmaktan uzaktır. Teknoparkların başarıya ulaşabilmesi ,üniversite sanayi işbirliği çerçevesinde ar-ge çalışmalarının ve sanayi desteğinin artması için mutlaka doğrudan sağlanacak maddi desteğe ve ar-ge faaliyetlerinde bulunacak müteşebbisleri cesaretlendirecek yeni önlemler ihtiyaç bulunmaktadır.
Ülkemizin teknolojik gelişmesine önemli düzeyde katkıda bulunacak olan küçük ve orta boyutlu işletme müteşebbislerinin
üniversite ile işbirliği sayesinde yeni veya ileri teknoloji ar-ge çalışmalarında risk payı yüksek olabilir. Bu nedenle, müteşebbisleri teşvik etmek ve onlara güven kazandırmak için uzun süreden beri oluşturulamayan “risk sermayesi” ile ilgili mevzuatın bir an önce yasallaşması ve uygulamaya konulması gerekmektedir. İşbirliğinin diğer unsuru olan üniversitelerin, ister teknoparklar ve isterse döner sermaye kapsamında olsun ar-ge çalışmalarının kolaylaştırılması ve daha aktif olabilmeleri için de bazı imkanlar sağlanmalı ve öğretim elemanlarının sanayi kuruluşları ile ilişkilerini sınırlandıran engeller kaldırılmalıdır. Teknoparkların kuruluş ve işleyiş düzeninin esaslarını, devlet tarafından sağlanacak maddi destekleri, teknoparklar kanalı ile üniversitelerin yapacakları ar-ge çalışmalarında müteşebbisi, sanayiciyi ve öğretim elemanlarını teşvik edici önlemleri içeren “teknoparklar ile ilgili mevzuatın” kısa sürede kanunlaşması konusunda yetkililerin
ilgi ve yardımları, teknoparkların başarıya ulaşması için öncelik taşımaktadır.
Çizilen bu olumsuz tabloya karşın,genç nüfusumuz, yüksek standartlı yaşam istihdam talebi ile birlikte büyümektedir. Sanılanın aksine,yeni teknolojilere olduğu kadar iş hayatına da hızlı bir uyum göstermektedir. Refah ve istihdam talebini teknolojinin yayılmasına elverişli sosyal adaptasyon yeteneği ile birleştirerek, üretkenlik ve verimliliği artıracak, kaliteyi topluma yayacak olan hizmetleri üretmeye yönelik politikaların oluşturulması mümkündür. Bu politikaların başarıyla yürütülmesi, sosyoekonomik olduğu kadar ülkemizin karşı karşıya bulunduğu özel sorunlar nedeniyle, siyasetten de
çok önemlidir.
Kaynakça:
1.Dünya ve Türkiye’deki ar-ge faaliyetleri hakkında ön rapor (TÜBİTAK)
2.Üniversite sanayi işbirliği Oğuz Zengingönül TOBB ,1993
3.Üniversite sanayi işbirliği birinci şurası alt komisyon raporu
4.Bilim teknoloji ve Üniversiteler (çeşitli kişilerin yorumları)
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |