Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: SANAT
    Konu: Minyatür Sanatı


Hazırlayan: Nurhan Atasoy
Batı dillerinde bir nesnenin küçük boyutlardaki örneğini belirten “Minyatür”
sözcüğü, zamanla kitap resmi için kullanılan bir terim halini almıştır. Eski
Türk kaynakları kitap resmi için “Nakış”, “Tasvir”; minyatür ressamı için de
“Nakkaş”, “Musavvar” gibi sözcüklere yer verirler. Kitap resmi sanatı için çok
yaygın olarak “Minyatür” kullanılmakta olduğu için biz de bu sözcüğe yer
veriyoruz.
8. ve 9. yüzyıla ait olan ve Turfan bölgesinde Hoço, Bezeklik, Sorçug gibi Uygur
merkezlerinden günümüze gelmiş Türk resim sanatının örnekleri arasında, duvar
resmi ve figürlü işlemelerin yanında minyatürler de bulunmaktadır. Türklerin
İslamiyeti kabul etmelerinden önceki devreye ait yazmalardaki minyatürler, Uygur
prens ve prensesleri ile Mani ve Uygur rahiplerini canlandırırlar. Çeşitli
kültür ve dinlerin etkili olduğu bir ortamda yapılan bu minyatürlerin üslupları
çok zengindir ve farklılıklar gösterir. Türk minyatür sanatının 13. yüzyıla
kadar olan gelişimini gösteren daha sonraki örnekler ne yazık ki, kaybolup
gitmiştir.
Bir aşk hikayesi olan Varka ve Gülşah (TKSM, H.841) 13. yüzyıl Selçuklu dönemi
resim sanatının en güzel örneklerindendir. Yazma, Hoy’dan gelmiş ve Konya’ya
yerleşmiş bir aileden olan Abdül Mümin tarafından resimlendirilmiştir. Varka ve
Gülşah minyatürlerindeki Türk tiplerini temsil eden figürler, Büyük Selçuklu
dönemi çini ve seramiklerindeki figürlerle büyük benzerlikler gösterir. ılk
minyatürde, içinde çeşitli dükkanların bulunduğu bir çarış ile adeta öykünün
geçtiği ortamın bir takdimi yapılmaktadır. Gülşah’ın çadırında üzüntüden
bayılmasını ve Varka’ya kavuşmasını gösteren yalın sahnelerin figürlerden arta
kalan boıluklarını ise, dekoratif bitki ve hayvan motifleri doldurmaktadır. ıki
atlının döğüşünün yer aldığı sahnede de zemin arabesklerle tamamen
doldurulmuştur. Zeminin bu biçimde süslenmesini, Büyük Selçuklu dönemi
minyatürlerinin çoğunda buluruz. Bu ağır süslemelere karışn, ince uzun
dikdörtgenler oluşturan kompozisyonlar oldukça yalındır.
Selçuklu döneminden günümüze gelmiş bir başka eser ise, 1271’de Aksaray’da
yazılarak Sivaslı Nasreddin tarafından Selçuklu Sultanı III. Gıyaseddin
Keyhüsrev’e sunulan bir Astroloji Kitabı’dır (Paris, bib. Nat., P.174). Doğu’dan
alınan motiflerin yanında minyatürlerdeki güçlü konturlar ve hafif
gölgelendirme, sanatçısının Bizans minyatürlerini tanımış olduğunu
göstermektedir.
Osmanlı minyatür sanatına geçmeden önce, araştırıcıların Türklerin eski yurtları
Orta Asya’da, Türkistan’da yapılmış olduğunda birleştikleri ve “Mehmet Siyah
Kalem” diye adlandırılan resimlerden söz etmek gerekir. Topkapı Sarayı’ndaki bu
resimler, içinde sultanın portresi bulunduğu için “Fatih Albümü” diye
adlandırılan derlemede yer almaktadır. Çeşitli çevre ve dönemlerden gelen
eserlerin arasında yer alan bu resimlerdeki figürler belli bir hacim değerine
sahiptir. Koyu ve az sayıda renk kullanılarak yapılmış olan resimlerin bir
kısmının rulo parçaları olduğu anlaşılmıştır. Resimlerin bazıları ipek,
bazılarıda kaba Çin kağıdına yapılmıştır. Bilim adamlarının şamanizm dünyasını
yansıttığı konusunda görüş birliğinde oldukları bu resimlerde kuvvetli bir Çin
sanatı etkisi egemendir.
Anadolu beylikleri arasından çıkarak, devletlerini üç kıta üzerinde genişleten
ve büyük bir imparatorluk haline getirmeyi başaran Osmanlıların, kuruluş
dönemine ait kitap sanatını, yalnız bazı yazılı kaynaklardan öğreniyoruz. Çünkü
bu dönemin minyatürlü yazmalarından örnekler günümüze kadar gelmemiştir. Son
yıllardaki araştırmalar, Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılmış birçok
minyatürlü eseri gün ışığına çıkarmıştır. Bunlardan biri olan ve 1455’te
Edirne’de gerçekleştirilen Dilsuznâme: Gül ve Bülbül (Oxford Bodlein Lib.) adlı
edebi eser, Türkmen minyatürlerinin etkisini göstermektedir. Hatifî’nin, mimari
çizimlerdeki perspektif denemeleri ve Fatih döneminde Batı’dan alınan etkileri
yansıtan Hüsrev-işirin minyatürleriyle (N.Y., Metropolitan Museum of Art, 6927),
Katibî Külliyatı (TKSM, R.989) ve Venedik San Marco Kütüphanesi’ndeki
ıskendernâme Minyatürleri de Türkmen okulu etkilerini güçlü biçimde ortaya
koyarlar. Bu eserler dönemin giyim, müzik aletleri ve eğlence hayatı gibi bazı
özelliklerini de yansıtırlar.
1465’te Amasya’da hazırlanmış olan tıp kitabı Cerrahiye-i Hakaniye (Paris, Bib.
Nat., T.693) daha başka bir anlayışı, taşra üslubunu sunar. Bu minyatürlerin en
genel özellikleri, çeşitli cerrahi müdahaleleri çizgisel bir üslupla açık seçik
ve yalın bir biçimde açıklıyor olmalarıdır.
Eyalet sanat merkezlerindeki gelişmenin yanı sıra imparatorluğun başkenti
İstanbul’da yoğun faaliyetlere sahne olmaktaydı. Fatih Sultan Mehmed, ıtalya’dan
aralarında Gentile Bellini’ninde bulunduğu sanatçılar getirtmişti. Geniş görüşlü
askeri deha, bilim ve sanata da büyük bir ilgi duymaktaydı. Bellini’ye yağlıboya
portresini, Constanza da Ferrara’ya da üzerinde büstü ve atlı portresi bulunan
madalyonları yaptırdı. Bu sanatçıların İstanbul sarayında yaptıkları eserlerin
çoğu ortadan kalkmıştır. Ama onların öğrencileri olan Türk nakkaşlarının
eserlerini tanıyoruz. Batı resim sanatını İstanbul atölyelerine tanıtan bu
sanatçıların arkalarında bıraktıkları, etki, Doğu geleneği ile birlikte erken
Osmanlı dönemi minyatür sanatı üslubunu oluşturan ilk adım olmuştur.
Türk portreciliğinin doğmasında hiç kuşku yok ki, bu faaliyetlerin etkisi
olmuştur. Osmanlı portre ressamlığının ilk ürününü, Fatih Portresi (TKSM,
H.2153) ile Sinan Bey vermiştir. Fatih Sultan Mehmet bu eserde bağdaş kurmuş
oturur vaziyette resmiyetten uzak ve samimi bir halde gösterilmiştir. Fatih’in
duyarlı kişiliğini başarı ile yansıtan portrede, Padişah gözleri uzaklara
dalmış, elinde tuttuğu gülü koklarken resimlenmiştir. Gerek yüzdeki hafif
gölgelendirme gerek kaftanın yakasının işlenişi, Doğu ve Batı üsluplarının Türk
sanatçıların elinde nasıl yeni bir senteze ulaştığını ortaya koymaktadır.
Doğu’da özellikle ıran’la hem savaş hem barış sırasındaki sürekli ve yoğun
ilişkiler, sanat alanında Türkler için önemli bir esin ve etki kaynağı olmuştur.
Doğu’nun edebi eserleri çoğaltılmış ve resimlenerek yazma halinde günümüze
gelmiştir. Saray resssamlarına ödenen ücreti ortaya koyan Ehl-i hiref defterleri
aynı zamanda, atölyelerdeki yabancıların arasında ıranlıların büyük bir
çoğunlukta olduğunu da göstermektedir. Bursalı Uzun Fırdevsî’nin
Süleymannâmesi’ndeki takdim minyatürü, dönemin iyi bir örneğidir.
Kanuni Sultan Süleyman dönemi, Osmanlı minyatür sanatında pek çok yeniliğin
denendiği bir dönemdir. Bu yenilikler arasında, tarihi olayları saptama
anlayışının “şehnâmecilik” adıyla resmi bir görev halini alması da vardır. Bu
anlayış içinde tarihi olaylar yazma olarak kayda geçirilirken, bir yandan da
resimleniyordu. İmparatorluğun doğu ve batısındaki savaşlar, fetihler ve
seferler, tahta geçişler, yabancı elçilerin kabulü, bayram kutlamaları gibi
önemli olayların yanı sıra, bazen sultanın yalnızca tek bir seferi de ele
alınabiliyordu. Kanuni döneminde Nevaî Hamsesi (TKSM, H.802), Nevaî Divanı
(TKSM, R.804), Tuhfet-el Ahrar (TKSM, R.914) gibi edebi eserlerin yanında,
tarihi minyatürler de aynı derecede önemlidir.
Bu tür eserlerin en önemlilerinden birisi de Arifî’nin Süleymannâme’sidir (TKSM,
H.1608). Eser 1543 Macaristan kuşatmasını, Nice’in fethini ve deniz seferlerini
konu almaktadır. Barbaros Hayreddin Paşa idaresindeki Osmanlı donanması 1543
baharında, Kanuni Sultan Süleyman’dan yardım isteyen I. François’yı desteklemek
üzere Akdeniz’e açılmıştır. Barbaros, ıtalya’nın birkaç limanına uğradıktan
sonra Marsilya’ya ulaşmış, Fransız donanmasıyla buluşmuş ve V. Karl’in (şarlken)
müttefiki olan Savois dükasından Nice’i almıştır. Türk donanması bundan sonra
kışlamak üzere Toulon limanına gitmiş, Genova’da esir bulunan Turgut Reis’i,
limana dayanıp köyleri yakmakla tehdit ederek kurtarmıştır. Bu deniz seferi
sırasında donanmanın gittiği bütün limanlar, Süleymannâme’de önemli özellikleri
ile resimlenmiştir.
Tarih-i Sultan Bayezid (TKSM, R. 1272), ise II. Bayezid döneminin deniz
seferlerini anlatır. Bu resimlerde limana gelen gemiciler bölgenin özelliklerini
ve yapılarını hemen algılamaları amaçlanmıştır. Bu eserde gemilerin savaşlar
sırasında birbirlerine göre duruşları ile hareket biçimleri de oldukça gerçekçi
ve renkli bir biçimde verilmiştir.
Bu eserler, Matrakçı Nasuh tarafından yazılan ve resimlenen Beyan-ı Menazil-i
Sefer-i Irakeyn (İÜK, T.5964) adlı kitapta ilk kez ortaya konan yeni bir
eğilimin devamcılarıdır. Matrakçı bu yazmada, Kanuni’nin Irak seferi sırasında
Osmanlı ordusunun konakladığı yerleri anlatır. Matrak oyununun mucidi sayılan
Nasuh’un bu minyatürleri figürsüz, topografik birer manzara niteliği taşır.
Sanatçının Portekiz portulan çizimlerinden, önemli özelliklerin ilk bakışta
kavranabildiği deniz, kıyı haritalarından esinlendiği tahmin edilmektedir.
Eskişehir, Diyarbakır, Tebriz gibi örneklere bakıldığında, öteki menzillerde
olduğu gibi, bu kentlerin de en önemli topografik özellikleri ve yapılarıyla ele
alındığı görülür. Bu kitaptaki resimlerin içinde yeni anlayış doğrultusunda
titiz bir gözlem sonucu yapıldığı belli olan “İstanbul” ayrı bir önem
taşımaktadır. Bu örnek, bir Türk sanatçısı tarafından tasvir edilmiş en eski
İstanbul resmidir. Resim derinlemesine incelendiğinde, sanatçının önemli
özellikleri ne kadar ustalıkla seçebildiğine ve bunları yalın, dolambaçsız bir
biçimde yansıtabildiğine hayran olmamak elde değildir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatının son döneminde hazırlanmış olan
Süleymannâme (TKSM, H.1517) bu padişah zamanında başlatılan şehnâmecilik’in bir
ürünüdür. Eser Firdevsî’nin şehnâmesi fikrinden hareket edildiği için Farsça ve
mesnevi tarzında yazılmıştır. Başlangıçtan itibaren Osmanlı hükümdarlarının
saltanatlarını ele alan beş ciltlik bir dizinin sonuncusu olan yazma, Arifî
tarafından kaleme alınmıştır. Eser, bu dönem minyatürlerinin çoğunda olduğu gibi
yalın bir düzenleme sunar. Ancak minyatürlerin yüzeyleri, çoğu zaman ana konuyu
izlemeyi güçleştiren süslemeci motiflerle doldurulmuştur. Ama bu özellik, tarihi
olayların minyatürlerle yansıtılması konusundaki titiz yaklaşımın gelişmesiyle
giderek eriyecektir. Tarihi olayları gerçekçi bir tavırla saptama anlayışı ise,
artık Türk minyatür sanatının değişmez bir özelliği olarak gelenek haline
gelecektir.
Bu eserde Topkapı Sarayı’nı gösteren minyatürler, önemli özellikleri ve genel
görüntüsüyle sarayın bu dönemdeki durumunu yansıtan birer belge değerindedir.
şematik bir biçimde ele alınmış olan sarayın ikinci avlusundaki revaklar, sol
tarafta da kubbealtı görülmektedir. Kubbealtını gösteren minyatürde katipler,
öteki görevliler ve toplantı halindeki vezirler, yerli yerinde sıralanmış
oturmaktadırlar. Kubbealtı revağının altında, köşede maaş olarak dağıtılacak
altın ve gümüşler tartılmakta, keselere konup, mangalda eritilen balmumu ile
mühürlenmektedir. Öte yandan minyatüre bakanların olayların bütününü
anlayabilmesi için binalar açık bir kesit halinde gösterilmiştir. Kanuni’yi
avlanırken gösteren sahne ise figürlerin basit sıralanmasından oluşan yalın
kompozisyon şemasına iyi bir örnektir. Sultan’ın Topkapı Sarayı ikinci avlusunda
tahta çıkma töreni de yalın düzenleme şemasına bir örnektir. Bu kompozisyonda
yeni sultana bağlılıklarını sunacaklar yarımay biçiminde çizilmişlerdir.
Belgesel değere sahip bir başka sahne ise devıirmelerin toplanmasını yansıtır.
Bu kompozisyonda olayın bütün ayrıntıları tam olarak ele alınmış, eser
böylelikle resimli bir belge niteliği kazanmıştır.
Kanuni döneminde başlayan tarihi konuların işlenmesi ve şehnâmecilik’e bağlanıp
devletin resmi tarihini belgeleme niteliği alması, klasik döneminde Türk
minyatürüne ana karakterini kazandıracak, İslam ülkelerinde gelişen minyatür
sanatı içinde ötekilerden ayrılan bir okul oluşturacaktır.
Kanuni döneminde yapılan bu konudaki denemeler II. Selim ve III. Murad zamanında
meyvelerini vermiştir. 16. yüzyılın ikinci yarısında parlak renkli süslemeler
sadeleştirilerek figürlerin adeta soluk alması sağlanmış, Türk minyatür üslubu
klasik bir yetkinliğe ulaştırılmıştır. Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi tarihi
konulu minyatürler Osmanlı ordusunun seferlerini, padişahın tahta çıkışını,
saray içinde ve dışında düzenlenen gösteri ve şenlikler gibi olayları da konu
alıyordu. Örneğin Kanuni’nin son yıllarında 1558’de yazımına başlanan Sefer-i
Zigetvar (TKSM, H.1339) adlı eserde Zigetvar seferi ve II. Selim’in tahta
çıkışını izleyen yıllar konu edilmiştir. Sultan IŞ. Selim’i tahtında oturmuş,
önünde iki büklüm eğilmiş Avusturya elçisini huzuruna kabul ederken gösteren
resim, eserdeki ilginç minyatürlerden biridir.
Süleymannâme ya da Zafernâme (Dublin, Chester Beatty Lib., 413) adlı eserde ise
Kanuni Süleyman’ın son yıllarındaki önemli olaylar, Zigetvar seferi ve Sultan’ın
ölümü anlatılmıştır. Süleymannâme’de yer alan bir minyatürde Zigetvar kalesinin
havadan görünüşü başarılı bir “harita resim” üslubuyla seyirciye sunulmakta,
böylece savaş alanı hakkında bir fikir verilmekteydi. Bilindiği gibi kuşatma
sırasında daha kale alınmadan Kanuni ölmüştü. Cenazenin kaldırılışını gösteren
sahne sade ama etkileyici bir anlatımla sunulmuştur. Dönemin önemli olaylarından
biri sayılan Süleymaniye Camii’nin tamamlanması da aynı eserde yine tarihi bir
belge olarak yer almaktadır.
Tarihi konulu yazmalardan biri de Kanuni’den sonra tahta geçen oğlu II. Selim’in
saltanat yıllarının anlatıldığı şehnâme-i Selim Han’dır (TKSM, A.3593). Bu
eserde babasının ölümü üzerine Belgrad’a giden IŞ. Selim’in Otağ-ı Hümayûn’da
tahta çıkışı da tasvir edilmiştir. Aynı eserin karışlıklı iki sayfasında ise
karada ve denizde sürdürülen Navarin savaşı, bir başka sayfada da Tunus’un zaptı
gibi belgesel değer taşıyan konular ele alınmıştır. Edirne Selimiye Camii’nin
tasviri ve padişahı Topkapı Sarayı’nda kendisine paha biçilmez hediyeler sunan
Safavi elçisini kabul ederken gösteren minyatürler, bu yazmada yer alan başarılı
örneklerdir.
Klasik üslup sanatsever bir padişah olan III. Murad zamanında en yüksek düzeye
ulaşmıştır. Bu dönemin minyatür sanatı bakımından en önemli ve en zengin yapıtı
Surnâme’dir (TKSM, H.1344). Eser, III. Murad’ın oğlu şehzade Mehmed’in 52 gün 52
gece süren sünnet düğünü eğlencelerini konu almaktadır. Sünnet şenlikleri o
günkü adıyla Atmeydanı’nda (Sultanahmet meydanı) yapılmış, padişah ve şehzadesi
gösterileri ıbrahim Paşa Sarayı’nın meydana bakan cephesindeki şahnişin’den
izlemişlerdi. Yabancı konuk ve elçilerle saraylılar için de ıbrahim Paşa
Sarayı’nın bitişiğine bir tribün yapılmıştı. şenliğe cambaz, hokkabaz,
perendebaz gibi marifet ehlinin yanı sıra İstanbul’un bütün esnaf loncaları da
katılıp hünerlerini göstermişlerdi. Nakkaş Osman, şenlik olayını akış sırasına
bağlı olarak sahnelere bölmüş, meydan ve sarayı bir çerçeve halinde
tekrarlayarak gösterileri bir film şeridi gibi gözümüzün önüne sermiştir. Bu
bakından Surnâme sanat ve kültür tarihimiz için çok önemli bir belgesel
kaynaktır.
III. Murad döneminin en önemli yazmalarından biri de iki cilt halinde,
minyatürlü olarak hazırlanan Hünernâme’dir (TKSM, H.1523/4). 1584’te tamamlanan
birinci ciltle kronolojik bir sırayla Selçuklu ve Osmanlı sultanlarının tahta
çıkışları ile her birinin saltanat yıllarında geçen önemli olaylar anlatılarak
resimlenmiştir. Dört yıl sonra tamamlanan ikinci ciltte ise yalnızca Kanuni
Süleyman dönemi ele alınmıştır. Bu ciltte Sultan’ın özel hayatı ile ilgili
sahnelerin yanı sıra tarihi konulara ve dönemin askeri başarılarına da geniş yer
verilmiştir. Mohaç savaşını konu alan minyatür bu başarılara güzel bir örnektir.
Nakkaş Osman ve ekibinin gerçekleştirdiği önemli bir eser de şehinşahnâme’dir.
1581 tarihli birinci cildi bugün İstanbul Üniversitesi Kitaplığı’nda, ikinci
cildi Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan yazma III. Murad devrini konu
almaktadır. Birinci ciltte karışlıklı iki sayfada yer alan ve sarayda bir bayram
sabahını gösteren minyatür, bayramlaşma geleneğini yansıtması bakımından dikkat
çekiçidir. Aynı ciltte III. Murad’ın sarayın harem bölümüne yaptırdığı köıkü
gösteren bir minyatür de yer almaktadır. Günümüze gelmiş olan bu köık, Topkapı
Sarayı’nın en görkemli yapılarından biri sayılmaktadır. Yine birinci ciltteki
bir başka minyatürde ise o dönemde Galatasaray’da yaptırılmış olan Rasathane ve
burada yürütülen bilimsel çalışmalar gösterilmiştir. ıkinci ciltte Osmanlı
ordusunun sefere çıkışının konuya yaraşır bir görkemle tasvir edilişine tanık
olunur. Uyandırılmak istenen kitle etkisi, askerlerin sık saflar halinde ve
başarılı bir biçimde düzenlenişiyle sağlanmıştır.
1584’te tamamlanan Nusretnâme (TKSM, H.1365) adlı eser ise Lala Mustafa Paşa’nın
1579 yılında çıktığı Azerbaycan seferini konu alır. Kitabın başında yer alan
minyatürde serdarın sefere çıkmadan önce padişahı ziyareti tasvir edilmiştir.
Daha sonraki sayfalarda Paşa’nın sefer arifesinde yeniçeri ağalarına verdiği
ziyafet anlatılmaktadır.
Türk portre sanatının temelleri Fatih Sultan Mehmet zamanında atılmıştı. Nigarî
diye tanınan Haydar Reis en ünlü portre ustalarından biridir. Barbaros
Hayreddin’i gül koklarken gösteren portresi, sanatçının portre alanındaki
gücünün bir kanıtıdır. Günümüze pek az eseri kalmış olan Nigarî’nin bir başka
portre çalışmasında ise Sultan II. Selim, hedefe ok atarken gösterilmiştir. Bu
dönemde kaleme alınan Silsilenâme ve şemâilnâme gibi biyografi kitapları portre
sanatının yeniden canlanmasını sağlamıştır. Bu tür eserlerden biri olan Zübdet
üt Tevârih’te (TİEM , 1973) Hazreti Muhammed’den başlayarak dönemin sultanına
kadar gelen önemli kişilerin hayat hikayeleri verilmiştir. Bu tür minyatürlerde
tarihi üslup ile dini üslup birleştirilmiştir. Böylece taze bir üslup
birleşimine tanık olunur. Peygamberlerin hayatını ve dini olayları konu alan
altı ciltlik Siyer-i Nebî’de de bu üslubun yetkin örnekleri karışmıza
çıkar.Elinde ferman tutan Cebrail’in Adem ve ıit peygambere cennet elbisesi
giydirişi sahnesi ilginç örneklerden biridir. Bir başka sayfada ise Hazreti
Muhammed’in, Cebrail’in öğrettiği şekilde karısı Hatice ve yeğeni Ali’ye namaz
kıldırışı tasvir edilmiştir. Bu minyatürlerde yeni bir anlatım üslubunun
başarılı örnekleri görülmektedir.
Büyük sanat koruyucuları olan III. Murad ve oğlu III. Mehmed döneminde tarihi
konulu minyatür yapımının yanı sıra edebi eserlerin resimlenmesine de devam
edilmiştir. Bu edebi eserlerin başında yüzyıllar boyunca sayısız kopyaları
yapılan ve resimlenen Firdevsî’nin şehnâmesi (TKSM, H.1486) gelir. Burada yer
alan minyatürlerin birinde alışılmadık bir sahneye tanık olunur. Bu sahnede
Osmanlı çiçek zevkinin etkisiyle ellerinde demet demet çiçeklerle ava katılan
bir grup görülür.
şehnâme-i Mehmed Han ya da Eğri Fetihnâmesi (TKSM, H.1609) adı verilen eserde de
bazı değişik özellikler görülmektedir. Seferden dönen sultanın İstanbul’da
coıkun bir sevinçle karışlanmasını gösteren sahnede yolun iki yanına gerilmiş
kumaşları tutanlardan bir kısmının seyirciye arkalarını dönmeleri, halkın
kitleler halinde duruşu ve pencerelerden bakışı yeni motifler olarak dikkati
çekmektedir. Talikîzâde şehnâmesi’nde (TKSM, A.3592) yer alan minyatürlerden
birinde ise Manisa kenti ve sarayının başarılı bir tasviri görülür. Gerek saray
gerek kent içindeki önemli yapılar ustalıklı bir düzenlemeyle açık seçik
gösterilmiştir.
16. yüzyıl sonuyla 17. yüzyıl başında resimlenen bir grup eser hem konu hem
anlatım üslubu bakımından farklı bir birlik oluşturur. Bunlarda her ne kadar
ısfahan ve ıiraz resim okullarınınetkisi görülürse de renk kullanımı ve
figürlerin işlenişi belli bir farklılık ortaya koyarlar.
17. yüzyılda minyatür sanatı bir yandan geleneksel üslubu sürdürürken öte yandan
albüm resmi birdenbire büyük bir önem kazanmıştır. Falnâme’de yer alan büyük boy
kompozisyonlar bu türün tipik örnekleridir. I. Ahmed Albümü (TKSM, B.408) ise
hiçbir metne bağlı olmayan tek tek figürlerin ya da günlük hayatla ilgili
konuların işlendiği örneklerden oluşur. Bu albümdeki sayfalardan birinde tek tek
figürlerin bir araya toplandığı görülür. Çeşitli tipte insanlar giyim
özelliklerini belirtmeye özen gösterecek biçimde işlenmiştir. Bu resimlerde
serbest bir anlatım üslubuna tanık olunur. Geleneksel anlatım tarzlarından
ayrılan bu tür serbest üslup örneklerine 18. yüzyıl başından günümüze tek sayfa
halinde kalan sahnelerde de rastlanmaktadır. Erkekleri açık havada eğlenirken
gösteren bir minyatür bu serbest üslubu yansıtmaktadır. Bu türe giren ilginç
örneklerden birinde de Galata Mevlevihanesi’nde sema eden Mevleviler tasvir
edilmiştir. Ney ve kudüm çalanlarla semayı seyredenlerin arkasında yelkenlilerin
geçtiği bir deniz görünümüne yer verilmiş olması ilginçtir. Bir başka sayfada
ise daha önce minyatürlere konu olmamış bir yaşam kesiti, bir meyhane sahnesi
tasvir edilmiştir.
18. yüzyılın en ünlü minyatür ustası nakkaş Levnî’dir. Levnî çeşitli milletten,
meslekten kadın ve erkek figürünü resimlediği çok sayıda örnek bırakmıştır.
Sanatçı, yaptığı tek figürlerde konuya uygun bir çizgi ritmi yaratmayı
başarmıştır. Levnî’nin en tanınmış eseri iki kopya olarak hazırladığı
Surnâme’dir (TKSM, A.3593). Bu kitapta yazılı ve bol resimli olarak IŞI.Ahmed’in
oğullarının sünnet düğünü anlatılmıştır. Düğün bu kez Okmeydanı’nda
düzenlenmişti. IŞI. Murad dönemindeki düğünde olduğu gibi 1720 tarihli bu
düğünde de şenliğe bütün İstanbul esnafı katılmış, çeşitli hünerler
sergilemişti. Süslenmiş koçlarıyla celep ve kasapların geçişini gösteren
minyatür, esnafları temsil eden ilginç bir ornektir. Bir başka minyatürde
görüldüğü gibi, yukardan aşağı kıvrımlar çizerek ilerleyen esnaf alayının içinde
yarısı kadın yarısı erkek dev kuklalar, köçekler de yer alıyor, bunlar geçit
türenine ayrı bir merak ve neşe katıyorlardı. Kâğıthane sefalarından eğlenceye
açık olan İstanbul halkı akın akın Okmeydanı’na geliyor, günlerce süren şenlikle
yakından ilgileniyordu. şenlikte deniz eğlenceleri de önemli bir yer tutuyordu.
Haliç’in iki yakası arasında gemi direklerine gerilmiş halatlar üzerinde
arabalar geziyor, cambaz çengiler oyunlar oynuyorlardı. Padişah ve küçük
şehzadeler bu eğlenceleri Aynalıkavak Kasrı’ndan izliyorlardı. Levnî yüzlerce
değişik sahneyi içeren Surnâme minyatürlerinde konuyu değişik yönleriyle ele
almayı ve onlara esprili bir anlatım çeşnisi katmayı başarmıştır.
Batı’ya açılışın yoğunlaştığı Lale Devri’nde minyatür sanatında hem Batı resmi
tarzında ilginç gelişmelere hem de giderek artan bir çöküşe tanık olunur.
Levnî’den sonra adı anılmaya değer tek sanatçı Abdullah Buharî’dir. Pencereden
Bakan Kadın adlı resmi bu gelişen üsluba ilginç bir örnektir. Kadınların
yaşantısını konu alan Zenannâme’de (İÜK, T.5502) bu etkilerin daha da arttığı,
Batı’nın konulu manzara resimlerini anımsatan sahnelere yer verildiği görülür.
Aynı eserde yer alan bir doğum sahnesi, ele alınmaya başlanan yeni konulara
ilginç bir örnektir.
19. yüzyıl boyunca minyatür sanatı çöküşünü tamamlamış ve yavaş yavaş yerini
Batı resim tekniğiyle yapılmış yağlıboya tablolara bırakmıştır.
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |