|
Kyoto Protokolü OECD ülkelerine, sera gazı emisyonlarını düşürmeleri için çağrıda bulunmaktadır. Enerji üretim ve tüketiminde bugün mevcut olan eğilimlerin aynen devam edeceği varsayılarak hazırlanan (business-as-usual) senaryoda, OECD genelinde, 2010 yılındaki CO2 emisyonlarının 1990 yılında gerçekleşenden %30 fazla olabileceği tahmin edilmektedir. Halbuki Kyoto Protokolünde “Annex I” ülkelerinin, 2008-2012 yılları arasında, toplam sera gazı emisyonlarını 1990 yılı seviyesinin % 5.4 altına çekmeleri öngörülmektedir. Kyoto hedeflerini gerçekleştirmede, teknoloji, hiç kuşkusuz ki çok önemli bir role sahiptir. Çevreye duyarlı ve çevre dostu teknolojilerin geliştirilmesi ve ticarileştirilmesi, ancak teknoloji alanında hızlı ilerlemelerin sağlanması ile mümkündür. Devletler, hem yeni ve ileri teknolojilerin geliştirilmesi hem de bu teknolojilerin mümkün olduğu kadar hızlı yaygınlaşması yönünde gayret göstermelidir. Daha temiz ve verimli enerji teknolojilerinin pazara çıkması, ülkelerin taahhüt ettikleri emisyon düşüşlerini sağlamak üzere yapacakları harcamaların azalmasına olanak tanıyacaktır. Ayrıca, küresel iklim değişikliği sorununa kalıcı ve etkili bir çözüm sağlanması, emisyonların, Kyoto Protokolünde öngörülen ve 2008-2012 yıllarını kapsayan dönemin ötesinde daha da düşürülmesini gerektirmektedir. Ancak, devletlerin de katkılarıyla, mevcut “business-as-usual” durumunu değiştirecek yönde faaliyetlerde bulunulmazsa, - diğer bir deyişle, ekonomik büyüme (daha fazla enerji tüketilmesi) ve çevrenin korunması arasındaki ilişkiyi temelden değiştirerek, tamamen farklı enerji imkan ve hizmetleri sunacak teknolojiler ve sistemler bulunmazsa - bugünün en iyi ve de geleceğin daha gelişmiş enerji teknolojileri buna yeterli olmayacaktır. Bu çerçevede, devletlerin, söz konusu teknolojilerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için gerekli ortamı yaratacak yeni politika ve tedbirler (bazı regülasyonlar ve teşvikler vb.) ortaya koymaları ve bu faaliyetleri destekleyici uluslararası işbirliği imkanları ve ortak eylemleri gündeme getirmeleri gereklidir. Enerji üretim ve tüketiminden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının azaltılması için yapılması gerekenler şunlardır: Enerji tasarrufunun artırılması ve enerji tüketiminin (ısıtma, aydınlatma, ulaşım, endüstriyel prosesler vb.) azaltılması Enerji verimliliği daha yüksek ( birim hizmet için gerekli olan birim enerjiyi azaltan) teknolojiler kullanılması Fosil yakıtların yerine fosil olmayanların ve yüksek karbonlu fosil yakıtlar yerine düşük karbonlu fosil yakıtların kullanılması Karbonun ayrılması ve (bitkiler, toprak ya da yeraltı boşluklarında) tutulması, sera gazı konsantrelerinin kimyasal ve endüstriyel proseslerde kullanılması, petrol geri kazanımının artırılması. IEA ülkeleri bunları gerçekleştirmenin en iyi yollarının neler olacağını tartışmaktadırlar. Bu tartışmalarda ortaya çıkan, bütün çözümlerde teknolojinin anahtar rol oynadığı, ancak sadece teknoloji geliştirmenin de yeterli olmadığıdır. Bugün emisyonları düşürme kapasitesine sahip birçok teknoloji mevcuttur, ancak sorun bunların kullanımlarının sınırlı kalması ve yeterince yaygınlaşamamasıdır. Bunun çeşitli nedenleri vardır: 1) Alışılmış sanayi ve iş pratiğinde, yeni teknolojiler genellikle mevcut cihaz ve donanımların yenilenme dönemlerinde uygulamaya girmektedir. Başlıca sermaye yatırımlarının yenilenme hızı ise oldukça düşüktür (otomobillerde 8-10 yıl, imalat sanayiinde 15 yıl, enerji üretim tesisleri için 30 yılı aşkın, binaların kullanım ömrü ise 60-100 yıl). Dolayısıyla bu dönüşümün kendiliğinden olması beklenirse, yeni teknolojilerin yayılmaları çok yavaş olacaktır. Enerji ve büyük ölçekli sanayi üretimlerinde bu dönüşümün daha erkene çekilebilmesi ise, ancak bu dönüşüm sonuçlarının mevcut imkan ve donanımları kullanarak üretimi sürdürmekten daha karlı hale gelmesi koşuluyla mümkün olabilir. 2) Yeni teknolojiler, genelde, yerine geçecekleri konvansiyonel teknolojilerden daha pahalıdır. Yeni teknolojiler ve imalat proseslerinin maliyetlerinin düşürülmesi mümkün olmadıkça, bunların konvansiyonel teknolojilerin yerine geçmesi oldukça zordur. Diğer taraftan, maliyetlerinin düşmesi, “teknoloji öğrenme” süreci nedeniyle, kümülatif üretimlerinin artmasıyla mümkündür. Ancak yüksek maliyetleri, bu teknolojilere yatırımı engellemektedir. 3) Teknolojik ilerlemeler genellikle, sistemin baştan sona tamamıyla değiştirilmesiyle değil, mevcut sistemlerde arka arkaya gerçekleştirilen küçük atılımlarla olmaktadır. Ancak emisyonların düşürülmesi, kapsamlı yenilikleri ve sistemlerin tümüyle değiştirilmesini gerektirmektedir. 4) Yeni teknolojilerin finanse edilmesi ve uygulanmasındaki risk, özellikle ekonominin daraldığı dönemlerde ve belirsizliğin yüksek olduğu pazarlarda, bu teknolojilere yapılacak yatırımları geciktirmektedir. Bütün bu sınırlayıcı faktörler, bugünün en iyi ve yarının ileri teknolojilerinin yaygınlaşabilmesini sağlamak üzere, devletlerin – özel sektörün de katılımıyla – harekete geçmesini [altı tarafımızdan çizildi] gerektirmektedir. Bu kapsamda yapılması gerekenler üç ayrı başlık altında toplanabilir: Tam anlamıyla gelişmiş, ancak ticari olarak kendini kanıtlamamış teknolojiler için demonstrasyon ve pilot projeler yürütülerek bunların duyurulması ve tanıtılmasını hızlandırmak Teknik olarak geliştirilmeye muhtaç teknolojiler için düzenlenecek Ar-Ge programlarıyla, bu teknik engellerin aşılmasına yardımcı olmak Enerji sistemleri ve hizmetleri için tamamen farklı bir yaklaşım geliştirilmesi çabalarına öncü olmak ve destek vermek. Dünya nüfusundaki – özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki – hızlı artış, ekonomik faaliyetlerin yaygınlaşması ve yaşam standartlarındaki hedeflenen iyileştirmeler, enerji hizmetlerine olan talebin sürekli olarak artmasına yol açmaktadır. Bu eğilimler, enerji sistemleri ile emisyon seviyeleri arasındaki bugünkü ilişkileri değiştirecek yeni bir paradigma ihtiyacını da gündeme getirmektedir. Emisyonları önemli miktarlarda düşürecek tamamen yeni teknolojiler ve altyapıların ve bugünden hayal edemediğimiz yeni enerji sistemlerinin bulunması bu kapsama girer ve temel kavramlar üzerinde araştırma yapmanın ve uzun dönemli Ar-Ge’nin önemini vurgular. Birçok OECD ülkesinde gözlenen Ar-Ge yatırımlarındaki azalma ve giderek kısa dönemli Ar-Ge’ye odaklanma, uzun dönemli Ar-Ge yetenekleriyle ilgili endişeler ortaya çıkarmaktadır. Mevcut ve planlanan uzun dönemli Ar-Ge yatırımları, çözülmesi gereken sorunun büyüklüğü ışığında yeniden ve dikkatle değerlendirilmelidir. Yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve ticarileştirilmesi sürecinin uzunluğu, Ar-Ge’ye yapılacak yatırımların da kararlı ve sürekli olmasını gerektirir.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|