Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: TARİH
    Konu: İkinci Mahmut


Otuzuncu Osmanlı sultanı. İslam halifelerinin doksan beşincisidir. Osmanlı sultanlarından Birinci Abdülhamid Hanın Nakş-i Dil Sultandan olan oğlu olup, İstanbul’da 20 temmuz 1786 tarihinde doğdu. Şehzadeliğinde iyi bir eğitim ve öğretim gördü. Yüksek din ve fen ilimlerini, devrin kıymetli alimlerinden öğrendi. Amcası Üçüncü Selim Han onun yetişmesine çok itina göstererek, modern askeri ve teknik bilgileri ve devlet idaresini iyi bir şekilde öğrenmesini sağladı. Selim Han tahttan indirildikten sonra da yeğeni Mahmud’la sık sık görüşerek, ona tavsiyelerde bulundu ve tahta çıktığı zaman dikkat etmesi gereken hususları bildirdi. 28 Temmuz 1808’de Alemdar Mustafa Paşanın Selim Hanı tekrar basa geçirmek üzere saraya girdiği sırada sabık hakanın asiler tarafından şehit edilmesi üzerine Sultan Mahmud, Osmanlı tahtına çıktı.
İkinci Mahmud Han, Alemdar Mustafa Paşayı, veziriazam tayin edip, Kabakçı isyanından sonra ülkede pek çok hadise çıkaran zorbaları yola getirmekle vazifelendirdi. Kabakçı Mustafa isyanında rol oynamış bulunan asiler cezalandırıldı. Fesat çıkaranlar İstanbul dışında ikamete mecbur tutuldu. İstanbul’da otorite sağlamaya çalışılırken, Rumeli ve Anadolu’nun birçok yerinde ve bilhassa Halep ve Bağdat’ta valilerin çıkardığı karışıklıklar devam ediyordu. Cezayir’in idaresini dayılar ele geçirmişti. Vehhabiler Haremeyn’i zaptederek, hutbelerden padişahın adını kaldırmışlardı. Bu kötü gidişe, dur demek isteyen Sultan Mahmud, Anadolu ve Rumeli valilerini İstanbul’a davet etti. Bu valilerin yeni Sultan’a bağlılıklarını bildirmeleri istendi. Valiler İstanbul’a gelip, Sultan Mahmud Hana bağlılıklarını arz ettiler ve muhtemel asilere karşı ittifak senedi imzaladılar. Diğer taraftan isyanlar neticesinde iyice bozulan yeniçeri ocağını yola getirmek için talim ve terbiye usullerinin tekrar tatbik edilmesi istendiyse de, yeniçeriler bu icraattan memnun olmadılar. 14 Ekim 1808’de Sekban-i Cedid adıyla modern bir ordu kurulmaya başlandı. Sekban-i Cedid askeri, yeniçeriler ve taraftarları tarafından Nizam-i Cedid’in İhyası olarak kabul edildi. Veziriazam Alemdar Mustafa Paşanın devlet adamlarına ve askerlere karşı tavizsiz icraatları, yeniçerileri harekete sevk etti. 14-15 Kasım gecesi meydana gelen büyük isyan sırasında Alemdar Mustafa Paşa öldürüldü. Mahmud Han, yenilikleri durdurmak zorunda kaldı.
İstanbul’daki hadiselerin yatıştırılmasından sonra diğer iç ve dış meselelerin halline bakıldı. Arabistan’daki Vehhabiler, Osmanlı Devletine ve Ehl-i sünnet Müslümanlara karşı siyasi faaliyetlerden katliamlara varan tecavüzlerde bulunuyorlardı. Bu arada Vehhabilerin reisi Sü’ud bin Abdülaziz, Hicaz’ı istilaya teşebbüs etti. Haç mevsiminde hacıların yollarını kesip, Müslümanlara işkenceleri ve İslam dinine olan hakaretleri, dayanılmaz bir hal aldığından, Halife ikinci Mahmud Han, Mısır valisi Mehmed Ali Paşaya ferman gönderip, Vehhabileri cezalandırmasını emretti. Mehmed Ali Paşa bir dizi harpten sonra mübarek beldeleri Vehhabilerden temizledi. Zafer haberine çok sevinen Mahmud Han, Mısır valisi Mehmed Ali Paşaya ihsanlarda bulundu.
Öte yandan Balkanlarda, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devletinin birlik ve bütünlüğünü parçalamak gayesiyle yaptırdıkları bölücü ve yıkıcı faaliyetler çok artmıştı. Sırplar Bükreş Antlaşması ile (28 Mayıs 1812) muhtariyet kazanmalarına rağmen rahat durmuyorlardı. Osmanlı Devletine ödeyecekleri senelik vergiyi kestiler. Tam istiklal propagandaları ile kalelerdeki Osmanlı askerlerine saldırmaya başladılar.
1813 yılında, Sırplıları yola getirmek için Hurşid Paşa seraskerliğinde sefer açıldı. Hurşid Paşa Belgrad’a gelip, asileri yola getirdi. Asi Sırp lideri Kara Yorgi, esir düşmekten kurtulmak için, Avusturya’ya kaçtı. Belgrad ve Semendire kaleleri Osmanlılara tabi oldu. Serasker Hurşid Paşanın umumi af ilan etmesiyle, Sırplıların silahları toplatıldı. Kara Yorgi’den sonra Sırplıların başına Milos Obrenoviç geçti. Osmanlı Devletine sadakatle hizmete devam eden Milos Obrenoviç, 1818’de Avusturya’dan dönen rakibi Kara Yorgi’yi öldürdü. 1829 yılında Sırbistan’a muhtariyet verilmesine rağmen, yıllık vergi vermeyi ve dış islerinde Osmanlılara bağlılığını devam ettirdi.Arnavutluk’ta ise Tepedelenli Ali Paşanın nüfuzu sebebiyle Rumlar, Rusya’nın bütün teşvik ve yardımlarına rağmen isyana cesaret edemiyorlardı. Ancak Fenerli Rumlarla eskiden beri siki münasebetlerde ve İngilizlerle gizli muhaberelerde bulunan Halet Efendinin haince faaliyetleri ve özellikle Tepedelenli Ali Paşayı bertaraf etmesi Yunanlılara ayaklanma fırsatı verdi.
Etniki Eterya ve Fener’deki Rum Patrikhanesinin hedef tayin ettiği isyan, 1820 yılında başlatıldı. 12 Şubat 1821’de Mora Yarımadasına yayıldı. Rum asiler, yüzyıllardır hakimiyeti altında yaşayıp, komşuluk hakkını dahi çiğneyerek, Müslüman ahaliye karşı katliamlara giriştiler. İsyan Atina, Tesalya ve Adalara da yayıldı. Katliamlarda 1500 Müslüman şehit edildi. Rus Çarinin yaveri ve Etniki Eterya lideri Aleksandra Ipsilanti, 6 Mart 1821’de Eflak’ta isyan çıkardı. İsyan bastırıldı. İkinci Mahmud Han, asilere karşı yerinde ve zamanında tedbir aldı. Bölge ahalisine silah dağıttırdı. Bölgede isyanlarla alakası görülenler cezalandırıldı. İstanbul’daki Rum Patriği ve birkaç metropolit, isyanla alakası görülerek asıldılar. Osmanlı Devletinin iç durumu ve Avrupa devletlerinin asilere devamlı yardim ve müdahaleleri, isyanın bütünüyle bastırılamamasına sebep oldu. Mora’daki isyan büyüyerek Adalara ve Selanik’e kadar yayıldı. Bu durum üzerine Sultan Mahmud Mısır valisi Mehmed Ali Paşayı isyanı bastırmaya memur etti. Nitekim Kavalalı Mehmed Ali Paşanın oğlu İbrahim Pasa kumandasında gönderdiği küçük, fakat disiplinli ve modern ordu, isyanı kısa sürede bastırmaya muvaffak oldu (1825).
Yunan isyanı sırasında yeniçeri ve sipahilerin daha fazla bozulduğunu gören Sultan Mahmud Han, bu fesat yuvalarını ortadan kaldırmaya karar verdi. Yeniçerilerin artan tecavüz ve zorbalıkları kamuoyunu da aleyhlerine çevirmişti. Padişah, Yunan isyanının bastırılmasıyla kavuşulan sulh devresinde önce, orduyu ıslaha girişti. Ancak askeri talim ve terbiyeye karşı çıkan yeniçeriler, isyan manasında kazan kaldırdılar. Buna karşılık Sultan Mahmud Han da sadrazam, Şeyhülislam ve devlet erkanını toplayarak yeniçerilerin artık hıyanette bulunduklarını, bu sebeple tedbir alınmasını belirtti. Alimler, din ve devletin bekası için bu fesat yuvasının ortadan kaldırılması gerektiğini bildirdiler. Şeyhülislamın fetvası ile sancak-i şerif çıkarılarak, dinine ve padişahına bağlı olanların onun altına gelmesi ve mücadeleye girişmesi istendi. Böylece esine ilk defa rastlanan bir olayla padişaha bağlı birlikler halkla bütünleşerek fitne ve fesat yuvası yeniçeri ve sipahi ocaklarını ortadan kaldırdılar. İstanbul’da asi, ahlaksız, serseri temizliği yapılarak, yirmi binden ziyadesi cezalandırıldı. Yeniçeri ocağının kaldırılması hayırlı bir hadise kabul edilerek Vak’a-i Hayriyye denildi. Kendilerini Bektaşi kabul eden yeniçerilerin ortadan kaldırılmasıyla, hurufi olan sahte Bektaşi tekkeleri kapatılıp, babaları başka yerlere gönderildi. Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adli asker ocağı kurularak, devrin ihtiyaçlarına göre talim ve terbiye edilmesi, silah verilmesi ve özel kıyafet giydirilmesi kararlaştırıldı. Topçu, humbaracı ve lağımcı ocakları ıslah edildi. Mekteb-i Bahriye açıldı. Eğitim ve öğretimi en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar getirildi.
Osmanlı Devletindeki bu süratli ve olumlu gelişme, Avrupa devletlerini harekete geçirdi. İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı Devleti içerisindeki Mustafa Reşid Paşa gibi adamlarını yardım vadiyle kullanarak Rusya ile harbe sebebiyet verdirdikleri gibi, Mısır valisi Mehmed Ali Paşayı da devletine karşı kışkırttılar. Mısır’da Mehmed Ali Paşanın hakim olacağı bir devleti tanıyacağını bildiren İngiliz ve Fransızlar, onun güçlü ve disiplinli kuvvetlerini Osmanlılara karşı çevirmeyi başardılar. Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa kumandasında, daha ordusu bütünüyle yeniden teşekkül etmemiş Osmanlı Devletinin Suriye eyaleti üzerine asker sevk etti. 1831-1832 yılındaki muharebelerde, Mısır askeri, çokluğu ve intizamlı olması sebebi ile galip gelince, Osmanlılar Rusya’dan yardım istediler. Bu durum, İngiltere ve Fransa’yı telaşa düşürdü. Fransa’nın aracılığıyla 8 Nisan 1833 Kütahya Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre, Mehmed Ali Paşaya Mısır valiliğine ilaveten Suriye, oğlu İbrahim Paşaya da Adana eyaleti muhassillik olarak verildi. 8 Temmuz 1833’te Rusya ile savunma ve yardim esasına dayanan Hünkar İskelesi Antlaşması imzalandı. 1839’da Mısır üzerine ordu sevk edildiyse de neticesi gelmeden İkinci Mahmud Han İstanbul’da vefat etti ve Çemberlitaş’daki türbesine defnedildi.
Sultan İkinci Mahmud Han, Osmanlı Devletinin ilerlemesini, teknik ve sanayide devrin seviyesine ulaşılmasını isteyen tedbirli, gayretli bir padişahtı. Devrindeki büyük hadiseler karşısında asla ümitsizlik ve gevşeklik göstermedi. Gayreti sayesinde devlet, Avrupa tarzında sistemli orduya sahip oldu.
Avrupa’ya askerlik ve yeni silahların kullanılmasını öğrenmek için, talebe gönderdi. Askeri Tıbbiye ve Harbiye mekteplerini kurdu. Bu iki müessesenin eğitim ve öğretimini en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar ve mütehassisler getirdi. Askeri Tıbbiye, Harbiye ve sivil yüksek okulların öğrenci ihtiyacını karşılamak için medrese ve mekteplere ilaveten sıbyan mekteplerinin üstünde Rüşdiyeler (ortaokul), devlet memurlarının yetiştirilmesi için de Mekteb-i Maarif-i Adli kuruldu. Ülkenin ihtiyaçlarını karşılamak, çeşitli sahalarda mütehassis eleman yetiştirmek için Avrupa’ya çok sayıda öğrenci gönderildi. Eğitim ve öğretim parasız olup, ilk tahsil mecburi hale getirildi. Açılan okulların seviyesini yükseltmek için ve lüzumlu fen ve teknik kitapların tercümesi için batı dillerinde tercüme bürosu kuruldu. Tekrar Avrupa devletlerinin şehirlerine konsolos gönderilmeye başlandı. 1 Ekim 1831 tarihinde Takvim-i Vekayı adlı gazete, Osmanlı Türkçe’si ile ülke içinde çıkarılmaya başlandı. Fransızca’sı da dış ülkelere gönderildi. Avrupa ülkelerine gönderilen gazeteler ile Türkiye’nin propagandası yapılarak hadiseler ve ıslahatlar dünya kamuoyunda değerlendirmeye tabi tutuldu. Avrupa basının da, Türkiye ve Sultan Mahmud Hakkında neşredilen yayınlar takip edildi.
İkinci Mahmud Han, hükümet teşkilatı usulleri, kıyafet nizamında yenilikler yaptı. Osmanlı Devlet teşkilatındaki önceki müesseselerin yerine, Sadrazama Baş Vekil (Başbakan); Defterdara Maliye Nazırı (Maliye Bakanı); Reisü’l-küttaba Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı); Sadrazam Kethüdasına Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) denilmeye başlanıldı. Osmanlı Devletinde büyük bir yekun tutan vakıflar için Evkaf Nezareti kuruldu. Hükümet ve ahalinin önemli meselelerinin görüşüldüğü Meclis-i Vala-yı Ahkam-i Adliye; askeri islerin görülüp, kararlaştırıldığı Dar-i Şura-yi Askeri müessesesi kuruldu. Memurlar iç ve dış işlerde olmak üzere ikiye ayrılıp, maaşları, rütbe ve derecelerine göre bağlanarak, verilmeye başlanıldı. 1827’de Osmanlı Tıp Fakültesi kuruldu. 1838’de Karantina usulünü vücuda getirdi. Posta müessesesini kurdu. Posta yollarının kurulmasına çalıştı. Üsküdar’dan İzmit’e kadar bir posta yolu yaptırdı. 1831 yılında kısmi nüfus sayımı yapıldı. Arabistan’dan asker alınmadığı için sayımdan hariç tutuldu. Nüfus sayımında insan ve servet durumu ölçülmüş oldu. Dört milyon Hıristiyan’a karşılık sekiz milyon Müslüman ahalinin sayımı yapıldı. Bölgelerdeki Hıristiyanların sayısı, devlete verilen cizye miktarını da ortaya çıkarmış oldu.
İkinci Mahmud Hanın ilmi fazla olup, dini, fenni, teknik, askeri, idari ve sanat sahalarında kendisini çok iyi yetiştirmişti. Dindar, akıllı, zeki, çalışkan olup, gayret ve azim sahibiydi. Şairdi. Adli mahlasıyla şiir yazardı. ilim, sanat adamlarına ve eserlerine çok alaka gösterirdi. Onlara kıymet verip, himaye ederdi.
Ülkenin imarına, ilim, sanat, hayır ve sosyal müesseselerine önem veren İkinci Mahmud Han, pek çok eser yaptırdı. Bayezid Yangın Kulesini; Unkapanı ile Azapkapı arasındaki şimdi Unkapanı Köprüsü denilen Mahmudiye Köprüsünü; Beylerbeyi ve Çırağan saraylarını; Tophane’de Nusratiye, Bahçekapı’da Hidayet, Üsküdar’da Adliye, Arnavutköy sahilinde Tevfikiye camilerini yaptırdı. Hazret-i Halid’in türbesini mükemmel tamir ettirip, iyi bir hattat olduğundan sandukası pusidesi üzerindeki yazıyı kendi el yazıları ile yazdı. Yine güzel bir hüsnü hatla yazdığı Lefkoşe’de Selimiye Camiinde asilidir. Tophane’de Kadiri Camii ve tekkesini tamir ettirdi. İkinci Mahmud Han, 1820 senesinde Hücre-i saadete hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmanlı Sultanlarının Resulullah’a olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesikasıdır:
Şamdan ihdaya eyledim cüret ya Resulallah!
Muradim der-i ulyaya hizmet, ya Resulallah!
Değildir ravdaya sayeste, destaviz-i naçizim,
Kabulünle kıl ihsan u inayet, ya Resulallah!
Kimim var hazretinden gayri, halim eyleyem i’lam,
Cenabindandir ihsan u mürüvvet, ya Resulallah!
Dahilek, el-eman, sad el-eman, dergahına düşdüm,
Terahhüm kıl, bana eyle sefa’at ya Resûlallah!
Dü-alemde kıl istishab bu Han Mahmud-i Adlıyi,
Senindir evvel ü ahirda devlet ya Resulallah!

Mısır, Yanya ve Mora gibi vilayetlerin isyanı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları, yok edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında Sultan Mahmud Han, Mekke ve Medine’yi ancak tamir edebilmiş, kendisinden sonra oğlu Abdülmecid Han, bunları tezyin için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermiştir.
Kronoloji
1808 Alemdar Mustafa Paşanın sadareti, Padişah ile ayan arasında sözleşme, Sekban-ı Cedit Ocağı’nın kurulması, Yeniçerilerin isyanı, Paşa Kapısı’na ve saraya hücumları, Alemdar’ın şahadeti, Sarayda 4. Mustafa’nın katli, Sekban-ı Cedit’in ortadan kaldırılması, asillerin yatıştırılması.
1809 İngiliz’lerle Kale-i Sultaniye anlaşmasını yapılması, Ruslar’la savaşın tekrar başlaması, Vahhabi hareketlerine Hicazda Mısır valisi Kabalı Mehmed Ali Paşanın el koyması.
1812 Ruslarla Bükreş antlaşmasının yapılması.
1815 Yunan isyanlarının yapılması.
1817 Bazı imtiyazlar verilerek Sırp isyanın sona ermesi.
1822 Mora asillerinin Yunan bağımsızlığını ilan etmeleri.
1824 Mısır valisi Kavalalı Mehmet Alinin Mora isyanını bastırmaya davet edilmesi.
1825 Yeniçeri ocağının ortadan kaldırılması (Vaka-i Hayriye), Asakir-i Mansure-i Muhammediyenin kurulması, Ruslarla Akkerman antlaşmasının imzalanması.
1827 Yunan asileri lehine İngiltere, Rusya ve Fransa’nın Osmanlı donanmasının Navelin’de yakmaları Osmanlıları cihad ilan etmesi.
1829 Rusların Osmanlılar’la savaşa girmesi.
1830 Fransızların Batı Cezayir’i işgali.
1831 Mısır Velisi Kavalalı Mehmet Ali’nin isyanı ve Filistin ile Suriye’den ilerlemesi.
1833 Anadolu’ya giren Mehmet Ali orduları ile Kütahya Antlaşması ve buna karşı yardıma davet edilen Ruslar’la Hünkar iskelesi Antlaşması’nın yapılması.
1839 Nizip’de Osmanlı orduların yeniden Mısır’a yenilmeleri ve Padişahın ölümü.
Öyküsel Anlatım
Haziran 1828 gecesi Yeniçeri zorbaları birer, ikişer Atmeydanı’nda toplanmaya başladılar. Gece yansına doğru, binlercesi bir araya gelmişti. İstanbullular gene korkulu anlar yaşayacak, evlerine kapanacaklardı. Bu, belki Osmanlı tarihinin yüzüncü “kazan kaldırması” idi. Yine, ne olmuştu; yeniçeri ocağı neden ayaklanmıştı?
2. Sultan Mahmut Hanı, Kapıkulu Ocakları’na karşı harekete geçmek için tam 17 yıldan beri bekliyordu. Yunan ihtilali ile başa çıkamayan bu askerin, her an yeniden patlaması muhtemel bir Rus savaşında ne yapabileceği, artık yalnız padişahı değil, bütün devlet adamlarını ve bizzat Yeniçeri ağalarını düşündürür olmuştu.
İşe, 2. Selim’in yaptığı gibi, yeni bir ordunun tohumunu atmakla başlamak gerekiyordu. Zaten merhum Selim Han, oğlu gibi sevip yetiştirdiği Sultan Mahmut’a, devletin geleceğinin bu noktada düğümlenip kaldığını iyice telkin etmişti.
2. Mahmut Yunan ihtilalinin İbrahim Paşa tarafından söndürülmesinden hemen sonra, yeni bir ordunun teşkiline karar verdi. Selim’in hatalarından ders almıştı. Bütün kilit noktalarına, hatta Yeniçeri ağalıklarına, bu fikrini yalnız gösterişte değil, içten inanarak destekleyen şahsiyetleri getirdi.
Nihayet 25 Mayıs 1825’te «Eşkinci Ocağı» adıyla yeni bir askeri ocağın kuruluşu resmen açıklandı. Yeni ordu, ilk safhada 7650 askerin silah altına alınmasıyla kurulacaktı. Bu asker, Avrupa tarzında eğitim görecekti.
Yeniçeri Ocağı, artık devşirmelerden kurulu bir ordu değildi. İstanbullu ve taşralı kabadayılardan kurulmuş bir topluluktu. Son devşirme yazılmasının üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmişti. Zaten ondan önce de uzun süre devşirme yazılmamıştı.
Şeyhülislam Tahir Efendi, yeni ocağın kurulması lüzumuna dair fetva verdi. 11 Haziranda yeni askere, Avrupa tarzında kıyafetleri giydirildi. Hemen talime başlandı.
Bütün Kapıkulu ağaları, bilhassa Yeniçeri Ağası Celaleddin Ağa, Sultan Mahmut tarafından, en güvendiği adamlardan seçilmiş şahıslardı. Hepsi, herhangi bir ayaklanmada alacakları tedbirleri? kararlaştırmışlardı. Boğaz’ın Anadolu kıyılarını İzzet Mehmet Paşa, Rumeli kıyılarını ise Ağa Hüseyin Paşa muhafaza ediyordu. Bu sonuncusu, Yeniçeriler’in amansız düşmanı olarak tanınmıştı. Her iki paşa da, Anadolu’dan asker toplayıp yetiştirmişlerdi. Bir kazan kaldırma belirtisi görülür görülmez derhal şehre inip müdahale edecek şekilde bekliyorlardı.
Ancak ihtilal, bizzat padişahın düşündüğünden de erken patlak verdi. Sultan Selim’in Nizam-ı Cedit’ine yıllarca sabreden Yeniçeriler, yeni askerin talime başlamasından üç gün sonra ayaklanmışlardı.
15 Haziran sabahı gün ışırken padişah hareke;e geçti. Tatlı bir yaz günüydü. Boğaz da ne kadar güzel ve sakindi! Beşiktaş Saray-ı Hümayün’undan saltanat kayığına binen hakan, Topkapı Sarayı’na çıktı. Sadrazam Benderli Selim Paşa’ya, bütün devlet erkanını Topkapı Sarayı’nda toplaması için daha geceden haber salmıştı. Sadrazam, ilk iş olarak, Ağa Hüseyin ve İzzet Mehmet Paşalar’a, askerleriyle şehre inmeleri emrini verdi.
Devlet erkanı, sarayın Senet Odası’nda hükümdarı bekliyorlardı. Kapıda padişahı görünce ayağa fırlayıp el kavuşturdular. Sultan Mahmut’un belindeki kılıcı fark edince heyecanlandılar. Osmanlı hakanı, sert bir çehreyle devlet adamlarını selamladı ve hemen söze başladı:
- Cülusumdan beri kıl kadar kanun, şeriat ve ananeden ayrılmadım. Esasen böyle hareket etmek, benim vacibe-i zimmetimdir. Bana Cenab-ı Hakkın emaneti olan milletimi ve tab’amı sıyanet zımmında ne kadar gayret eylediğim cümlenin malümdur. On sekiz senelik saltanatımda Yeniçeriler, bilirsiniz, defalarca isyan ve tuğyan etti. Eşkıyalıklarına tahammül gösterdimse, kan dökülmesinden çekindiğim içindi. Kapıkulları’na bu kadar ihsan ettim ve müsamaha gösterdim. Bu defa, ihsanlarıma müatağrak olan Ocak, yeni askerin yazılmasına rıza gösterdiği halde, gene ayaklandı. Devletin bakaası için şart olan yeni orduya karşı harekete geçti. Yemininden döndü. Efendiler, söyleyin! Bu isyan, «hurüc ales -sultan” değilmidir? Meşrü hükümdarına, karşı ihtilal eden bu taifeye ne yapmak gerektir? Bu hainlerin tedibi emrinde şimdi artık göze alamayacağım tedbir yoktur. Kıtalden de, katliamdan da çekinmem. Efendiler. ne dersiniz?
Ve devam etti:
- Arkamdan gelin, Hırka-i Şerif Dairesi’ne gidelim! dedi.
Orada kendi elleriyle Hazret-i Peygameber’in bayrağını çıkardı. Sadrazam’la Şeyhulislama
- İşte Sancak-ı Şerif! dedi; Sultanahmet Meydanı’na dikilsin ve vatanını seven her İstanbullu, altında toplansın!
Öyle yapıldı. inkilapçı Şeyhulislam Tahir Efendi, yanına kazaskerleri, ileri gelen ulema, yüksek medrese talebesinden üç bin beş yüzünü aldı; Sancak-ı Şerit altına geldi ve meydanda toplanan mahşeri kalabalığa hitabetti:
Sonuç
2. Mahmut 23 yaşında tahta çıktı yenilikçi, pervasız ve sanatkar ruhlu bir insandı. Çok iyi bir eğitim aldı. Devrinde yenilikçi hareketler hız kazandı. Her zaman ilklere ve yeniliklere adım attı. Sekban-ı Cedit ve Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla yeni ordular kurdu. Yeniçeri ocağını ortadan kaldırdı. Kılık kıyafette değişiklik yaptı. 1831 yılında devletin insan ve servet durumunu belirlemek amacıyla yalnız erkekleri kapsayan nüfüs sayımı yaptırdı. Osmanlının devletler arası ilişkilerde bulunmasının yararlı olacağını anladı. Bu amaçla Avrupa devletlerinin büyük merkezlerinde sürekli elçilikler kurdu. Basının önemini kavradı ve yine bir ilki gerçekleştirerek ilk resmi gazete Takvim-i Vekayi nin çıkarılmasını sağladı. Avrupalı hükümdarlar gibi davrandı setre pantlon giydi, sakalını kısa kestirdi. Batı anlayışına gore bir eğitim örgütü kurmaya çalıştı. Bir fermanla ilk öğretimin zorunlu ve parasız olduğunu ilan etti. Yabancı kaynaklardan Türkçeye eserler çevirdi. Büyük hükümdar 1839 Temmuz’unun ilk günü ölümüyle Osmanlı tahtı ve Türk milleti, cesur bir inkilapçı devlet reisinden mahrum kaldı. Sultan Mahmut, 54 yaşındaydı. Devamlı iç dış sorunlar ve felaketler arasında biran bile ümitsizliğe, kararsızlığa kapılmamıştı, fakat kahrolmuş, veremden ölmüştü ve 2. Mahmut herzaman savaşlarıyla değil yaptığı yeniliklerle anılmıştı.
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |