|
Siyasi kültür ile çoğulcu demokrasi arasındaki bağlantıyı kavrayabilmek için öncelikle bu iki kavramı açıklamakta yarar var. Siyasi kültür olarak adlandırdığımız kavram, bir ulusun içinde veya bir devletin yurttaşları arasında hakim siyasi duyguların,inançların ve siyasete ilişkin değerlerin bir araya geldiği bir bütündür. Siyaset bir bakıma siyasi kültür süzgecinden geçerek oynanan bir oyun, hayatiyet kazanan bir faaliyettir. Toplumlardaki kültürel özellikler, siyasi kurumlara kimliklerini kazandırmaktadırlar; bir başka deyişle aynı siyaset organının farklı toplumlarda oynadığı rol o toplumun siyasi kültürüne göre oluşmaktadır. Günümüzde Almond ve Verba`nın da yapmış oldukları araştırmada da değinilen ve siyasi bilim edebiyatının da benimsemiş olduğu başlıca üç kültür kalıbı vardır. Bunlara ileride ayrıntılı olarak değinmeyi ve daha önce "çoğulcu demokrasi"den bahsetmeyi uygun görüyorum. Çoğulcu sistemlere verebileceğimiz bir başka isim de demokratik siyasal sistemlerdir. Çoğulcu demokrasi tek kelimeyle demokrasinin kendisidir ve bunun nedeni halkın kendi kararlarını karşılıklı uzlaşma ve tartışma sonucu vermesinin bu sistemlerin başlıca özelliklerinden olmasıdır. Çoğulcu demokrasinin en mükemmel örneği şüphesiz "doğrudan demokrasi" olarak adlandırılan ve günümüzde İsviçre`nin bazı kantonları dışında kullanım alanı olmayan, kararların tüm halkın görüşü alınarak alındığı sistemdir. Klasik liberal demokrasi, doğrudan demokrasiden esinlense bile özü bakımından sosyal demokrasiye benzer bir şekilde temsilidir. Ancak tabiki gerek sosyal gerek liberal demokrasi günümüzde kullanımı en uygun ve en çağdaş yönetim biçimlerinden ikisidirler. Antik Yunan`dan günümüze dek çeşitli demokrasi tanımları yapılmaktadır ancak geçmiş çağlardaki demokrasi anlayışının belirli zümrelere hitap ettiğini düşünecek olursak günümüzde gelinen nokta oldukça büyük bir başarıya işaret etmektedir. Hoşgörü ve özgürlüğün vazgeçilemez iki unsur olduğu çoğulcu demokrasiler, çoğunlukların azınlıkları ezmesine engel olurlar. Ayrıca Montesquieu`nün ortaya attığı kuvvetler ayrımı prensibi de demokrasinin vazgeçilmez bir unsurudur. Tümüyle çağdaş (yukarıda anlatıldığı gibi) bir yönetime sahip olmanın da çok kolay olmadığı, belli bir birikimi gerektirdiği açıktır. Bu birikim çeşitli şekillerde oluşabilir ancak siyasi kültür olarak da niteleyebileceğimiz bu birikimin sonuçları büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Daha önce bahsettiğim siyasi kültür çeşitlerinden ilki "cemaatçi ve yerel siyasi kültür"dür. Ulus devlet, cemaatçi ve yerel siyasi kültür içinde yaşayan birey için hayatın dışındadır. Dünya onun için üyesi olduğu cemaat veya aşiretten, içinde doğup büyüdüğü köyünden, mezrasından ibarettir. Ulus devlet kurumlarını tanımaz ve bilmez. Tanısa bile o kurumlardan beklediği herhangi bir şey yoktur. Diğer türümüz olan "tabiiyet kültürü"nde birey, siyasi merkezin nasıl bir şey olduğunun farkındadır ancak kendisini tebaa olarak algılar ve siyasi merkez üzerinde herhangi bir etkide bulunabileceğini düşünmez .Siyasi faaliyetlere karşı genel tavrı edilgenlik üzerine kuruludur. Bireyin siyasi düzenin bütünüyle farkında olduğu ve onun üzerinde isterse etkili olabileceğini düşündüğü kültür türü ise şüphesiz çoğulcu demokrasiyle de en çok bağdaşan "katılımcı kültür"dür. Faal hareket edebilen ve toplum hayatına yoğun bir şekilde katılan birey ulusal değerler kadar evrensel değerlerle de ilişki halindedir. Bireyin siyasi alandaki eylemleriyle, o eylemlerden beklediği sonuçlar arasında ussal bağlar vardır. Katılımcı kültürü diğer kalıpların tersine çoğulcu demokrasi ile bağdaşan kültür haline getiren temel etken çevresi karşısında edilgen bireyin gidip yerine olgulara ve çevresine yön verebileceğini düşünen bireyin gelmesidir. Elbette bu değişim kolay olmamakta, her ne sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın sonuç olarak toplum üzerinde derin izler bırakmaktadır. Bu kültür kalıbının Almond ve Verba`nın tahlillerinde istikrarlı demokrasinin olmazsa olmaz payandaları arasında gösterilmesi de çoğulcu demokrasiye en uygun kültür kalıbının "katılımcı kültür" olduğu savını desteklemektedir. Kültür kalıplarını hayatın içinde denk bir biçimde dağılmış olarak görmeye imkan yoktur. Çeşitli kalıplar etkileşim veya çatışma içinde olabilir. Bir birliktelik sergileyebilir. Türk toplumunun çeşitli kesimlerinde (sınıflandırmayı ekonomik anlamda yapabileceğimiz gibi sosyal anlamda da yapabiliriz) farklı siyasi kültür kalıplarının egemen olduğu da yadsınamaz. Bu noktada aklımıza takılabilecek bir soru da siyasi kültürün yeni kuşaklara nasıl aktarıldığıdır. Buna siyasi toplumsallaşma deniyor ve hareket noktasını da siyasi kültürü oluşturan siyasete ilişkin bilgi, tavır ve inançların yeni kuşaklara öğretilmesinden alıyor. (Siyasi toplumsallaşma sürecinden yetişkinlerin de pay aldığını unutmamak gerekir. Çünkü yeni kültür kalıpları toplumun tüm kesimlerine hitap eder) Hatırlatılması gereken bir başka husus da siyasi kültürün sadece belirleyen bir değişken değil aynı zamanda belirlenen bir değişken olabildiğidir. Toplumun ve siyasetin sürekli bir münasebet içinde olmaları aşikardır. Uluslaşma süreciyle birlikte dil ve kültür üzerinde özellikle durulmuş, bu şekilde kitlelerin bilinçlendirilmesi hedeflenmiştir. Dil ve kültür alanlarında sağlanan birlik sayesinde siyasi yapı-toplum bütünleşmesi aranır. Bu bütünleşme birkaç istisna dışında çoğulcu demokrasilerin ve ona uygun bir katılımcı kültürün temelini oluşturmuştur. Siyasi toplumsallaşma içinde çok büyük bir rol de aileye aittir ve okullarda yurttaşlık bilinci kazanmanın önüne dahi geçebilmektedir. Keza dini, sportif veya etnik anlamda bir çok gruplaşma da olumlu ya da olumsuz olarak siyasi toplumsallaşmayı etkilemektedir. Ülkemizin bu bağlamda dünya üzerindeki yerine de çalışmamın sonunda yer vermek isterim. Ne yazık ki çoğulcu demokrasiyle bağdaşan bir kültür kalıbı halen yakalayamadığımız bir hedeftir. Katılımcı kültürde bireylerin yaşam üzerindeki, karar alma mekanizmalarındaki rolleri üst düzeydedir. Oysa milletimiz hala "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" zihniyeti içinde edilgen olmayı tercih etmekte, belki de tercih etmemekte de bu onlara bu şekilde sunulmaktadır. Ancak ümitsizliğe de yer yoktur çünkü gelişen teknolojiler halkın bilinçlenmesine katkıda bulunmakta, bu da daha aydınlık bir geleceğe işaret etmektedir. Önemli olan katılımcı kültürün, çoğulcu demokrasinin ruhunda varolan uzlaşma, karşılıklı hoşgörü ve çok sesliliğin özümsenebilmesidir.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|