|
[Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararıyla Osmanlı Devleti’nin siyasal varlığına son verilmesi (1 Kasım 1922]
Kurtuluş Savaşı’nın Ankara Hükümeti’nin üstünlüğüyle sonuçlanıp Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922) imzalandıktan sonra, Yunanlıların Trakya’yı boşaltmasını denetlemesi için Refet Bey (Bele) İstanbul’a gönderildi. İtilaf Devletleri 27 Ekim’de hem Ankara, hem de İstanbul hükümetlerini Lozan’da bir barış antlaşmasına çağırdılar. Bu gelişme, saltanatın geleceği konusundaki tartışmaları hızlandırdı. Ankara Hükümeti siyasal otoriteyi İstanbul Hükümeti’yle paylaşmak niyetinde değildi. Mustafa Kemal (Atatürk) ve 80’i aşkın milletvekili TBMM’ye bir önerge vererek “Osmanlı Devleti’nin artık yıkıldığına ve yerine yeni bir Türk devletinin doğduğuna” ilişkin bir karar alınmasını istediler. 30 Ekim’de kurulan bir komisyon konuyu tartıştıktan sonra 1 Kasım’da saltanatın kaldırılmasını ve hilafetin saltanattan ayrılmasını öngören bir tasarı hazırladı. Ancak bazı milletvekilleri saltanatın hilafetten ayrılamayacağını ileri sürerek ve sonuçta hilafetin de kaldırılacağını sezerek tasarıya tepki gösterdiler.
23 Nisan 1920`de Ankara`da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kurulmuş olmasına rağmen, İstanbul`da Padişah henüz varlığını devam ettiriyordu. Esasen Mudanya Mütarekesi imzalanıncaya kadar, devletin rejimi hakkında herhangi bir karar alınmamıştı. Vatan toprağı işgal altında iken Büyük Millet Meclisi Hükümeti, böyle bir meseleyi ortaya atmak istemiyordu. Mudanya Mütarekesinden sonra artık rejim meselesine girişilebilirdi. Bunun için de bir bahane lazımdı. Bir fırsatı Osmanlı Hükümeti yarattı. İtilaf Devletleri, Lozan`da toplanacak barış konferansına hem Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini, hem de Osmanlı Hükümetini davet ettiler. Sadrazam Tevfik Paşa, Mustafa Kemal`e çektiği telgrafta; Ankara ile İstanbul arasındaki ikiliği kaldırmış olduğunu, barış müzakereleri hakkında anlaşmak üzere İstanbul`a yetkili bir zatın gelmesini veyahut birinin Ankara`ya gitmesini bildiriyordu. Mustafa Kemal, Sadrazama red cevabı verdi. Çünkü Türk Milleti uğradığı büyük felaketle yalnız başına mücadele etmişti. Düşmanla işbirliği yaparak Milli Mücadeleye karşı cephe almış olan Padişah Hükümetinin faydasından çok zararı olmuştu. O halde ortadan kaldırılması kaçınılmaz bir zaruret haline gelmişti. Esasen 20 Ocak 1921`de kabul edilen Anayasadaki "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" hükmü ile saltanat bağdaşamazdı.
Sorun, Mustafa Kemal’in saltanatın kaldırılmasının gerekliliğini ortaya koyduğu konuşmasından sonra komisyon da çözüme bağlandı. Meclise iki maddelik bir tasarı sunuldu. Birinci maddede, tek kişinin egemenliğine dayanan İstanbul’daki hükümet biçiminin, İstanbul’un İtilaf Kuvvetleri’nin fiili işgaline girdiği tarih olan 16 Mart 1920’de sona erdiği belirtiliyordu. İkinci madde ise hilafetin saltanattan ayrılmasını öngörüyordu.
Meclis bu iki maddelik tasarıyı oybirliğiyle benimsedi. Ardından Refet Bey İtilaf Devletleri Yüksek Komiserliği’ne başvurarak İstanbul Hükümeti’nin Ankara’daki TBMM tarafından devralındığını duyurdu. İstanbul, “Saltanat-ı Milliye” olarak adlandırılan Ankara yönetiminin sınırlarına katıldı. 17 Kasım’da VI. Mehmed (Vahideddin) bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’u terk edince, halifeliğe ertesi gün gene Osmanlı hanedanından Abdülmecid Efendi getirildi.
1 Kasım 1922`de saltanatın kaldırılması ile, Sultan-Halife gibi, çifte görevi olan Osmanlı hükümdarının elinden egemenlik hakları, devlet yetkileri alınmıştı. Eski Osmanlı hükümdarına sadece, dini başkanlık yetkiler tanınmıştı. Hükümet, TBMM`nin seçtiği Halife Abdülmecid Efendi`den, sadece Müslümanların Halifesi ünvanını kullanmasını, gösterişli hareketlerde bulunmamasını istemişti. Abdülmecid, halife seçildikten sonra kendisine verilen talimata aykırı olarak, "Halife-i Müslimin" ünvanından başka sıfat ve ünvanlar taşıyarak, Cumhuriyet hükümetinin talimatı dışına çıkmıştır.
Bazı politikacılar ise; "Hilafet aynı hükümettir, hilafetin hukuk ve görevini iptal etmek hiç kimsenin hiç bir meclisin elinde değildir" diyerek, Halife`yi, Padişah gibi yaşatmak istiyorlardı. Bu durum halifelik kurumu hakkında bir an önce önlem alınmasını gerektiriyordu. Fakat Gazi Mustafa Kemal Paşayı halifeliğin kaldırılması için zorlayan önemli sebep, Halife mevcut oldukça Türkiye`de yapılması zorunlu olan sosyal ve laik karakterdeki devrimlerin yapılamayacağı idi.
3 Mart 1924 tarihli, "Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmaniye`nin Türkiye Cumhuriyeti memalik-i hariciyesine çıkarılmasına dair kanun"la hilafet kaldırılmıştır. Böylece, yeni Türkiye önemli bir adım daha atmıştır. Hilafetin kaldırılmasının Türkiye`de ve dünyada geniş yankıları olmuştur. Hilafetin kaldırıldığı 3 Mart 1924 günü, bir diğer kanunla da Şer`iye ve Evkaf Vekaleti (Bakanlığı) kaldırılmıştır. Şer`iye ve Evkaf Vekaleti`nin kaldırılması sonucu, bu vekalet tarafından yönetilen okullar ve medreseler de kaldırılmıştır. Ayrıca aynı gün, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekaleti de kaldırıldı. Böylece ordu siyaset çatışmasının da önüne geçilmiş oldu. Tevhid-i Tedrisat kanunu da o gün kabul edilmişti.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|