Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: CUMHURİYET
    Konu: Lozan Barış Anlaşması


Mudanya ateşkes anlaşması imzalanmasından önce, hem Avrupa’da hem de Türkiye`de karşılıklı siyasal ilişkiye girilmemesini,askeri harekatın sonuna dek sürdürülmesini sağlayan aşırı görüşler vardı. Bunlar karşılıklı olarak güvensizlik içindelerdi. Ancak askeri hareket durduktan sonra, bir anlaşma zemini aranması uygun görüldü ve Mudanya ateşkes antlaşması imzalandı (11 ekim 1922).
Ateşkesten sonra sıra barış antlaşmasına gelmişti. İtilaf devletleri konferansın İsviçre’nin Lozan kentinde yapılmasına karar vermişlerdi. İtilaf devletleri konferansa hem Ankara Hükümetini, hem de İstanbul Hükümetini çağırdılar. Bu durum Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından olumlu karşılanmadı. T.B.M.M bunun üzerine 1 kasım 1922`de saltanatı kaldırdı ve yapılan toplantıda Ankara Hükümeti, Osmanlı Hükümetiyle ilişkisi bulunmadığını ve Türkiye`yi yalnız Ankara hükümetinin temsil edebileceğini, aksi halde toplantı katılmayacağını İtilaf hükümetine bildirdi. Bu sırada İngiltere`de savaş taraflısı Lyord George kabinesi düştü, yerine barış taraflısı Bonarlow kabinesi geçti. Kabinede dış işleri bakanlığı görevi Lord Curzon`a verildi. Curzon barış görüşmelerinin hemen başlatılması için diğer devletlerle ilişki kurarak, çalışmalara başlamıştı. Fransa, İtalya ve Yunanistan görüşmelere hemen başlama kararı aldılar. T.B.M.M uyarmasını da dikkatte alan bu devletler Lozan barış konferansına yalnız Ankara hükümetinin katılmasında sakınca görmediklerini Lord Curzon`a bildirdiler. Lord Curzon bu durumu Ankara hükümetine yazdı. T.B.M.M hükümeti çağrıya olumlu cevap verdi ve Ankara`da Lozan`a gidecek heyet M. Kemal tarafından seçildi.
Heyetin başına İsmet İnönü getirildi. Bunun içinde İsmet Paşa, istifa eden Yusuf Kemal Beyin yerine dış işleri bakanı olarak atandı. Lozan`a gidecek Türk kurulu şu delegelerden oluşuyordu;
Baş delege: İsmet Paşa; delegeler: Rıza Nur, Hasan Bey (Saka); danışmanlar: Veli (Saltık), Zülfü (Tigre), Zekai (Apaydın), Celal (Bayar), Münir (Ertegün), Muhtar (Çilli), Şefik (Başman), Seniyüddin (Başak), Şevket (Doruker), Tevfik (Bıyıkoğlu),Tahir (Taner), Nusret (Metya), Hikmet (Bayur), Zühdü (İnhan), Fuat (Ağralı), Mustafa Şeref (Özkan), Şükrü (Kaya), Hamit (Hasancan), Cavit (eski maliye nazırı), Hayim Nayun, Baha Beyler; basın danışmanı: Ruşen Eşref (Ünaydın), Yahya Kemal (Beyatı); danışman ve genel sekreter: Reşit Saffet (Atabinen) Lozan`a gitmek üzere Ankara`dan uğurlandı (4 kasım).
Lozan delegeler kuruluna verilen önergedeyse başlıca şu görüşmelerin sağlanması isteniyordu:
1) Doğu Anadolu`da Ermeni yurdu kurulması konusunda kesinlikle söz edilmeyecek; bu konu görüşülmek istenirse, görüşmeler kesilecek.
2) Irak sınırında, Kerkük, Süleymaniye, Musul sancakları istenecektir. Petrol ve benzeri ayrıcalıklar konusunda İngilizlere bazı iktisadi çıkarlar sağlanması düşünülebilir. Ortaya çıkabilecek öteki güçlükler için T.B.M.M inden yönerge istenecektir.
3) Adalar konusunda duruma göre hareket edilecek ve kıyılarımıza yakın adalar anavatana katılacak, başarı elde edilemezse Ankara`ya danışılacaktır.
4) Trakya`da 1913 sınırının elde edilmesine çalışılacaktır.
5) Batı Trakya için Misak-i Milliyedeki (ulusal and) madde uygulanacaktır. (yani halk oylaması istenecektir)
6) Boğazlarda ve Gelibolu yarım adasının yabancı askerlerin bulundurulması isteği kabul edilmeyecektir. Bu konuda anlaşmaya varılamazsa, görüşmelerin kesilmesinden önce Ankara`ya bilgi verilecektir.
7) Kapitülasyonlar kabul edilmeyecek gerekirse bu konuda görüşme kesilecektir.
8) Azınlıklar konusundaki temel yaklaşımlar, karşılıklı değişecektir.
9) Düyun-u Umumiye İdaresi`nin alacaklarının yalnız Türk hükümeti üzerinde kalmamasına, bu borçların ayrılan devletlere de paylaştırılmasına, olmazsa 20 yıl sonraya ertelenmesine çalışılacak.
10) Ordu ve donanmanın sınırlandırılması diye bir konu olmayacak.
11) Türkiye`deki yabancı kurumlar, Türk yasalarına uyacak.
12) Türkiye’den ayrılan ülkeler için Misak-i Milliyenin özel maddeleri yürürlüktedir.
13) Cemaatler (dinsel azınlıklar) ve İslam Vakıflar hukuku eski anlaşmalara göre sağlanacak.
Konferansın açılış tarihi olarak önce 13 kasım kararlaştırılmıştı. Ama bu arada müttefikler bir takım tertiplere başvurdular; nitekim Türk heyeti Lozan istasyonunda, devlet ileri gelenleri tarafında bilhassa karşılanmadı. İnönü bu durumdan yararlandı ve Fransa başbakanı ve dışişleri bakanı Poincaré`nin özel davetini kabul ederek Paris`e gitti, onunla konuştu. Bu görüşme İngilizleri etkileyecekti. Fransız basınında Türkler için yararlı yayınlar yapıldı. Konferans ancak 20 kasım 1922 saat 15.30 da Mont Benon gazinosu salonunda açıldı. Müttefikler bu konferansı "Şark İşleri Konferansı" olarak adlandırdılar. Onlara göre bu 1914 ten beri doğunun huzurunu bozan savaşlara kesin son vermek ve karşılıklı anlaşmaya varmak üzere toplanan bir konferanstı. Bu sebeple Lozan`daki görüşmeler sırasına İsmet Paşa, Osmanlı hükümetiyle ilgili bütün meselelerle uğraşmak zorunda kaldı. Mustafa Kemal Paşa bu durumu, Nutuk`ta "Lozan sulh masasında bahse mevzu olan meseleler üç dört yıllık yeni bir devreye münhasır kalmıyordu. Konferansta yüzyıllık hesaplar görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık, bu kadar mülevves hesapların içinden çıkmak elbette o kadar basit ve kolay değildi." diye belirtir ve İsmet Paşa`nın karşılaştığı güçlükleri anlatır.
Konferans İsviçre federasyonu başkanının bir konuşmasıyla açıldı. İsmet Paşa bu ilk toplantıda salona Lord Curzon ile birlikte girdi; konferansa Lord Curzon başkanlık edecekti. İsviçre başkanı nutkunu "Yeryüzündeki iyi niyetli insanlara selam" sözleriyle bitirdi. Açılış töreninde İtalya başbakanı Mussolini ve Fransa başbakanı Poincaré de bulunuyordu. İsviçre konfederasyonu başkanından sonra Lord Curzon bir konuşma yaparak "Eğer delegelerin hepsi aynı uzlaştırıcı ruhla çalışırsa, masaya gelecek her
meseleyi çözmek ve barış yapmak isteğini duyarlarsa, amaca ulaşmak kolaylaşacaktır" dedi. Bu konuşmadan sonra kendisinin, taraflardan biri olduğunu düşünerek İsmet Paşa söz istedi ve konuşmasında Türkiye`nin uğradığı haksızlıkları saydı. Anadolu`daki tahribatı, yapılan mezalimi, halkın çektiği acıları anlattı. Konferansa bir ricacı olarak gelmediğini de tekrarladı. Asıl görüşmeler 21 kasımda saat 11.00`de, Chateau d`Uhy
otelini büyük salonunda başladı. Oturumun başkanı Lord Curzon idi. Konuşmalar sert bir hava içerisinde başladı. İsmet Paşa, komisyonlardan birinin başkanlığının Türklere bırakılmasını, genel sekreterliğe bir Türk yardımcının verilmesini ve Türk delegeleri sayısının ikiden üçe çıkarılmasını teklif etti.
Bu tekliflerin hepsi karşı tarafça reddedildi. Yalnız Boğazlar meselesi konuşulurken bu konuşmalara Karadeniz`de kıyıları olan devletlerin temsilcilerini çağırılması olumlu karşılandı. Konuşmaların bu kısmına Sovyetler birliği ile Romanya ve Bulgaristan temsilcileri de katıldı. İsmet Paşa bütün oturumlar boyunca Fransızca konuştu. Konferansta önce üç ana komisyon kuruldu. Bunların sayısı gerektikçe artırılacak yahut alt komisyonlar seçilecekti. Ana komisyonlar:
1) Toraklara, askerliğe ve boğazlara ait işler komisyonu,
2) Ekalliyetler (azınlıklar) komisyonu,
3)Mali, iktisadi ve hukuki işler komisyonuydu. Bunun dışında alt komisyonlarda kuruldu.
4)
Lozan`da karşılaşılan ilk çetin mesele, Batı Trakya meselesi oldu: bu topraklar son elli yıl içinde, Türkler, Bulgarlar, Yunanlar arasında çeşitli bölünmelerle el değiştirmiş ve bu konuda yapılan her incelemede, o andaki duruma göre verilen istatistikler ayrı sonuçlar doğurmuştu. Lozan konferansına gidildiği zaman, Batı Trakya`da Türk nüfusu, diğer nüfuslara nazaran çoğunluktaydı. Türk kuvvetleri bir yandan Meriç hattında ilerlerken öte yandan bazı milis teşkilatçıları batı Trakya`da mahalli teşebbüslere girişmişler, bir Müslüman hükümet kurmayı bile tasarlamışlardı. Ankara`nın barış istemesi üstüne, Batı Trakya`da Yunanistan`dan geri alınacak topraklar meselesiyle ilgili çalışmalara yer verilmedi. Çünkü Türkiye, batı Trakya`yı birinci Dünya Savaşından önce elden çıkartmıştı. Bu durum, bir takım antlaşmalara dayanıyordu. Batı Trakya, saldırıya uğrayan ve Yunanlılar tarafından zorla işgal edilen Türk topraklarına benzer durumda değildi. Milli Misak sınırları içerisinde bulunmuyordu. Fakat ortada bir Karaağaç meselesi vardı ve burası, Edirne`nin bir mahallesiydi. Yunanlılar Edirne`yi işgalleri sırasında Karaağaç`ı ele geçirmişlerdi; Mudanya antlaşması, Meriç nehrine kadar Türk topraklarının Türklere geri verilmesini kabul ettiği halde, Meriç`in batı kıyısına düşen ve Edirne`nin bir mahallesi durumunda olan Karaağaç meselesini barış konferansına bırakmıştı.
Konferansta yunanlılar bu konu üstünde direndiler. Boğazlar, azınlıklar ve diğer meseleler üzeride de olumlu ilerlemeler olmadı. Konferansın açılış üstünden bir ay geçti. Ele alınan meselelerin çözümü konusunda, her iki taraf da görüşünü değiştirmedi. İsmet Paşa bu hava içinde, Ankara`ya durumu bildirmek ve bu konuyu daha yakından görüşebilmek için heyetten Hasan (Saka) Beyi memlekete gönderdi. Hasan Bey, T.B.M.M kürsüsünde Türklerin Lozan`daki tutumunu ve diğer devletlerin öne sürdüğü meseleleri bütün açıklılığıyla anlattı. Bir kısım konuşmacılar silaha sarılmaktan ve meseleleri silah gücüyle çözümlemekten söz ettiler. Hasan Bey`in Mecliste verdiği bilgilere göre birinci komisyonun ele aldığı meseleler şunlardı:
a) Boğazlar meselesi (Türk tezine göre): Karadeniz ve Çanakkale boğazları Türkiye`nin hakimiyeti altındaki topraklar üzerinde ve Milli Misak sınırları içerisindedir. İstanbul ve Marmara`nın güvenliği için Boğazlar, Türk hakimiyeti altında olmalıdır. Türkiye bu ilkeleri kabul edildikten sonra Boğazların milletlerarası ulaştırmaya açılması konusunda ilgililerle birlikte kara alabilir. Sovyetler Birliği dışişleri bakanı Çiçerin, Türk tezini destekledi ve bu tutum Türkiye için faydalı oldu. nitekim görüşmeler, Boğazlar hukuku hakkında Türkiye`nin sunduğu tez üzerinde devam etti.
b) Azınlıklar meselesi: Anadolu`daki zafer, Anadolu Rumluğuna ve Anadolu`daki Ortodoks kilisesine son verdi.Kaçan yunan orduysa birlikte yunan adalarına Rum göçmen akını başladı. Bunların sayısı yaklaşık 263 000`i bulduğu gibi, Yunanlıların "Pontus" dedikleri Karadeniz kıyısındaki Rumlar da, aynı şekilde çekildiler. Antlaşmaya göre yapılacak "mübadele" sonunda, Anadolu ve Doğu Trakya`da Rum kalmayacaktı. Türkiye`deki azınlıkların hakları Avrupa`da imzalanan Antlaşmalar çerçevesinde Türkiye hükümeti tarafından korunacaktı. Türkiye`ye komşu ülkelerdeki Türk azınlıkların hakları da aynı anlaşma hükümlerine bağlıydı. Bu görüş İstanbul`da kalacak Rumlarla; Batı Trakya`da kalacak Türkler meselesini ortaya çıkardı. Hıristiyan heyetlere göre eski Bizansın son hatırası olan Patrikhane yüzünden tartışmalar uzadı.
c) Musul meselesi: Musul vilayeti bakımsız, yıkılmış, fakat taşıdığı petrol rezervleriyle daima ilgi çeken bir bölgeydi. Bu yüzden Irak ve Musul Vilayetlerini İngilizler, kendilerine verilecek bir toprak sayıyorlardı. Sevr antlaşmasıyla Güneydoğu Anadolu`da kurulması kararlaştırılan Kürdistan için Musul`un ellerinde bulunması ve bu yolla İngiliz ordusunun bu bölgede yerleşmesini gerekli görüyorlardı. Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığı zaman (30-31 ekim 1918), Musul şehri ve yöresi İngilizlerin elinde değildi. İngilizler Musul`u Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra ele geçirdiler ve Irak`ta bir kukla hükümet kurarak
bu hükümetle bazı antlaşmalar yaptılar. Bu konudaki Türk tezi şuydu:
1) Musul vilayetinde Türkler çoğunluktadır;
2) Coğrafi ve siyasi bakımından bu vilayet, Anadolu`nun ayrılmaz bir parçasıdır;
3) Türkiye`nin bir parçası olan bu topraklar hakkında İngiltere`nin imzaladığı anlaşmalar yersizdir,
4) Musul vilayeti, İngilizler tarafından antlaşmadan sonra işgal edilmiştir. Bu sebeple, aynı durumda olan öteki Türk toprakları gibi, anavatana verilmelidir.
Lord Curzon bu görüş ve isteklere karşı çıktı. Fransız ve İtalyan temsilcileri de onu desteklediler. Bu topraklar konusunun, gelecekte kurulması düşünülen bir kurulda ele alınması görüşü ortaya atıldı. İsmet Paşa bu görüşe karşı direndi ve "Dünya`da hiç kimse, Musul meselesinden dolayı sulhun tehdit
edilmesini istemez" diyerek meseleye barışçı bir çözüm yolu aradı. Fakat İngiltere de görüşünde direnerek ortada bir savaş meselesi olduğunu ve Milletler Cemiyeti misakının 2. maddesine göre İngiltere`nin bu meseleyi çözümleyecek güçte bulunduğunu öne sürdü. İsmet Paşa, Dünya kamuoyunun bu konuda Türk davasına destek olacağı inancını belirtti. Musul meselesi, Milletler Cemiyetinin araştırma ve hakemliğine bırakıldı.Milletler Cemiyeti, Türk
görüşünü benimsemedi.
İkinci komisyon, Türkiye`deki yabancılar hakları meselesiyle uğraştı. Kapitülasyonlar meselesi de yalnız Lozan görüşmelerinin değil, Türk Milli mücadelesinin de ana konularından biriydi. Kapitülasyonlar, eski Osmanlı İmparatorluğu ile batılılar arasında yapılan birtakım anlaşmalardı. Bunlar, Osmanlı Devleti güçten düştükçe, Türkiye`nin yarı sömürgeliğini kanunlaştıran bir nitelik kazanmıştı. Lozan konferansında karşı taraf bu şartları sürdürmek istedi. Kapitülasyonların önemli noktası gümrük tarifeleriydi. Türkiye gümrüklerinde gerekli gördüğü tarifelerin uygulayamayacaktı. Bu durum, ülkede sanayinin gelişmesini, iktisadi kalkınma ve hakimiyeti sağlayıcı ve koruyucu tedbirlerin alınmasını önlüyordu. Ayrıca devletin yargı bağımsızlığına, ulaştırma haklarına engel oluyordu. Konferansta Türk tezi, kapitülasyonların kesin olarak kaldırılması yönündeydi. Karşı taraf adına Lord Curzon kapitülasyonları "Türkiye`nin ticaret ve servet kaynaklarının geliştirilmesi için yabancılara verilmiş garantiler" sayıyordu. İsmet Paşa`nın karşılığı ise kesindi:"Yabancıların Türkiye`deki durumu, mutakil ve kendi mukadderatına sahip medeni milletlerin kanunlarına benzer kanunlarla garanti edilmiştir" Bu konuda Türk heyeti, yabancı hukukçuların danışmanlıklarından da faydalandı. yabancı kaynaklardan örnekler derlendi. İsmet paşa`nın savunduğu Türk görüşü "Kapitülasyonların, iki taraflı mukavelelerden ibaret bulunduğunu ve ebediyen feshi mümkün olmadığını kabul etmek, elbette ki haksızlık olur. Müddetleri belli olmayan muahedeler Rebus Sic Stantibus (değişen şartlara göre) kaydına uyar" Bu kayıt, "Bir antlaşmanın yapılmasını gerektiren durumlarda değişiklik olunca ve anlaşmanın iki tarafın isteğiyle değiştirilmesi mümkün olmayınca, taraflardan yalnız biri, o antlaşmayı kaldırabilir." şeklinde belirtti.
Konferansın havası gittikçe sertleşti. Konferans yönetmeliğine göre (md 5) kurulan Mali ve İktisadi Meseleler komisyonuna Fransız delegesi Baver başkanlık etti. En önemli konu Düyun-i Umumiye
denilen Osmanlı borçlarıydı. Gerekçe bu borçlarla yeni Türkiye`nin ilgisi yoktu. İsmet Paşa T.B.M.M. hükümetinin eski Osmanlı İmparatorluğunun borçlarının kendine düşecek payı ödemeyi kabul ettiğini belirterek "İşgal ettiği vilayetleri harabeye çeviren Yunanlıların verdikleri her türlü hasarın da tazmin edilmesini" istedi. İşgal masrafları üstünde de söz alan İsmet Paşa görüşünü, "Adalet ve hakkaniyet Türkiye`den askeri işgal masraflarının istenmesi söyle dursun, bu işgallerin ona verdiği hasarların tazmin edilmesini icap ettirir" şeklinde açıkladı. Yunan başbakanı Venizelos`un konuşması üstüne tartışmalar uzadı. Osmanlı borçları üstünde de kesin bir sonuç alınamadı.
Komisyonlar 28 ocakta raporlarını hazırladılar. Fakat önemli konuların hiçbiri çözümlenemedi ve ana konularda görüş birliğine varılamadı. 31 ocakta her üç komisyonda kendi aralarında toplanarak, Türk murahhas heyetine, kendi görüşlerine göre bir antlaşma tasarısı verirler. 4 şubatta imzalanması istenen bu antlaşma tasarısını Türk heyetinin 4 gün içinde inceleyerek cevaplandırması gerekiyordu. Müttefiklerin verdiği barış antlaşması tasarısı İsmet Paşa tarafından kabul edilmedi. Bu antlaşmanın kabul edilmesi, Türk istiklal savaşının sonuçlarını ülke aleyhine kötüye kullanmak demekti, kabul etmemek ise savaşı yeniden başlatacaktı. Bu hava içerisinde toplantı ertelendi. Türk heyeti Türkiye`ye döndü (7 şubat 1923). Lozan görüşmeleri ilgili konuşmaları, Millet meclisinde çok sert konuşmalardan sonra 6 mart 1923`de bitti. Bu sırada İsmet Paşa Hariciye vekilliğine getirildi. İtalyan delegesi Montagna`nın toplantıda bulduğu bir çözüm üstünde duran İsmet Paşa, yüz sayfalık tasarıya on beş sayfalık bir cevabi nota hazırladı, İngiltere, Fransa ve İtalya`ya gönderdi. (8 mart). Bu notaya göre, birinci toplantı, Türkiye`ye barış şartları zorla kabul ettirilmek istendiği için sonuç vermemişti. Ayrıca yeni tasarıda, Lozan`da Türk heyeti tarafından kabul edilen bütün şartlar gösterildi. Adı geçen devletler bir notayla cevap verdiler (28 mart). İsmet Paşa yine bunu bir notayla cevaplandırdı.(7nisan). Notada Lozan konferansının 23 nisanda yeniden toplanmasını istenildi. Diğer devletler bu yazıya olumlu cevap verdiler. Bunun üstüne İsmet Paşa, eski yardımcılarından bir kısmını yanına alarak, 21 nisanda Lozan`a gitti. Lozan`da toplantı öncesi hava çok iyi değildi. İngiltere ve Fransa baş delegesini değiştirdiler. Curzon`un yerine önceki tarihlerde Türkiye`de sefirlik yapan Horace George Montauge Rumbold, Fransız Bompard`ın yerine de, İzmir`de M. Kemal Paşa ile görüşen ve Mudanya`da bulunan general Maurice Pellé seçildi. İtalya ise Garroni`nin görevini Montangna`ya verdi. Ayrıca heyete şu devletlerin temsilcileri de katıldı.
Japonya, Kertaro Otehiai
Yunanistan, M.E.K Venizelos - M.D. Kaklamanos
Romanya, Constantin Diamandy - Constantin Kontzerseo
S.S.C.B, M. Nikolav İvanoviç Yardanskiy
Bulgaristan, M Dimitir Stankov - M. Bogdan Morkov
Belçika, M. Fernand Peltsen
Portekiz, M. Batholomeu Ferreia
Konferans 23 nisan pazartesi günü aynı yerde, Chateau d`Quchy otelinde açıldı ve 24 temmuz 1923`e kadar sürdü. Yapılan görüşmelerde Fransızlar, İsmet Paşa`dan bir şeyler kopartabilmek için çalıştılar. Fakat Ankara, İstanbul hükümetinin yaptığı antlaşmalardan hiçbirini tanımadığını 7 haziranda kanunlaştırarak ilan etti. Anlaşmaya varılamayan meselelerin çözümü ileride yapılacak görüşmelere bırakıldı. Musul meselesi bunlardan biriydi. Bütün komisyonların çalışması tamamlanınca, temmuz ortalarında konferans sona erdi. İsmet Paşa konferans çalışmaları bu safhaya gelince Ankara`dan imza yetkisi istedi. Fakat Rauf Orbay`ın başında bulunduğu Türk hükümeti uzun süre Lozan`a imza yetkisi göndermedi. Bunun üzerine İsmet Paşa 18 temmuzda gönderdiği bir telgrafla M. Kemal Paşa`ya durumu şöyle açıkladı: "Eğer hükümet kabul ettiğiniz şeyin katiyen reddini düşünüyorsa bunu bizim yapmaklığınıza imkan yoktur. Düşüne düşüne benim bulduğun yol, İstanbul`daki yabancı yüksek kimselere tebligat yapmak, imza salahiyetini bizden almaktır. Bu hal gerçi bizim için Dünya üzerinde görünmemiş bir skandal olur. Fakat vatanın yüksek menfaatleri şahsi düşüncelerin üstünde olduğundan, milli hükümet, kanaatini tatbik eder. Hükümetten teşekkür beklemiyoruz. İşlerimizin muhasebesi, millete ve tarihe bırakılmıştır." Hükümet Lozan antlaşmasının imza edilmesi emrini vererek, antlaşmanın sorumluluğunu kabul etmekten kaçınıyordu. Bununla birlikte M. Kemal Paşa’ya, İsmet Paşa`ya ve Lozan`da varılan sonuca kesin cephe alamadılar.
Bundan dolayı
M. Kemal Paşa, hükümetin vermesi gereken yetkiyi kendi verdi. M. Kemal Paşa`nın İsmet Paşa`ya çektiği telgrafta şöyle deniliyordu: "Lozan`da İsmet Paşa hazretlerine; 18 temmuz 1923 tarihli telgraf namenizi aldım. Hiç kimsede tereddüt yoktur. Kazandığınız başarıyı en sıcak ve samimi duygularımızla tebrik ederek, usulen imza edildiğinin bildirilmesini istiyoruz kardeşim. T.B.M.M reis Başkumandan Mustafa Kemal" Telgrafı alan İsmet Paşa, M. Kemal Paşa`ya şu karşılığı verdi: "Gazi Mustafa Paşa hazretlerine: her dar zamanda hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et. Büyük işler yapmış, yaptırmış bir adamsın, sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim pek sevgili aziz kardeşim" (Lozan 20 temmuz 1923). Lozan Üniversitesi salonunda bütün milletlerin temsilcileri, yorucu bir çalışma sonucu ortaya çıkan antlaşmayı bir törenle imzaladılar. (24 temmuz 1923).
Bu antlaşmayla Türkiye, çağdaş devletler arasındaki hukuki yerini aldığı gibi yeni Türk devleti de Avrupalılar tarafından tanındı. Lozan`da görüşülen ve çözümlenen ana konular şunlardır:
1) SINIRLAR:
A) Türk - Bulgar sınırı: İstanbul, Neuilly ve Sevr antlaşmalarıyla belirlenen sınır, Lozan`da olduğu gibi kabul edildi.
Bulgaristan sınırı, Karadeniz kıyısındaki Regve deresi ağzından başlar. Sınır, aynı derenin telvey hattını izleyerek 40 km kadar akış yukarı ilerler, İncasırt köyünün kuzeyinde akarsu yatağını terk eder. Kuzeybatıya doğru yönelir. 713 metre yüksekliğindeki Kartal tepe’nin doruk noktasından geçer. Aynı yönde İstranca dağlarının kuzey eteklerinden 500 metresi yükselti eğrisi üzerinden ilerleyerek Ahlatlı köyünü Türkiye`de bırakır. Buradan itibaren yine sınır bölümü çizgisini esas alarak batıya doğru ilerler. Bucak kule tepesi ve Büyükyayla tepeleri üstünden geçer. Hamzabeyli ve Uzunbayır köylerini Türkiye`de bırakarak Tunca nehrine ulaşır. Daha sonra 10 km uzunluktaki Tunca nehrinin telvey`inin takip ederek güneye doğru ilerler. Çömlek köyün batısında Tunca`yı terk eder. Önce 20 km kadar batıya döner, Üsküdar köyünü Bulgaristan’da bırakır. Doğanca köyünü ise Türkiye`de bırakarak Meriç nehrine ulaşır. Burada Türkiye-Yunanistan sınırına varılır.
B) Türk - Yunan sınırı:
Bulgar sınırından Arda ve Meriç nehrinin
birleştiği noktaya kadar Meriç mecrası, Arda mensabına doğru bu ırmak üzerinde ve Çörek köyünün yakınından olmak üzere arazi üzerinde tayin edilecek bir noktaya kadar Arda mecrası, oradan güneydoğu doğrultusunda Bosna köyünün 1 km mensap yönünde Meriç üzerinde bulunan bir noktaya kadar Bosna Köyünün Türkiye`de bırakılan bir hattıdır.
Deniz sınırları:İmroz, Bozcaada ve tavşan adaları Türkiye`de kalacak ve diğer adalar askersiz bölge durumuna getirilecek. kara suları üç mil olacaktır.
C) Türkiye- Suriye sınırı: Bu sınır Ankara İtirafnamesindeki gibi ayrıldı.
Sınır; İskenderun körfezi üzerinde, Payas mevkiinin hemen güneyinde tespit edilecek bir noktadan başlayacaktır ve Meydanıebez`e doğru gidecekti (Tren istasyonu Suriye`de kalacaktı).Oradan Marsuus mevkiini Suriye`de ve Karnaba mevkii ve Kilis şehrini Türkiye`de bırakarak güneydoğuya doğru inecek Çobanbey istasyonunda demiryoluna katılacaktı. Sonra Bağdat demiryolunu izleyecek ve demiryolunun platformu Nusaybin`e kadar Türkiye`de kalacaktı. Nusaybin ile Cezire-i İbni Ömer ( bugün Cizre) arasındaki eski yoldan Dicle`ye ulaşacaktı. Nusaybin ve Cezire- i İbni Ömer mevkileriyle yol Türkiye`de kalacaktır. Bu yoldan yararlanma konusunda iki ülke aynı haklara sahip olacaktı. Çobanbey ve Nusaybin arasındaki demiryolu, Türkiye`ye bırakılacak ve ayrıca Osman Gazi`nin büyükbabası Süleyman Şahin Caber kalesinde bulunduğu kabul edilen mezarı, müştemilatıyla birlikte Türkiye`nin malı olacak, Türkiye orada muhafızlar ve Türk bayrağı bulundurabilecekti.
D) Türkiye - Irak sınırı: Bu sınır tespiti daha sonra Türkiye ve İngiltere arasında yapılacak ve antlaşmayla kararlandırılacaktı.
2)Türkiye ve Yunanistan arasındaki diğer meseleler:
A) İstanbul`daki Rumlar ile Batı Trakya`daki Türkler dışında, Türkiye`deki Rumlarla, Batı Trakya`daki Türkler yer değiştirecek
B) Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç`ı Türkiye`ye verecekti.
3)Kapitülasyonlar: Her türlü kapitülasyonlar kaldırılacaktı.
4) Kabotaj: Türk kıyıları arasında yapılan her türlü deniz ulaştırması yalnız Türk gemileri tarafından yapılacaktır.
5) İstanbul ve Boğazların boşaltılması: Barış antlaşmasının T.B.M.M tarafından onaylanmasından sonra geçecek olan altı hafta içerisinde İstanbul ve Boğazlardaki İtilaf devletleri Türk topraklarını
terk edecekti.
6)Osmanlı borçları meselesi: Ankara hükümeti Lozan antlaşmasıyla Osmanlı Devleti`nden kalan borçları ödeme konusunda alacaklılarla anlaşmaya vardı. Bu anlaşmalarda Düyun-i Umum iye’nin gelir kaynakları yeniden devlete geçti. Örgüt, Türkiye sınırları dışına çıkarıldı ve yalnızca Türkiye Cumhuriyeti`nin ödediği taksitleri alacaklılara ulaştıran bir aracı durumuna getirdi.
1929`da bütün dünyayı etkileyen Büyük Bunalım, Türkiye Cumhuriyeti`nin de
ödemeleri aksatmasına neden oldu. 22 nisan 1933`de alacaklılarla yeni bir sözleşme yapıldı.Türkiye`nin borcu yeniden gözden geçirildi ve yıllık taksit miktarı düşürüldü. Türk hükümeti Osmanlı borçlarından kendisine düşen payın son taksitini 25 mayıs 1954`te ödedi.
Lozan Boğazlar Sözleşmesi:
Lozan barış antlaşması uyarınca Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğaz`ından geçiş serbestliği ilkesini düzenleyen ve İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Bulgaristan, Rusya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ve Türkiye arasında imzalanan sözleşme (24 temmuz 1923)
Sözleşme; hastane gemileri, gezinti gemileri, balıkçı gemileri ve sivil uçakları da kapsamak üzere ticaret gemilerinin ve yardımcı gemiler, askeri nakliye gemileri, uçak gemileri ve askeri uçakları da kapsamak üzere savaş gemilerinin Boğazdan geçiş rejimini üç ayrı döneme göre ele alıyordu; barış dönemi, Türkiye`nin tarafsız kaldığı savaş dönemi, Türkiye`nin taraf olduğu savaş dönemi. Bu ayırım çerçevesinde ticaret gemileri, barış ve Türkiye`nin tarafsız kaldığı savaş dönemlerinde, tam geçiş serbestliğinden yararlanacaktır. Türkiye`nin taraf olduğu savaş dönemlerinde, düşmana yardım etmeme ve Türkiye`nin denetimi koşullarıyla gene geçiş serbestliği tanınacaktı. Savaş gemileri için barış döneminde tam geçiş serbestliği öneriliyordu. Bir devletin Karadeniz`e gitmek üzere Boğazlardan geçe bileceği en büyük kuvvet, Karadeniz`de en güçlü donanmaya sahip devletin donanmasından daha büyük olmayacaktır. Bununla birlikte devletlere Karadeniz`de her zaman ve her durumda, her biri 10.000 tonu geçmeyen üç gemiyi aşmayacak bir deniz kuvveti gönderme hakkı tanınıyordu. Bu hükümler, Türkiye`nin tarafsız kaldığı savaş döneminde de uygulanacaktı. Türkiye`nin taraf olduğu savaş dönemlerinde ise geçiş serbestliği yalnız tarafsız savaş gemileri için söz konusu olacaktır. Bu durumda Türkiye, düşman gemi ve uçaklarının Boğazlardan geçişini engellemek için önlemler alabilecek, ama tarafsız uçak ve gemilerin geçiş serbestliğine zarar vermeyecektir.
Sözleşmeyle Çanakkale ve İstanbul boğazlarının her iki kısmının askerlerden arındırılmasını öngörüyordu. Emir-Ali adasının dışındaki bütün Marmara Denizi`nin adalarıyla, Ege Deniz`indeki Semadirek, Limni, İmroz (Gökçeada), Bozcaada ve Tavşan adaları da aynı konumda olacaktı. Bu yerlerde ancak iç güvenliğin korunması için gerekli ve sayıları sözleşmede saptanmış polis ve jandarma kuvvetleri bulundurulabilecekti. Bu bağlamda İstanbul için özel bir rejim bekleniyordu.
Sözleşme ayrıca Türk temsilcinin imzacı taraf temsilcilerinin yer alacağı bir uluslararası komisyonun hükmünü getiriyordu. Bu komisyon Milletler Cemiyetinin koruyuculuğu altında görev yapacak ve cemiyete her yıl çalışmalarıyla ilgili bir raporun yanı sıra gemilerin gidiş-gelişine ilişkin bütün bilgileri sunacaktı.
Gerek geçiş serbestliğine ilişkin hükümlere aykırılık, gerek beklenmeyen bir saldırı ve savaş eylemi sonucunda geçiş serbestliği yada askerden arındırılmış bölgelerin güvenliği tehlikeye düştüğünde, genelde bütün imzacı devletler, öncelikle de Fransa, İngiltere,İtalya ve Japonya Milletler Cemiyeti`nce kararlaştırılan önlemlere başvurulabilecekti.
Sözleşmede yürürlük süresiyle ilgili herhangi bir sınır bulundurulmuyordu.Japonya ve İtalya’nın saldırgan bir uluslararası politika izlemesiyle ortaya çıkan gelişmeler üzerine, Türkiye askerden arındırılmış bölgelerin güvenliğini konusundaki kaygılarını, bir notayla (11 nisan 1936) bütün imzacı devletlere bildirdi. Bu notada dört büyük devletin ortak garantisine ilişkin hükmün işlemez hale geldiği ve Türkiye`nin topraklarına yönelik bir dış tehlikeden pratik olarak koruyamayacağını savunuluyordu.Ayrıca Türkiye`nin bir saldırıya karşı gerekli güvenlik koşullarını sağlayacak ve Akdeniz`le Karadeniz arasındaki ticari ulaşımı güvence altında alacak yeni bir düzenleme için görüşmelere başlamaya hazır olduğunu da belirtiyordu.
İtalya dışında bütün taraflarca olumlu karşılanan bu talep üzerine, 22 haziran 1936`da Montreux`de toplanan konferans çalışmalarını 20 temmuz 1936`da tamamlayarak Montreux sözleşmesi`ni imzaladı.
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |