Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: GENEL
    Konu: Küreselleşme Özünde Nedir?


Neredeyse her şey, Berlin Duvarı`nın yıkılışı ile Sovyetler Birliği`nin çöküşünün arkasından, şaşkınlıkla politik sersemleşmenin bir arada olduğu bir ortamda başladı. Doğu Avrupa`da onlarca yıl sürmüş bir devletçiliğin sonuçları kafaları karıştırmıştı. Özgürlüksüz ve piyasa ekonomisinden uzak bir sistem, adaletsizlikleriyle beraber trajik bir aptallık içinde görünüyordu. Belli bir ölçüde, sosyalist düşüncenin yanı sıra, geleceği mutlak olarak planlama iddiasındaki bir ilerleme örneği de göçüp gitmişti.
Buna karşılık, komünist sistemin iflası ile sosyalizmin çatlaması, asıl besini anti komünizm olan geleneksel sağ`ın ideolojik parçalanmasına yol açarken, ``yeni liberalizm`` i, Doğu-Batı çatışmasında zafer kazanmış tek ideoloji olarak ilan edip tahta oturttu. Dinamiği XX. yüzyılın başlarından beri dizginlenmiş bu yeni görüş, başlıca hasımlarının ortadan çekildiği bir ortamda, daha da artmış bir enerjiyle, dünya çapında açılıp serpilebilirdi artık.
Düşünde de şu vardı: Kendi ütopyası olan dünya görüşünü, tek bir fikir olarak bütün bir yerküreye dayatmak!
Akıl hocaları
``Küreselleşme`` , işte bu dünyayı ele geçirme girişiminin adıdır: Sermaye akışının mutlak özgürlüğü, gümrük engelleri ile kısıtlamaların ortadan kaldırılması, ticaret ve serbest mübadelenin yoğunlaştırılması yoluyla, bütün ülkelerin ekonomilerinin gitgide daha sıkı biçimde birbirlerine bağlanmalarını öğütlemektedir ve akıl hocaları da Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, İktisadi İşbirliği ve Gelişme Örgütü ile Dünya Ticaret Örgütü`dür.
Yeni liberalizmin böylesine boy atmasına, en gelişmiş ülkelerde bile, parlamentolardan başlayarak kamu yaşamında rol oynayanların göze çarpar gerileyişi eşlik etmektedir; onlara, çevrenin yağmalanışını, eşitsizliklerin ayyuka çıkışı ile kitlesel yoksullaşmanın ve işsizliğin geri gelişini de katmalı. Bütün bunlar, modern devleti ve yurttaşlığı da yadsıyan olumsuzluklardır. Enformatik devrim, çağdaş toplumu çatlatmıştır.
Rekabet mantığı
Gelişmeler sadece bunlardan ibaret de değil: Rekabet mantığı, toplumun doğal emredici kuralı sırasına çıkarılmıştır. Bu mantık, ``birlikte yaşama`` nın, nimetlerden ``ortaklaşa yararlanma`` nın anlamını yok etmeye götürüyor; üretimden sağlanan kazançların dağılımı sermayenin yararına ve emeğin zararına işlerken, dayanışmanın pahası takatin üstünde görülerek sosyal devletin yapısı çökertilmiştir.Bütün bunların sonucu da şudur: Eşitsizlikler derinleşiyor.
Yoksulluk
Dünyanın en zengin ülkesi olan Birleşik Devletlerde 60 milyondan fazla yoksul var; önde gelen bir ticaret gücü olan Avrupa Birliği`nde 50 milyondan fazla. Birleşik Devletlerde nüfusun yüzde biri, ülke zenginliğinin yüzde 39`una sahip. Ve dünya çapında bir gerçektir, dolar milyarderi en zengin 358 kişinin serveti en yoksul insanların yüzde 45`inin yıllık gelirinden fazladır ki, o yoksullar da 2.6 milyarlık bir kitledir yeryüzünde...
Çoğu yurttaş, böylesi bir ortamda, geleceği nasıl düşünmeleri gerektiğini kendilerine sorup duruyor ve ister istemez, bir başka ütopya, dünyayı yeniden aklîleştirme ihtiyacını duyuyor; gelecekle ilgili durmuş oturmuş bir tasarı, üstünde uzlaşılmış bir toplum vaadi bekliyor. Dahası, söz konusu insanlar, yeni liberalizmin kudurganlığına karşı bir kale olarak, dünya çapında bir karşı-tasarı, bir karşı-ideoloji, bugün egemen modelin zıddı olabilecek bir kavramsal yapı oluşturup onu hayata geçirmenin hareketlenişi içindeler; Seattle`da, Washington`da, Prag`da, son olarak da Porto Alegre`de duyduğumuz ayak sesleri budur.
Ne var ki, öyle kolay olmayacağa benzer bunları yapmak...
Kolay olmayacağa benzer hiçbir şey...
``Kolay olmayacağa benzer`` ; çünkü liberalizm, başta medya olmak üzere, uluslararası iktisadî ve parasal büyük kurumları, hemen her ülkede üniversiteleri ve kuruluşları, çoğu politikacıyı ve gazeteciyi hizmetine almıştır; onlar da, ``tek düşünce`` yi, modern dogmatizm diyebileceğimiz fikirleri allayıp pullayarak yayıyorlar. Günümüz demokrasilerinde yurttaşlar, bu yapışkan doktrininin ziftine batmış haldeler; o doktrin, direnen her fikri -belli etmeden- kuşatıp sarıyor, dizginliyor, karıştırıyor, felce uğratıp sonunda boğuyor.
Dünyanın yeni sahiplerinin tasarıları
Şu olgu da önemlidir: Dünyamızın bu yeni sahipleri tasarılarını genel oy`a asla sunmuş değiller. Demokrasi onlar için yok; yığınla tartışmanın dışında kaldıkları gibi, kamu yararı, sosyal mutluluk, özgürlük ya da eşitlik gibi kavramlara da kayıtsızlar.
Onlara ayıracak zaman bulamıyor ve küreselleşmiş dünya piyasasını ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlar. Siyasal iktidar da olsa olsa bir üçüncü güç gözlerinde; önce ekonomik iktidar, sonra da medyatik iktidar var. Bu ikisi de ellerinde olduğunda, -tıpkı Berlusconi `nin İtalya`da yaptığı gibi- siyasal iktidarı elde etmenin sıradan bir iş olduğunu düşünüyorlar.
Demokrasi, işte bu ortamda yapacak ne yapacaksa, ama açıktır ki işi zor onun...
Egemen güçler
Gerçekten, halkın siyaset sahnesine çıkmasıyla, özellikle XX. yüzyılda, devletin rolü üstüne de köklü bir değişiklik olmuştur. Hatırlatmak için söyleyelim: Daha önce, egemen güçler, denetledikleri ya da en azından kendi yararlarına işleyen ekonomik alanda siyasal iktidarın rolünü en azda tutmayı isterken; halk tersine, iktisadi yasaların etkilerini ve doğurdukları eşitsizlikleri düzeltecek bir güç olarak bakmaya başlar devlete.
Devletin bu yeni rolü de, Birinci Dünya Savaşı, özellikle de İkinci Dünya Savaşı`ndan sonra çıkarılan anayasalarda ete-kemiğe bürünür. Bireye, devlet karşısında bir özerklik sağlayan geleneksel hak ve özgürlüklerin yanı sıra, yeni anayasalar yepyeni haklar tanırlar: Eğitim hakkı, hastalık ve sakatlıklara karşı sosyal sigorta hakları, konut ve çalışma hakkıdır bunlar. İçinde bulunduğumuz aşamada bu liste daha da uzuyor.
Devletin görevleri
Bunlar, halkın devlete yüklediği yeni görevlerdir; devlet, bunları yerine getirmekten çekinmek de ne, sıradan insanların sefaletini hafifletmek ve ulusal gelirin adil biçimde dağılışını sağlamak için, iktisadî yaşama müdahale etmek zorundadır. Bunu, devletten istemek halk için de bir görevdir.
Böylece, demokrasinin amacı, bir yerde toplumu derinden derine değiştirmektir de. Demokrasi günümüzde evrensel bir değer haline gelmişse, toplumları ve dünyayı daha insanca kılmada uyandırdığı umutlar yüzündendir de. Yeni liberalizmin ``daha az devlet`` derken bir göremediği de budur.
Devleti, ``gece bekçisi`` ya da ``sınırları koruyan`` bir güç durumuna indirgeyip, toplumu, liberalizm adına ``piyasa güçleri`` ne, yani aslında tekelci kapitalizmin yağmacı güçlerine teslim etmek, köylünün -o pek bilinen- öyküsünde olduğu gibi taşları bağlayıp köpekleri salıvermek demek olmaz mı? Kimi aymaz kalemlerin ``piyasa demokrasisi`` dedikleri alanda at oynatacak olanlar kimlerdir?
Ulus-devlet
Buradan kalkarak diyeceğiz ki, bütün küreselleşme şarkılarına karşın, ulus-devlet gerçeği sona ermiş olmadığı gibi, birey ve halk yararına XX. yüzyıl boyunca kazanılmış hak ve özgürlük mevzilerine en iyi göz-kulak olacak olan, yine de ulus- devlettir. Demokratik kuramın bir görevi, onu bir yana atmak değil, tersine gitgide demokratikleştirmektir.
Aslında, gerek ulusal gerek uluslararası alanda olan da budur. Gitgide demokratikleşen devlet, demokrasinin derinleştirilmesinde daha olumlu bir rol oynayacaktır.
Yurttaşlar göreve!
Tekrarlamakta yarar var: Bu büyük sorunların varlığı, günümüzün yurttaşı için de çetin görevlere yol açıyor; çünkü onun bilgisi kırıntılar halinde ve büyük bölümü de kitle kültürüyle temas sayesinde -yöntemsiz- kazanılmış durumda ya da bilimsel uzmanlığın uçurumlarından çekip çıkarılmış.
Öyle de olsa, bunalımı anlamak, bugün başta gelen bir fikrî konudur. Bu ise, her yurttaştan, daha iyi düşünmek için büyük çaba istiyor. Özellikle şunun bilincinde olmalıdır yurttaşlar: Kapitalizmin, yani paranın küresel hareketlenişine karşı, yine küresel bir örgütleniş gerekiyor.
İnsanca bir dünya
Yerel ve ulusaldan başlayan, ama onların darlığı içine hap solmayan böylesi bir örgütleniş ``daha insanca bir dünya`` nın kuruluşuna götürecek olan yolun taşlarını döşeyebilir.
Seattle`ın, Washington`un, Prag`ın arkasından Porto Alegre`de, dünyanın yurttaşları konuyu bu bilinçle ele almışlardır.
Dünyamızın zenginleri ile yoksulları bir kez daha gündemdedir.
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |