Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: TARİH
    Konu: Soykırım İddiaları Gerçeği Yansıtmamaktadır


Soykırımı hukuki bir terimdir; çerçevesi 9.12.1948 tarihli (Jenosit) Soykırımı Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi [ 1 ] tarafından çizilmiştir.
Sözleşmenin -özeti dipnotta sunulan- ilgili maddelerinin incelenmesi, tüzel kişilerin değil, hakiki şahısların soykırımı ile suçlanabileceğini göstermektedir; yetkili mahkeme -esas itibariyle- soykırımının uygulandığı ülke mahkemesidir; ayrıca Akit Taraflar anlaşırlarsa dava bir uluslararası ceza mahkemesinde de görülebilir.
Sözleşmenin 9.ncu maddesi Devletin soykırımı alanındaki mesuliyetinden söz etmektedir; bu bağlamda Akit Taraflar arasında Sözleşmenin yorumu,uygulanması ve hayata geçirilmesi konusunda ihtilaf varsa, Taraflardan biri konuyu Uluslar arası Adalet Divanına götürebilir.
Tehcire bağlı kayıplar-ölümler-öldürülmeler soykırımı mıdır ?
Ermeni tarafı Osmanlı Devleti ile savaştığını Sevr es Anlaşması görüşmelerine katılan Ermeni heyeti başkanı Bogos Nubar’ın imza siyle açıkça ve resmen beyan etmiştir; bu nedenle, ayrıca Jenosit Sözleşmesinin 1948 yılında aktedildiği göz önünde tutularak 1915 olayları için hukuken bir soykırımının varlığından söz edilemeyeceği açıktır.
Öte yandan, Ermeni tarihçileri ve kimi başka tarihçiler, Ermenilerin bir bölümünün Osmanlı devletine karşı ayaklandıklarını ve savaştıklarını yadsımamaktadırlar; burada da silahlı çatışma, ayaklanma ve isyanı bastırma eylemleri ile karşılaşıyoruz. Öte yandan, Türkiye’nin güneyini işgal eden Fransızlar, bir bölümü Osmanlı vatandaşı olan Ermenilerden Fransız Lejyonları kurmuşlar, bunlara Fransız askeri üniforması giydirerek, silahlandırmışlar ve savaşa sokmuşlardır dır.
Benzer şekilde, 1915 yılının başlarında, tehcir kararından hemen önce, Rus orduları ile Van’a giren Ermeni silahlı çeteleri burada bulunan Müslümanları kılıçtan geçirdiler; yerleşim birimlerini yıktılar. Bu olaylar da ayaklanma ve silahlı çatışma sınıfına girer. (1914’ten başlayarak Doğu Cephesinde Ermenilerin Osmanlı orduları ile giriştikleri çatışmalar hakkında bir özeti ayrıca sunuyorum) Bu saldırıların karşılıklı öldürmelerin, tehcir kararının alınmasının en önemli nedenlerinden biri olduğunu unutmamak ve unutturmamak lazımdır.
Yahudi soykırımı ile paralellik arama çabası
Ermeniler ve destekçileri Yahudilere uygulanan soykırımı ile kendilerinin maruz kaldığını ileri sürdükleri eylemler arasında paralellik kurma peşindedirler. Oysa, Hitler Almanya’sında Yahudilere uygulanan soykırımı ile bu olaylar arasında benzerlik ilişkisi kurulamaz; zira Hitler Almanya’sında veya başka Avrupa ülkelerinde yaşayan Yahudiler ülkelerine karşı ayaklanmadılar, savaşmadılar ve savaşan taraf statüsünü talep etmediler. Buna karşılık Osmanlı Ermenileri’nin bir bölümü devletlerine isyan ettiler, savaştılar ve kayıplar verdiler. İsyana bağlı çatışmalar yanında, tehcir sırasında haydutların saldırıları sonucunda ya da halkın kin, intikam veya başka nedenlerle birbirleriyle çatışmaları sonucunda öldürmüş bulundukları gerçeği de vardır. Bunlara ek olarak ,hastalık,yorgunluk vb gibi nedenler ile Ermeni olsun , olmasın Osmanlı vatandaşları arasında büyük kayıplar olmuştur. Ancak bu kayıplar iki taraflıdır. Sadece Ermeni kayıplarına hayıflanmak ve onların komşuları ve yurttaşları olan Müslümanların kayıplarını olmamış saymak, küçümsemek ya da tarihin o sayfasını okumamayı tercih etmek kabul edilecek bir davranış sayılmamalıdır. Kanımca Ermeni sorunu konusundaki uzlaşmazlığın kilit noktası buradadır.
Soykırımı sözcüğünün etik çerçevede ya da günlük hayatta kullanımı
Soykırımı terimi hukuki olmakla birlikte,günümüzde politikacılar, gazeteciler ve kimi entelektüeller bu terimi,katliam, toplu öldürme, etnik temizleme, isyanı bastırmada toplu cezalandırma veya insanlık suçu anlamında da kullanmaktadırlar. Öte yandan kültürel soykırımı gibi soykırım çeşitleri de üretilmektedir. Soykırımı sözcüğünün ,bu eylemleri tanımlamak için kullanılmağa devam edileceğini sanırım; bunun bizim için oluşturduğu güçlükleri, bunların etrafından dolaşarak aşmamız gerekmektedir. Filhakika, çok sayıda politikacı,gazeteci, yazar, düşünür, sanatçı konuşma veya yazılarında soykırımının hukuki yanını bir kenara bırakarak -herkes hukukçu değil- ,bu terimin felsefi , ahlaki veya halk arasında çokça kullanılan toplu öldürme yanını öne çıkarmaktadırlar. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletinde yaşayan Ermenilere karşı soykırımı yapıldığı savı, formel olarak 1948 Jenosit Sözleşmesi çerçevesinde değil de bu bağlamda dile getirilmektedir. Soykırımı sözcüğü, o dönemdeki olayları, kırım, insanlık trajedisi, trajik olay veya katliamla eşanlamlı ya da yakın anlamlı olarak kullanılmaktadır. Ancak, -bize destek olduklarını düşündüklerimiz dahil- büyük çoğunluğun, bir insanlık trajedisi yaşandığına ve bundan Ermenilerin büyük zarar gördüklerine inandıkları gerçeği yadsınamaz.
Bunun nedenlerinin akılcı bir analizini yapmakta yarar vardır.[ 2 ] Bu analiz sonunda karşımıza her biri geçerli olabilecek çeşitli nedenler çıkacaktır. Bunlarla ilgili olarak tek düze düşünce ve tepki oluşturmak yerine, her duruma uygun farklı tavırlar takınmanın ve stratejiler oluşturmanın yararlı olacağına inanıyorum.
Öte yandan, farklı veya nüanslı düşünceye sahip bulunanların görüşlerindeki çeşitçililiğe karşı tahammülsüz davrananlarımız –çoğunluktadır dememek için- vardır; bu konudaki olumsuz ve kimi kez şiddet öğesi içeren tepkilerimizin de zamanla değişmesinde yarar bulunuyor; tepkiler duygusal değil akılcı olmalıdır.
Soykırımı teriminin siyasal amaçla kullanımı
Bazı ülkelerin Parlamentoları ile Avrupa Parlamentosu, Ermenilere soykırımı uyguladığını belirten kararlar almışlardır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi de kimi üyelerinin önerisi ile o yönde bir açıklama yayımlamıştır.[ 3 ] Konu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunun Alt Komitesinde ele alınmış ancak Komisyon kendisine Ermeni soykırımı konusunda sunulan bir raporu kabul eylememiş, not etmekle yetinmiştir. Önümüzdeki dönemde şimdiye kadar soykırımının tanınması konusunda karar almamış başka ülkeler parlamentolarının da bu konuda benzer siyasal kararlar almaları beklenmektedir. Bu siyasal kararların ardında, çok farklı amaçlar bulunduğu kuşkusuzdur.
Oysa, soykırımının suçunun varlığını ya da yokluğunu parlamentolar ya da tarihçiler saptayamaz; soykırımı suçunun işlendiğini tespit edecek makam yargıdır; hangi mahkemenin yetkili olduğu hususu da Sözleşmede belirtilmiştir. Bu nedenle derneklerin ya da parlamentoların alacakları soykırımı kararlarının hiç bir hukuki sonucunun bulunmaması lazımdır. Yahudilere uygulanan soykırımı konusunda çeşitli ülke parlamentolarının kararlar aldıkları ve o suçun inkarını cezalandırılacak eylem saydıkları bir gerçek ise de, o Parlamentolar, varlığı bir yargı organı (Nürnberg Mahkemesi) tarafından karara bağlanmış soykırımı suçuna dayanarak mezkur kararları almış ve yasaları çıkarmışlardır. Bu nedenle yetkili yargı tarafından varlığı karara bağlanmamış bir jenosit suçu olmadan, siyasi organların veya derneklerin aldıkları kararları yok saymak gerekir.
Bu tip kararların siyasal veya etik ağırlığı olup olmadığı sorulacak olursa, bunların uluslararası camiada etkili olduğu tecrübe ile sabittir. Bu yönde alınan bir karar suçlanan ülke halkını da olumsuz yönde etkiler; hatta kışkırtarak tepki vermeye zorlar. Ancak, tarihte karşılıklı katliam yapıldığı belli iken, bunun tek taraflı kırıma dönüştürülerek soykırımı yapıldığı savının dışardan yapılacak baskı ile ataları suçlanan halka kabul ettirilmesi de olası değildir. Gene de böyle bir kararın varlığı, tarihi suçlanan ülkenin insanını bazı sorular sormağa ve gerçekleri aramaya sevk edebilir; bu da soykırımı kararını alanlar açısından varılmak istenilen amaçlardan biri olabilir. Ne var ki bu kararların alınmasında uygulanan yöntem son derecede haksız ve dengesiz olunca,karar “sorgulamayı teşvik amacına” da ulaşamaz. Bu çerçevede, Ermeniler konusunda alınan kararlarda, gerek ilgili ülke Parlamentoları, gerek Avrupa Parlamentosu, gerek bunların tayin edip rapor yazdırdıkları militan raportörler Türkiye’nin Ermeni tehciri ya ülke insanlarının birbirlerini hangi şartlar altında kırdıkları konusundaki görüşünü almamışlar, gerekçelerini dinlememişlerdir. Böylece Türkiye’ye ortaçağ usulü yargısız infaz yöntemi uygulanmıştır.
Parlamentolar aldıkları kararları değiştirirler mi?
Alınan karar veya çıkarılan kanun, çoğunluğu esir alan bir militan azınlığın iradesinin ürünü olsa bile, Parlamentoların aldıkları kararların değiştirilmesine fazla ümit bağlamanın yanlış olacağı kanısındayım. Bu konuda hükümetten hükümete yapılan baskılar geçici başarılar sağlamakta ise de bu çeşit tazyikler altında kalanların – uzun vadede- hakkımızdaki tutumlarını olumlu yönde değiştirmelerini beklememek gerekir. Bizim yapmamız gereken iletişim kanallarını bıkmadan, usanmadan sürekli açık tutmak, kanıtlarımızı sunmak ve görüşümüzü anlatma olanaklarını yaratmaktır.
Karara bağlanmış soykırımının reddi suçu Yetkili yargı organı tarafından karara bağlanmış bir soykırımı suçu var ise, o soykırımının vuku bulmadığının ileri sürülmesi bazı ülkelerde –örneğin Fransa’da- yasa ile suç sayılmıştır. Ermeni soykırımının reddinin bir suç olduğunu belirten yasa olmamakla birlikte, 1993 yılında bir Fransız mahkemesinin ünlü yazar Bernard Lewis’i ve onunla yapılan söyleşiyi yayımlayan Le Monde gazetesini mahkum ettiğini hatırlamak lazımdır. Oysa, o söyleşide Bernard Lewis, Ermeni kayıpları konusundaki Ermeni yaklaşımının Türkler tarafından paylaşılmadığını ifade etmiş ve tarihçi olarak görüşünü son derecede dikkatli bir biçimde dile getirmişti.
Şimdi Fransa Parlamentosunun aldığı kararın yaptırımı bulunmadığı, bu nedenle rahatsızlık duymamamız gerektiği, anılan Parlamentonun bazı üyeleri veya Hükümet tarafından söylenmekle birlikte, bir Fransız Mahkemesinin Bernard Lewis davasında aldığı karara benzer bir mahkumiyet kararı alması olasılığı yüksektir, hatta artmıştır.
Sorunu tarihçilere havale etmek bir çözüm müdür?
Tarih yazımının sübjektifliği
Kanımca tarih yazımı sübjektiftir. Hele tarihteki olayları, nedenleri ile birlikte ele alıp incelediğimizde, varacağımız sonuçlar bakış açımıza bağlı olarak,ayrıca incelemenin yapıldığı zamana ve inceleme döneminde geçerli olan hukuk veya etik normlara göre farklı olacaktır.
Ermeni olayları konusunda, her iki tarafın tarihçileri ile tarafsız denebilecek tarihçiler bu konuda yıllardır çalışıyorlar; kanımca söylenebilecek olanlar söylenmiş, yazılmıştır.
Öte yandan, kimi tarihçiler, özellikle Ermeni tarihçileri tarihin bazı sayfalarını okumamakta, yok saymaktadırlar. Bu durumda,sorunu şimdi yeniden inceleyecek olan tarihçiler, “bugüne kadar ortaya çıkarılan vesikalardan farklı olarak ne bulacaklar ?” sorusunu sormak gerekir. Bundan sonra ortaya çıkarılacak olan “belgeler” karşı taraf için inandırıcı olmaz; zira oluşmuş bulunan kanının, objektif denebilecek tarihçilerin ulaşacakları sonuçlar ile soykırımını kendi kimliklerinin ayrılmaz bir parçası haline getiren dogma sahiplerini ikna etmesi beklenmemelidir. Ermeniler “kendi gerçekleri konusunda” “bu gerçekleri” sorgulama sonucunu verebilecek olan araştırma veya inceleme yapılmasını istemiyorlar; bir dini inanış gibi “nihai gerçeği” ellerinde tuttukları kanısındadır; bizden beklediği tek şey “nihai ve mutlak gerçeği” kabul etmemizdir. Karşı görüş veya kanıtlar tartışılmadan reddedilecektir.
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |