|
Yakup Kadri`nin ikinci romanı olan Kiralık Konak`ta, II. Meşrutiyet yıllarında batılılaşma hareketinin yol açtığı sorunlar, geleneklerden ve eski yaşam biçiminden ayrılış ve kuşaklar arasındaki kopukluk sergilenmiştir. 1922 yılında yazdığı Kiralık Konak kitabı, yazarın o yıllarda ki devrimci anlayışıyla yazılmıştır. Kiralık Konak İmparatorluğun çöküş çanlarının kulak yırtan sesleri içinde, kuşaklar arasındaki değişen değer yargıların buna bağlı olarak da yaşam biçimlerinin çelişkisini sergileyen bir romandır. Oldukça zengin ve hesaplı olan Naim Efendi, II. Abdülhamit döneminde devletin yüksek mevkilerinde bulunmasına, bir çok defalar valiliklerde dolaşmasına, Şurayı Devlet Azası, Rüşümat Müdire Umumisi olmasına rağmen babasından kalan serveti korumakla yetinmiş, terbiyeli, müşfik ve titiz bir insandır. İstanbul`un iki önemli devri olmuştur; birincisi İstanbul’un; diğeri ise Redingot devridir. Osmanlılar, İstanbulin devrinde oldukça temiz, kibar ve zariftiler. Tanzimati Hayriye ile ortaya çıkan “İstanbul efendisi” yeni kıyafetleri ile yepyeni bir imaj çiziyordu. Bu insanlar umumi işlerden çekinen, ölçülü, namuslu aile babalarıydılar. Redingot devri insanları ise yazara göre; yarı uşak, yarı kapıkulu, riyakar ve adi bir nesildi. Onların gelmesiyle, tutucu İstanbulin efendilerine göre artık ne düşünüşün, ne giyinişin, ne de yaşayışın üslubu kalmamıştı. Naim Efendi, redingotlu döneme mensup olmakla birlikte, istanbulin devrinde yetişip gelişmiş bir insandı. Naim Efendi, yeni sazdan, yeni şarkılardan zevk almak şöyle dursun, artık konuşulan ve yazılan Türkçe’yi de anlamıyordu. Yine de birlikte yaşadığı damadı ve torunları sayesinde yeniliklere alışıyordu. Romanın geçtiği anlardan beş yıl kadar önce eşinin vefatıyla evdeki otorite bozulmuş, damadı ve kızı evin düzenini değiştirir olmuştu. Naim Efendi olanlardan duyduğu rahatsızlığı dile getiremeyen, içine atan tavrıyla gittikçe odasına kapanmaktaydı. Sekine Hanım hiç annesine benzemiyordu. Babası gibi çekingen, içinde titiz, iradesiz, tembel bir kadındı; kocasının nüfusuna ve çocuklarının arzularına son derece uyardı. Naim Efendinin damadı Düyunu Umumiye Müfettişlerinden Servet Bey, Naim Efendinin saflığından yararlanarak bütün iradesini konak içerisinde istediği gibi yürütüyordu. Servet Beyin oğlu Cemil henüz yirmi yaşında bir mektep çocuğu olmasına rağmen Beyoğlu’ndaki büyük lokantaların, gazinoların, barların sadık gediklisi idi. Bu yaşında bir çok zevkleri vardı. Biraderinin küçük sırlarında vakıf olan Seniha ise son çıkan moda gazetelerinin resimlerine benzerdi. Körpe ince ve çolak vücudu ipek böcekleri gibi daima biçim değiştirme, başkalaşma içerisindeydi. Avrupa’nın şenlik ve aydınlık şehirleri, Seniha’yı, romanın baş kişisini, büyülü bir surette kendine doğru çekmekteydi. En küçük teferruatına kadar her şeyini ve her tarafını bildiği ve ezberlediği bu evden, doğduğu günden beri daima aynı havayı yuta yuta bunaldığını hissettiği bu memleketten kaçmak, uzaklara, görülmemiş, işitilmemiş şeylere doğru gitmek istemekteydi. Ne yapsa, ne işlese hep oraya gitmek içindi. (sf. 43) Avrupa’da bulunmuş, ancak aslında işe yaramaz bir serseri olan Faik Bey’i sevmiş gibi gözükmektedir, ancak onu çeken sadece Avrupai havasıdır. Seniha’nın kaçmak istediği her şeyi, bunaltıcı ve sıkıcı konağı ve memleketi, büyük babası ihtiyar Naim Bey simgeler. Naim Bey çok iyi yürekli, sevimli fakat “eski kafalı” bir ihtiyardır. Seniha hayatta en sevdiği varlıktır. Seniha da onu sever, ancak bir yandan da dedesinin onun için düşündüğü hayattan kaçmak ister. Hakkı Celis, romanın ikinci yarısında öne çıkar. Seniha’nın romantik Batılı şairlere tutkun, duyarlı kuzenidir. Seniha’ya aşıktır, onun için şiirler yazmaktadır. Aslında o da “Batı”ya, Batı şairleri yoluyla hayrandır, ancak onun için asıl önemli olan Seniha’dır. “...Seniha abla, bizi pişiren ıstıraptır; gezip görmek değildir. Sizden evvel kaç kişi Avrupa’ya gitti geldi. Bunların bazılarının kıyafetlerinde epeyce değişiklik gördüm, fakat ruhlarında ne değişti; bilmiyorum. Bunlar bize oradan, başlarında bir acayip sarhoşluk ve gözlerinde safiyane bir hayretle avdet ettiler. Seniha abla, siz de bunlardan biri misiniz?’ ‘Ooo, daima felsefe! Sen hiçbir zaman hayat adamı olamayacaksın, hiçbir zaman, zavallı Hakkı!’ Bunun üzerine genç adam acı acı gülümseyerek yarı ciddi, yarı şaka cevap verdi: ‘Öyleyse ölüm adamı olurum.’” (sf. 151) Hakkı Celis, bu sözü söyledikten sonra, uzun uzun düşünür. Çanakkale Cephesi’ne giden askerler arasına katılmaya karar verir. Seniha’ya olan aşkı, eski romantizminin anlamsızlığını kavramasıyla bir “memleket aşkı”na dönüşür. Ona göre bu, çok daha anlamlı bir duygudur. Cemil’in yakın arkadaşları arasında olan kumral, zayıf, uzun saçları iyi taranmış, küçük yaşından beri Avrupa’nın muhtelif şehirlerinde dolaşmış, oturmuş olduğu için hareketlerinde hiç sahte görülmeyen bir Frenk zarafeti ve kıvraklığı olan Faik Bey ile Seniha arasındaki ilişkinin arkadaşlıktan fazla olduğunu genç kızın bütün erkek ve kadın arkadaşları bilirlerdi. Fakat, buna da hafif bir flört manasını verirlerdi. Zira Faik Bey, pek çapkın bir delikanlı ve Seniha, pek şuh bir genç kızdı. Günden güne aralarındaki sevgi çoğalmaya başladı. Faik Bey için Seniha’yı sevmek birdenbire vazgeçilmeyen oluverdi. Seniha ise, Faik Bey kendisinden kumar borcunu ödemek için elmaslarını rehin bırakmasını istediği günden itibaren bir hüsran içindeydi. Seniha kalbinin bu bir günlük imtihanından epeyce değişmiş çıkar. Aşktan evvel ki alaycı, havai, şuh ve işveli hali geri gelir. Kimsenin anlam veremediği ve ailesini, özellikle büyükbabasını utanç içinde bırakan tavırlarıyla ağızlara sakız olan Seniha bir gün sonunda hayalini gerçekleştirir ve Avrupa`ya kaçar. Perişan olan ailesinde en çok üzülen kuzeni ve büyükbabasıdır. Seniha` nın Avrupa da bulunduğu zamanlarda, damadı, Naim Efendi ile aralarının bozukluğunu da bahane ederek, eşi ve oğluyla Şişli` de yeni yapılan apartmanlarda modern ve Avrupai bir daireye taşınır. Naim Efendi koca konakta sadece iki hizmetkarı ile yalnız kalmış ve ömrünün son günlerinde yaşadığı acılar ve şoklar onu iyice bitkin hale düşürmüş, neredeyse yataktan kalkamaz olmuştur. Günlerini bu konakta, odasında yapayalnız geçirirken, kendisine saygısızlık eden ve kendisini çok inciten damadını ve Seniha` yı görmeyi ret etmiştir. Zaman zaman kızı ve kız kardeşi ziyaretine gelmekteydi. Kız kardeşi konağı satıp yanına taşınması için ısrar edince, konağı kiralığa çıkartmaya razı olan Naim Efendi müşterilerle asla anlaşmaya varmaya yanaşmamıştır. Daimi ziyaretçilerinden biride kardeşinin oğlu Hakkı Celis`tir. Hakkı, bu ziyaretlerinde Ona, Seniha hakkında duyduğu son havadisleri, kendisini üzmemeye çalışarak anlatmaktadır. Ne var ki; Seniha`ya aşık olan bu duygulu genç, bu aşk yüzünden yeterince acı çekmiş ve artık tek isteği şehit olmak olan daha katı görünüşlü bir genç olmuştur. Nitekim, memleket aşkı ile Çanakkale cephesine giden Hakkı Celis orada şehit düşmüştür. Seniha ise, İstanbul`a döndükten sonra ailesi ile birlikte yaşamış fakat haklarında söylenenler ayyuka çıkmıştı. Bir türlü istediği evliliği yapamayan Seniha sonunda kendi mutsuzlukları ve çelişkileriyle dolu yaşamına aynı şekilde devam etmektedir. Konakla birlikte yok olan dedesi ile aralarındaki sorunlara çok üzülmesine karşın, dedesi tarafından asla yüzünü görmeye bile kabul edilmemiştir. Kitabın sonunda Naim efendi ölüm döşeğinde, Hakkı şehit olmuş, Seniha ise hala sadece süslü ve güzeldir. Romanda yazar adına konuşan Hakkı Celis, başlangıçta yurt sorunlarına karşı ilgisiz, âşık, içli bir şairken, sonradan bilinçlenerek değişir, bireyin değil, toplumun önemli olduğunu anlar ve "milli ideal" denen bir sevdaya tutulur. Bu ideal geleceğin Türkiye`si ve ulusudur. Karaosmanoğlu romanın öbür kişilerini ve dolayısıyla toplumu, bu yeni bilince ulaşmış Hakkı Celis`in gözleriyle değerlendirir ve yargılar. Ona göre geleceğin Türkiye`sinde ne geçmişin Osmanlı`sının, ne Batı hayranlarının, ne de yurt sorunlarından habersiz, yalnızca sanata tapan bireyci aydınların yeri vardır. Romanın baş kişileri gerçi belli tiplere örnek olarak sunulmuşlardır, ama Karaosmanoğlu bunları çok yönlü bireyler olarak yaşatmayı amaçlar. Yazar, roman boyunca Türk toplumunun tarihsel gelişim sürecinde ilk belirtileri, XVIII. Yüzyılda görülen ve tazimatla somutlaşan batılılaşma hareketleri buna bağlı olarak hayat tarzı, değerler, ahlak; kısacası kültürel değişimleri sorgular. Özellikle kadın-erkek ilişkileri, ahlak çerçevesinden uzun uzadı ya incelenmiştir. Naim Efendi`nin, Seniha`nın, Seniha`nın ailesinin ve arkadaşlarının yorumlarına ve bakış açılarına yer verilmiştir. Örneğin eski üslup görücü evlilikleri genç kuşak tarafından tamamen reddedilmekte, eski kuşak tarafından ise çirkinliği ve tatsızlığı önleyecek kutsi ve insani bir durum olarak görülmekteydi. Yeni kuşakta, Seniha ve arkadaşlarının çevresinde, kadınlar ve erkekler aynı meclislerde bulunup, hatta birlikte içki içip, şarkı söyler, yakınlaşmalardan çekinmez olmuşlardı. Naim Efendi içinse kızını ve torununu başka erkeklerin yanında saçı açık olarak görmek bile alışılması zor bir durumdu. Hele ki Seniha hakkında çıkan söylentileri duyduktan sonra adamcağız defalarca ölmüş olmayı dilemiştir. Çünkü çektiği acı her şeyden beterdir. İki kuşağı da sorgulayan Hakkı ise, amcası kadar yıkıcı olmasa da bu yeni ilişkileri utanç verici addetmektedir. Romanda konak içinde artık Türkçe konuşulmadığından, özellikle de Seniha` nin arkadaşlarıyla Fransızca konuştuğundan bahsedilmektedir. Seniha, babası, ve erkek kardeşi batı hayranı tutumlarıyla, dönemin Türk kimlik sorununu yansıtmaktadır. Ziya Gökalp`in değindiği gibi: “Milletin dili Türkçe, Ümmetin dili Arapça, Medeniyetin dili Frenkce mi olacaktı? (B.Güvenç, Türk Kimliği, s.29) Hakkı Celis romanın başlarından itibaren, duygusallığı ve utangaçlığının yanında edebiyata düşkünlüğü ve şairliğiyle anılmaktadır. Ancak düşüncelerindeki değişim tıpkı o zamanın, Tanzimat sonrasının, Türk edebiyatında olduğu gibi, Divan Edebiyatı`nın biçim geleneğinden kopup akılcı felsefe yönelişi, onun da şiire bakışını değiştirmiş, eskiden okuyup, beğendiği romantik şairlerden tiksintiyle söz ederken, halk ve millet şairleri için övgüler yağdırmaya başlamıştır. İstanbul, bu dönemde Kaptan Halil Paşa`nın Avrupa`yı taklit etme önerisine uyuyordu. Halk Avrupa’nın giyim kuşamlarını, eşlerini kıskanmamaları gibi özelliklerini taklit ediyor, ancak onların ahlaka bağlılıklarını uygulamıyordu. Avrupalı görünmekle Avrupalı olunmadığının örneği işte bu romanda da çok güzel bir şekilde vurgulanmış, kuşak çatışmaları samimi ve yalın haliyle anlatılmıştır. Bu bakış açısından değerlendirildiğinde, ders içinde işlediğimiz konulara ve Türk Kimliği kitabında verilen bilgilere şahitlik edercesine örtüştüğü görülmektedir. Yazar karakterlerinin çok yönlülüğüne özen göstermiş, ayrıca her kuşaktan bireylerin iç dünyasına oldukça objektif ve açıklayıcı yaklaşmıştır. Karaosmanoğlu toplumsal sorunlara belli bir siyasal açıdan eğilmiş bir romancı olmakla birlikte, bu sorunlara yaklaşımını elden geldiğince sanatsal bir düzeyde tutmaya çalışmıştır. Ona karşı yapılan eleştiriler daha çok romanlarının içeriğine ve bazen de diline yönelik olmuştur. Ruhsal çözümlemede, karakter yaratmada ve ele aldığı dönemin toplumsal gerçekliğini yansıtmadaki başarısı övgüyle karşılanmıştır.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|