|
ETNİK SİYASET,KOLONİYAL İLİŞKİLER,AZINLIKLAR OLİGARŞİSİ Erhan ORDUBAY Osmanlı`nın kuruluş ve yükselme döneminde devlet kadroları Türklerin doğal örgütlenme yapısına uygun olarak, Türk boylarının ileri gelen ailelerine mensup önderlerinden meydana geliyordu. Türk beyleri, başarı, yetenek ve güçleri oranında, zaten içi çe olan siyasi ve askeri yapıda yerlerini alıyorlardı. Osmanlı`nın kuruluş aşamasında Anadolu`daki siyasi yapı da, her biri Osmanlı`nın o yıllardaki yerine sahip, gelecekteki rolüne talip küçük beyliklerden oluşmuştu. Bunların hepsi de nüfus ve arazi itibariyle birebirine denk küçük Türk beylikleri idi. Hatta bunlardan Karamanoğulları kendini Selçuklu`nun doğal varisi saymakta, Osmanlı da başlangıçta bunu kabul etmekte idi. Osmanlı, Balkanlara geçtikten sonra devşirme yöntemiyle küçük çocuklardan askeri yapıya Türk unsuru dışından çeşitli unsurlar almaya başlamıştır. Yine bu çocuklar içinden yetenekli bulunan bir bölümü Enderun`a alınmış ve böylece yönetime girmelerine de izin verilmiştir. Bu durum İmparatorluk siyasetinin personel yapılanmasıyla açıklanıyorsa da, Osmanlı bu dönemde henüz Kastamonu ve Konya`dan öteye geçememiş, diğer beylikler gibi, daha devlet olma aşamasındadır. Gelişmesi daha çok Balkanlarda yani batı yönündedir. Anadolu ve doğu siyasetini göz ardı etmemekle birlikte Osmanlı, Anadolu`da birliği oluşturma evresinden önce daha zayıftır. Balkanlarda ise yeni kazandığı yurtlara yerleşmiş, buradan elde ettiği güç ve gelir kaynaklarını da Anadolu`da birliğin sağlanmasında kullanmıştır. Yine, aşağı yukarı bu iki yüzyıllık dönemde, gerek Anadolu gerek İran ve Türkistan hatta bugünkü Suriye, Irak ve Mısır`ın siyasi örgütlenmesi Türklerin eseridir ve fiilen onların elindedir. Temel sorun ise, birbirleri üzerinde bitmek bilmeyen iktidar ve egemenlik siyasetidir. Bu hengamede bir de mezhep ve tarikatların kullanıldığı bir siyaset sayesinde yeni bir illete yakalanan Türkler, devşirme takımının arayıp da bulamadığı yepyeni bir siyasi iklime giriyorlardı. Türkler arasında iktidar tutkusu ile karışık mezhep ve tarikat düzeyinde ayrılık duygusu, bölgesel çekişme gibi etkenler, ilişki, danışma ve dayanışma duygusunu yok ediyor veya azaltıyordu. Diğer yandan merkezde bulunan yeniçeri ve kapıkulu yoğunluğu Türkler ve diğerleri bakımından devlet siyasetini genel anlamda bir reaya politikasına doğru uygulamaya yöneltti. Türkler arasında ulusal birlik düşüncesi yok olurken, devşirmeler arasında etnik dayanışma fikri ve uygulaması merkeze, daha sonra başka yörelere fiilen etki eder ve yönelir hale gelmiştir. Türk devleti olan Osmanlı`da psikolojik açıdan Türklerle eşitlenme, fiili bakımdan üstün konuma yükselmenin yolunu bulmuşlardır. Bazen açık bazen örtülü etnik siyaset sayesinde. Sonraki dönemlerde devşirilmeden Müslüman olmuş bazı gruplar da işin içine girince, etnik ittifak yeni güçlerle iyice büyüdü. Osmanlı siyasetini belirler hale geldi. Birden fazla sayıda Türk devletinin hanedanları arasında bir yünüyle askeri, bir yönüyle siyasi ve sosyal mücadeleler uzun süre devam ede gelmiştir. Türkler bu mücadeleler sırasında farklı hanenadanları desteklemelerinden dolayı bölünmüş idiler. Mezhep ve tarikat önderlerinin o yüzyıllardaki etkili işlevleri tarafların siyasi manevralarında kullanılınca, Türk insanı inanç düzeyinden bölgesel farklılıklara ve siyasi kanaat ayrılıklarına sürüklenmiştir. Merkezde yoğunlaşan devşirme ve etnik kadro siyasi karar sürecinin oluşmasında ağırlığını artırdıkça bu süreçte Türk varlığı nispî olarak önemini ve değerini yitirmeye başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında Fatih döneminde Çandarlı Halil Paşa vakası kritik bir eşik nokta teşkil etmiş, bunun akabinde birinci ve ikinci derecedeki yönetim katmanlarından Türk unsuru tasfiye edilirken bunların yerlerini diğerleri derhal doldurmuşlardır. Bu süreç, babadan oğula geçiş ve sistemli kadrolaşma yoluyla batıdaki aristokrasinin tam karşılığı olmasa da, Osmanlı`da mütegalibe denilen bir sosyal tabanın oluşumunu sağlamıştır. Devlet yüzlerce yıl bu sınıf tarafından yönetilmiş ve yönlendirilmiştir. Bu sınıfı devleti kuran Türk unsurundan ayıran; birliğin niteliği, etnik köken farkı ve koloniyal ilişki biçimidir. İç siyasette uyguladıkları iktidar oyunlarına gelince en önce Yeniçeri Ocağı`na asker yazımıyla başlayan özellikle merkezdeki askeri gücü elde tutmanın sağlayacağı avantajları kullanma tarzı dikkate değer. Pek çok Yeniçeri ayaklanmasının arkasında divandaki paşaların bulunması ilgi çekicidir. Enderun mektebi, Fatih`in yüksek düzeyde yönetici yetiştiren bu okula Türklerin alınmasını yasaklayan kararından sonra tamamen Türkler dışındaki unsurların devletin tepesine musallat olduğu bir ortamın yaratılmasını sağlamıştır. Buradan yetişen memurların yükselmesinde ve mevki sahibi olmasında padişaha dolaylı rüşvetler verilmiştir. Yüksek mevkilerdeki paşaların büyük bölümü bu paraların temini için Galata bankerlerinden Ermeni sarraflarından borç alıyorlar. karşılığını da siyasi ve ticari kararların alınmasında ödüyorlardı. Tam bir koloniyal ticari-politik ilişki doğmuştu. Paışalar borç alıp hazineye aktarıyor böylece iktidar sağlıyor, bilahare sonuçları halka yansıyor ve politik ödemede bulunuyorlardı. Bu ilişkiler içinde iktidar, bu azınlık ırkları oligarşisi tarafından elde tutuluyordu. İktidarın yer değiştirmesi de yine bu farklı etnik grupların değişik kombinasyonları çerçevesi içinde olup bitiyordu. Kısacası Türkler; kendi kurdukları ve bitip tükenmeyen savaşlarda, vuruşmalarda oluk oluk kan dökerek Cihan İmparatorluğu haline getirdikleri devletin yönetimine yüzyıllarca seyirci kalacakları sistemli bir dışlanmayla karşı karşıya idiler. Devşirme eğitimi iddia edilen ve umulanın aksine devşirmeleri köklerinden koparamıyor, mesela Papaz Sokalavis`in oğlu Sokullu Mehmet Paşa kendisi Osmanlı Sadrazam olurken kardeşini de Ortodoks Patriği yaptırmayı ihmal etmiyordu. Koca Osmanlı donanması yakılmış; o, "sakalımızı kestiniz" şeklindeki ünlü ifadesiyle yani deyim yerindeyse traş edebiyatıyla siyaset yapmaya devanı etmişti. Bu ifadesiyle hâlâ ünü ve başarısı tartışılmaz biri olarak kalmıştır. Yine o yüzyılda Anadolu Beylerbeyliğinin bir milyon haneyi aşmış Türk nüfusu mevcut üretim teknikleri ile fakirleşmeye dolayısıyla Celaliliğe yönelirken, Rumeli`nde Türk hane sayısının iki yüzbin civarında dondurulmasının sırrının ne olduğu da sorgulanmaya değer. Padişahları Hıristiyan ahaliden alınan yüksek vergi bahane edilerek zengin Balkan topraklarından daha fazla sayıda Türk`ün faydalanması engellenmiştir. Aynı yüzyılda Anadolu`ya gönderilen pek çok devşirme memurun tımarların Türk beylerinden alınmasını sağlamak için bunlar hakkındaki "bîdin" (dinsiz) oldukları yolunda raporları payitahta göndermişlerdir. Pek çoğunun tımarları ellerinden alınmış, kalabalık nüfusa sahip olanlar zorunlu iskanla parçalanmış, sefer dışında silahlarını kalelere teslim etmeleri yolunda (silahsızlandırma) fermanlar çıkarılmıştı. Silahlarından arındırılmış anadan doğma askerler çiftçiliğe, reaya olmaya zorlanmış, neticede büyük çoğunluğa reaya muamelesi reva görülmüştür. Üstelik iki baştan üşür (öşür onda bir, iki baştan öşür bunun iki misli vergi) usulüyle Türkler, Hıristiyan ahaliyle aynı vergi düzeyine yükseltilmiştir. Böylelikle Türk, görünüşte haraç ve cizye vermemiş ama ona denk olan "iki baştan öşür"le vergilendirilmiştir. Buna karşılık Hıristiyan ahali askerlikten muaf tutulmuş ve bu sayede sivil kalkınma, gelişme ve refah düzeyini yükseltme imkânı bulmuştur. Türk unsuru bir yandan askerlik, bir yandan yüksek öşür, bir yandan köy kalıpları içine sıkıştırılmak yüzünden gelişmesi sınırlı kalmış, hatta birçok dönemler açlık ve sefalete mahkum olmuştur. Celali isyanları ve mezhep çatışması bahanesiyle Sünni ve Hırvat paşalar tarafından soykırıma uğratılmak da cabası. Çoğu kere iki tarafta da ölen ve öldürülen Türk. Padişah damadı dönme paşaların doğu Avrupa`daki Hıristiyan soydaşlarını batı Avrupa`nın saldırısından Müslüman Türk koruyacak, karşılık olarak Anadolu`daki Türk varlığı türlü bahanelerle yıpratılacak. Örnekler bir değil, iki değil. Fatih`in Sırp Mahmut Paşasının etkisiyle, İstanbul`un alınışı on binlerce Türk`ün canı ve kanı pahasına gerçekleştiği halde, Türk`ün İstanbul`a girmesine bir çeşit vize konulacak: Trabzon alınacak, yağmaya izin verilmeyecek, neden`? Nedeni anlaşılıyor ki, Sırp Mahmut`un her iki şehirde de düşman devletin kadrolarında teyze çocuklarıyla ilişkisi ve muhaberesi mevcuttur. Bu ilişkileri kendi etnik siyaseti ve azınlık iktidarı için kullanacaktır. Durumu fark eden, dönme-devşirme ihanetine karşı koyacak padişahlar ve devlet yöneticileri çıkmadı mı? Çıktı. lakin etnik siyaset ve kadrolaşma duruma hâkim olmuştu. Genç Osman ve Dördüncü Murat bu duruma direndikleri için, merkezde kuvvetli etnik ittifaka karşı aldıkları tavrın bedelini canlarıyla ödediler. Padişahları, şehzadeleri öz ana-babalarıyla, öz kardeşleriyle çatışır konuma getiriyorlar, hangi taraf kazanırsa kazansın kendileri yine iktidarda kalıyorlardı. Bu, bir siyasi gelenek halini almıştı. 19. yüzyılda koca Osmanlı"nın dışişlerini, hem de Yunan isyanı patlak verdiği sırada Rum kâtipler idare ediyorlardı. On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı`yı uğraştıran Jön-Türkler meselesinin altında bile örtülü bir etnik siyaset yatmakta idi. Şöyle ki; Kavalalı Mehmet Ali Paşanın torunu Mustafa Fazıl Paşa, Mısır Hıdivliğinin kardeşi İsmail`e verilmesine çok gücenmiş, Bu yüzden Sultan Abdulaziz`e kızmış, Genç Osmanlılara katılmış, Paris`e gitmiş, Mısır`dan miras üç milyon altınla Genç Osmanlıları göbekten bağlamış, kendini bakan seçtirmiş. Affedilip İstanbul`a dönmüş, Maliye ve Adliye Nazırlıkları yapmış, Genç Osmanlılara Maliye Bakanı olarak para yardımında bulunmaya devam etmiş, onların başına bula bula da kendi kanından Mithat Paşayı bulmuş, Mithat Paşa da rakı meclislerinde Ali Osman olur da Alî Mithat olmaz mı" diye diye sadrazam olmuş, Tuna boyundaki büyük arazileri kendine tapulamış, Ali Mithat`a hazırlık tutsun diye herhalde... Konumuz açısından değerlendirildiğinde, Mustafa Fazıl Paşa`nın dedesi, çeşitli hile ve entrikalarla Mısır Hıdivi olmuş, Kavalalı Mehmet Ali Paşa Osmanlı mülkü olan Mısır`a İngiliz ve Fransızları teknik yardım eğitim gibi gerekçelerle davet etmiş, sonra da Osmanlı`ya kılıç çekmiş, Kütahya ve Bursa`ya kadar ordu yürütmüş, bu yüzden Osmanlı önce Ruslarla sonra İngiliz ve Fransızlarla anlaşmaya oturup onlara taviz vermek zorunda kalmış. Kendisi, kardeşim neden hıdiv oldu diye devlete karşı gelmiş. arkasına Fransa`yı alarak, üç altına muhtaç milyonlarca Türk varken Osmanlı`nın kendisinden alıp kendisine verdiği üç milyon altını yaklaşık on beş milyon cumhuriyet altını) deyip şükretmemiş, bu parayla hıdivliği elinden alan kardeşine karşı bir örgütlenme veya ordu kurmamış, ne yapmış? Fransızlarla birlikte Osmanlı`ya karşı siyaset geliştirmiş. Gereken tavizi almış; Kavalalı`nın bir torunu Mısır`da Hıdiv, diğeri İstanbul`da Maliye ve Adalet Bakanı olmuş. Sözde kardeşiyle hıdivlik derdi var ama gerçekte düşmanı Osmanlı. Herhalde imkanı olsa padişahlığı bile düşünürdü. Ayrıca eğer Genç Osmanlılar, Mustafa Fazıl Paşanın kumpasına düşmek yerine, ülke için çok gerekli bilim ve teknik dallarındaki eğitimlerini başarı ile tamamlamış olsalardı, geri kalmışlığımız belki de Japonlarınki gibi bir kalkınmaya dönüşebilirdi. Osmanlı`da mütegalibe denen bu grubun izlediği siyaseti yetişme çağında çok iyi gören Mustafa Kemal Atatürk, Türk ulusuna "Cumhuriyet fazilettir" ve "Egemenlik kayıtsız-şartsız ulusundur" diyerek içine sürükleneceğimiz yanlış siyasi ortamlara karşı uyanık olmanın ilkelerini daha yolun başında koymuştur. Buna rağmen Cumhuriyet, örtülü etnik siyasetten tamamen arınabilmiş midir`? Daha ayrıntılı bir yazı konusudur. Ancak son zamanlarda ikinci cumhuriyet, Osmanlılık hinterlandı şeklinde ortaya çıkan etnik siyasete söylenecek sözümüz vardır. Bunların Osmanlı`daki Etnik-i Eteryacılarla tarihi misyonları aynıdır. Ulusal hakimiyetle etnik siyaset uzlaşamaz. Etnik tabanlı siyaset, koloniyal ticari ilişkilere dayalı güç ve nüfuz kazanma dar bölgeye veya zümreye dayalı iktidar üçgeni cumhuriyetin faziletini ve ulusal hâkimiyeti ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Dış desteklerden de mahrum değillerdir. Siyaseten mozaik muhabbeti yapanlar, kendi bağlı oldukları etnik gruplarının "en kıymetli taşlar" olmasına oynamaktadırlar. PKK ve dış desteklerini kendi politikalarının avadanlığı olarak kullanma yolunu siyasi çözüm şeklinde yutturmağa çalışmaktadırlar. Ancak unutmasınlar ki bu etnik tabanlı mütegalibenin büyük kısmı Osmanlı tarihinin son döneminin Anadolu`ya biriktirdiği Tanrı misafirleridir. Yüz-yüz elli yıldır misafirperverliğin hiçbir hususunu eksik bırakmayan Türk Milletine Tanrı misafirliğinin kaidelerini kendilerine hatırlatmak zorunda bırakmasınlar.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|