|
Orta Çağ`ın sonuna kadar Avrupalılar, dünyanın pek az yerini tanıyorlardı. Coğrafya bilgisinin artması ve gemicilikteki gelişmeler sonucu açık denizlere çıkan Avrupalılar, yeni kıtalar ve ülkeler keşfetmeye başladılar. İşte Avrupalıların 15.yüzyılın sonunda başlatıp 16.yüzyıl boyunca da devam ettirdikleri yeni yerler bulma girişimlerine Çografi Keşifler denir. Keşiflerin Nedenleri: Keşiflerin nedenleri arasında, doğu ülkeleriyle doğrudan ticaret yapmak için yeni yolların aranması başta gelir. Orta Çağ`da Doğudan gelen ipek, baharat, altın, elmas, inci gibi değerli mallar, Avrupa`ya iki önemli yoldan ulaşıyordu. Bu yollardan birincisi, Çin`den başlayıp Karadeniz kıyılarına ulaşan İpek Yoluydu. Bu yol Türklerin elindeydi. İkinci yol olan Baharat Yolu ise Hindistan`dan başlıyor, bir kolu Basra Körfezi`ne ulaşıyor, diğer kolu ise Mısır ve Suriye limanlarında sona eriyordu. Türk ve Müslüman tüccarların bu yolları izleyerek Hindistan ve Çin`den getirdiği mallar, Venedik ve Cenevizliler tarafından Avrupa`ya ulaştırıyorlardı. Bu ticaret sayesinde doğu ülkeleri oldukça zenginleşmişti. Ancak bu mallar birkaç el değiştirdiği için Avrupa`da çok pahalıya satılıyordu. Avrupalılar, doğu ülkelerinin içinde bulunduğu zenginlik ve bolluk hakkında abartılı bilgiler edinmiştir. Özellikle, Venedikli gezgin Marko Polo`nun eserinde okudukları hikayeler, Avrupalılarda doğu ülkelerine karşı büyük ilgi ve merak uyandırmıştır. Orta Çag`da Avrupalıların dünya hakkındaki bilgileri çok azdı. Avrupalılar, Haçlı seferleri sırasında Müslümanların coğrafya bilgisinden yararlandılar ve dünyanın yuvarlak olduğunu öğrendiler. Bunu sonucunda var olan haritaları geliştirip daha doğru haritalar yaptılar. Pusula kullanımının yaygınlaşması, gemicilerin deniz ve okyanuslara güvenle açılmalarını sağladı. Gemicilik tekniğinin ilerlemesi ile 15. yüzyıldan itibaren açık denizlere dayanıklı ve büyük gemiler yapıldı. Bu da keşiflerin başlamasında önemli bir etken oldu. KEŞİFLERİN SONUÇLARI Coğrafi keşiflerin dünya tarihinde çok önemi, sosyal, siyasi ve ekonomik sonuçları oldu. Bulunan yeni ticaret yolları nedeniyle Akdeniz limanları, İpek ve Baharat yolları eski önemini kaybetti. Atlas Okyanusu kıyısındaki bazı limanlar hızla gelişti ve büyük birer ticaret merkezi haline geldi. Coğrafi keşifler sonucu, Amerika`da bir çok eski uygarlığın olduğu öğrenildi. Keşfedilen yerlerden bol miktarda altın ve gümüş gibi değerli madenler ile çeşitli ham maddeler Avrupa ya taşındı. Ticaretle uğraşan burjuva sınıfı zenginleşti ve güç kazandı. Burjuvalar, soyluların topraklarını satın almaya başladılar. Böylece soylular eski güçlerini ve ayrıcalıklarını kaybettiler. Avrupalı devletler keşfettikleri yerleri egemenliklerine alarak sömürge imparatorluklarını kurdular. Keşif seferleri düzenlenen ülkelerin kaynaklarından yararlanan Avrupa`nın denizci ülkeleri kısa sürede zenginleşti. Zenginleşen ailelerin, kültür ve sanat hareketlerini desteklemeleri Rönesanssın başlamasında etkili oldu. Yeni dünyaya özgü bazı ürünler (tütün, patates, domates, şeker kamışı, vanilya, kakao vb.) Avrupa`ya ve oradan da dünyanın diğer bölgelerine yayıldı. Keşfedilen ülkelerde Hıristiyanlık dini yayıldı. Ancak Avrupa`da da kiliseye ve din adamlarına olan güven azaldı. Çünkü kilise ve din adamları, dünyanın düz olduğu vb. birçok yanlış bilgiyi savunmuşlardı. Başta Amerika`ya olmak üzere, keşfedilen yerlere Avrupa`dan yoğun göçler oldu. Bu göçler sonucunda Avrupa kültür ve uygarlığı daha geniş bir alana yayıldı. COĞRAFYANIN TARİHÇESİ VE GELİŞMESİ İLK COĞRAFYACILAR Coğrafya en eski bilim dallarından biri sayılır. İlk coğrafyacılar eski Yunanistan da ortaya çıkmışlar, o çağda coğrafyaya "doğa tarihi" yada "doğa felsefesi" denilmiştir. Gerçektende, Miletoslu Thales ve Heredotus gibi eski Yunan coğrafyacılarının çoğu, aslında birer tarihçi ve felsefecidir. Coğrafyayla ilgili yapıtlarında daha çok çevrelerine ilişkin bilgileri içerir. Coğrafya sözcüğü, yunanca "yerin betimlenmesi" anlamına gelen sözcüklerden türetilmiştir. Eski Yunanlılar, o dönemde bilime batı dünyasına, özelliklede Akdeniz`in doğu kesimine egemen olup, ticaret yapmak, yeni Ticaret merkezleri kurmak için denizlere açılmış, denizlere açılan Yunanlı denizciler havanın açık olması önemli olduğundan hızlı ve güvenli yolculuklar yapa bilmek için rüzgarlarıda incelemişlerdir. Coğrafyanın bir bilim dalı haline gelmesine en önemli etkenlerden biri, eski Yunanlıların gözlemlerini ve düşüncelerini yeni kuşaklara aktarmak için kağıda dökmüş olmalarıdır. Bu konuda Mısırdaki Nil ırmağını, Taşkınlarını, deltasındaki değişmelerini anlatan incelemeler önemlidir. İ.Ö.V. yy `da Heredotos, ilk çağlayanına kadar bir yolculuk yaptığı Nil ırmağını Kitabında anlatmış ve Nilin kaynağı konusundaki varsayımını ortaya koymuştur. Eski Yunanlılar genel olarak yer ile ilgili çalışmalarda yapmışlardır. Dünyanın yuvarlak olduğunu ilk anlayan kişilerden Aristoteles (İ.Ö.IV. yy.) bu yargıya felsefi akıl yürütme ve astronomi gözlemleri yoluyla ulaşmıştır. Dünyanın yuvarlaklığı düşüncesini İskenderiye kütüphane yöneticisi Eratosthenes de desteklemiş dünyanın ölçülmesi üstüne adlı yapıtında boylam yayını ölçerek elde ettiği dünyanın çevresinin uzunluğunu vermiştir. Rodoslu astronom Hipparkhos (İ.Ö.II. yy.) dünyadaki yerlerin konumunu belirlemek için, günümüzde kullanılan enlem ve boylamların öncüsü olan çizgiler sistemi değiştirmiştir. Strabon (İ.Ö. 63-İ.S,21),Coğrafya adlı 17 ciltlik yapıtında, Galya ve İngiltere`den İran`a, Karadeniz`den, Etopya`ya kadar yolculuklarını anlatmıştır. Dolaştığı bölgeler ve bu bölgelerde yaşayan insanlarda ilgili betimlemelerinde atlamalara, yanlışlıklara raslanırsa da betimlemelerini kalıcı olmayan, yapay olarak çizilmiş siyasal sınırlar içinde değil, doğal sınırlar (sıra dağlar, akarsular gibi) içinde ele aldığı için bölgesel coğrafyanın kurucusu sayılmaktadır. İskenderiyeli Ptolemaios (İ.S 100-170) eski coğrafyacıların en ünlüsüdür. Bölgeleri boyutlarına göre sıfırlandıran, ayrıntılı alan incelemeleri yaparak fiziksel coğrafyayı sistemleşmiştir. Eldeki bilgileri değerlendirerek çizdiği ve dünyanın o dönemde bilinen bölümünü içeren haritası gerçeğe çok yakındır. 8 ciltlik Coğrafya Rehberi adlı yapında bilinen bütün yerlerin listesi, kendi bulduğu yönteme göre belirlediği enlem ve boylamlarıyla belirtmiştir. KEŞİFLER ÇAĞI Haçlı seferleri sırasında Avrupalılar, Avrupa dışındaki "dünyayla ilgilenmeye başladılarsa da, dünyanın bilinmeyen yerlerinin tanınmasına, Coğrafi betimlemeler yapılmasına haritalar çizmesine ilgi, özellikle Rönesans`ta, "keşifler çağı" diye adlandırılan dönemde Bartolomu Diaz, Vasco De Gama ve Kristof Kolombun XV. yy. sonundaki gezileri sayesinde canlandı. Daha 1507`de Alman haritacı Martin Waldseemüler (1470 d. 1521`e d.) Kuzey ve Güney Amerika`yı içeren bir dünya haritası çizdi. Yeni dünya için "Amerika" terimi ilk kez bu harita üstünde kullanıldı. 15 yıl sonra Ferdinand Magellanın yol arkadaşları, dünyanın çevresini dolaşan yuvarlaklığını kanıtladılar. Bu bilgi bazı ölçüm ve gözlemlerin daha doğru yapılmasını sağladı; Hollandalı Gerardus Mercator gibi yeni kuşak haritacıların yetişmesine yol açtı. Mercator, daha önce yapılanlara oranla çok daha doğru olan bir dizi harita yayınladı. Bunların arasında özellikle, meridyen ve paralelleri birbirini dik kesen harita izdüşüm sistemini (sonradan adı verildi) kullanarak çizdiği ünlü deniz yolları haritası (1569) da vardı. Ama coğrafyayı bir bilim dalı olarak canlandıran, Bernhardus Varenius (1622-50)oldu. Geographia Generalis (Genel Coğrafya, 1650) adlı yapıtında bölgesel coğrafya kavramını ortaya attı. Yeryüzünü etkileyen rüzgar, deniz, vb. etmenleri ele alıp, nedenlerini ve etkilerini açıklamaya çalıştı. Yapıtı 150 yıl süreyle temel coğrafya kitabı olarak kullanıldı. Kant, Goethe ve Montesquieu gibi XVIII.yy. filozof ve yazarların, insan ile çevrenin karşılıklı etkileşmesini konu alan beşeri coğrafyayla ilgilendilerse de, coğrafyanın gelişmesi XIX.yy. a kadar durdu ve coğrafya, bir ölçüde, yer bilimi özdeşleştirildi. TÜRK-İSLAM TARİHİNDE KEŞİFLER İslamiyet`i kabullerinde önce Orta Asya’da Türklerin coğrafya bilimine katkıları ve coğrafya bilgi düzeyleri yeterince bilinmiyor. Bununla birlikte, dünyanın en eski uygarlık bölgelerinden birinde yaşayan ve çevrelerindeki öteki kültür alanlarıyla sıkı ilişkilerde bulunan eski türk boylarının da, özellikle hareketleri ve yayıldıkların alanın genişliği nedeniyle oldukça zengin bir coğrafi bilgi dağarcığına sahip oldukları varsayılabilir. İslamiyet`ten sonra Antikçağın yunanca klasik coğrafya yanıtlarının Arapça çevirileriyle de tanışan bazı Türk bilginleri gerek genel coğrafya gerekse ülkeler coğrafyasına önemli katkılarda bulunmuşlar, hatta yerbilimleri ancak XIX.yy. sonlarında ortaya konan ve benimsenen bazı temel ilkelerini daha o zamanlarda biraz değişik tarzda olmakla beraber, ifade etmişlerdir. Bunların arasında özellikle Biruni ve çağdaş ibni Sina’yı saymak gerekir. Hive doğumlu bir tüek olduğu halde, o dönemde bilim dili sayılması nedeniyle Arapça yazan çok yönlü bir bilgin olan Biruni dünyanın ekseni çevresinde döndüğünü belirtmiş, birçok yer için sağlıklı enlem ve boylam ölçmeleri yapmış ve bu arada Indus vadisinin eskiden denizle kaplı bir havza olduğu gibi, zamanın çok ilerisinde görüşler ifade etmiştir. Anadolu’ya yerleşen Türkler, bu ülkelerin Antikçağda bilimsel coğrafyayı kuran ve yapıtlar verenlerin yurdu olmasına karşın, genelde bu eski kaynaklardan ancak dolaylı ve çok sınırlı ölçüde yararlanmışlardır. Osmanlılar döneminde ise, asıl anlamlarıyla coğrafya özellikle hükümdarların tutumuna bağlı olarak ancak zaman zaman parlak dönemler yaşamıştır. Bunlardan biri, coğrafya ya ve haritalara da ilgi duyan Fatih Sultan Mehmet dönemidir. Bu dönemde Ptolemaios’un Coğrafyası Bizans’ta saklanmış yunanca bir kopyadan Türkçe ye çevrilmiş bu yapıtın İtalyanca manzum çevirisine, çevirmen tarafından Fatih’e ithaf edilmiştir. Fatih ayrıca İstanbul’un bir haritasını da hazırlatmıştır. XVI. yy.da Deniz coğrafyacıları ile parlak bir dönem yaşanmıştır. İmparatorluğun en geniş sınırlarına ulaştığı bu dönemde Piri Reis (1465-1554) Atlas okyanusunun iki kıyısındaki ülkeleri gösteren ve tasvir eden ünlü haritasını, 1513’te Selim I’e, 1521’de yazdığı ve 1525’te genişlettiği Kitabı-ı bahriyesini de Kanuni Sultan Süleyman’a sunmuştur. Genel coğrafya bilgileri ile başlayıp ülke tasvirleri ile devam eden ve haritalarda içeren bu yapıt, günümüzde güvenilir eski bir kaynak olarak değer taşır. Katip Çelebinin coğrafya bakımından önemli bir başka yapıtı, Ortelius’tan alınma haritalarda içeren Atlas minor çevresidir. XVII. yy da Türk coğrafyasının çok daha farklı olmakla birlikte ikinci büyük adı Evliya Çelebidir. Pek çok ülke dolaşan Evliya Çelebi gördüklerini ve duyduklarını bazen biraz abartarak ünlü Seyahatnamesinde yazmıştır. XVII. yy. son yarısında Türk coğrafyasına katkıları olan bir bilim adamı da Coğrafya kebir yada Tercüme-i Atlas major adıyla bilinen Atlas major‘un bazı eklerle çevirisini gerçekleştiren Ebu Bahir bin Behram-üd Cihannüma’dir. Bu dönemde Cihannüma coğrafyaya meraklı olan ve hatta bu nedenle kendine "İbrahim-ülcoğrafi" diyen İbrahim Müteferrika tarafından özenle ve bazı haritalar da eklenerek yeniden basılmıştır. Aynı dönemin bazı coğrafi konulara da değinen tanınmış bir başka yapıtı da, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’sidir. Gene aynı Dönemde Varenuis’un ünlü Geografia generalis’i (1650’de) çok geç de olsa Türkçe`ye çevirmiştir. O tarihlerde yabancıların yurt içindeki bilimsel araştırmaları bile Türkçe`ye çevrilerek değerlendirilmemiştir. Bu durum, İstanbul Darülfünunu edebiyat fakültesi‘nde bir coğrafya bölümünün ve araştırmaya yönelik Coğrafya darül mesai Müdürlüğüne alman coğrafyacısı E.Obst’un atanması ve bölüm kadrosunda dış ülkelerde coğrafya eğitimi görmüş kişilerin görev almasıyla, Türkiye’de çağdaş coğrafyanın temelleri atılmıştır. Cumhuriyet döneminde Türk coğrafyasında, 1924 yılında İbrahim Hakkı’nın (Ak yol), Fransa’dan çağrılan Lefebvre’in, onun ardından Chaput’un niyabet 1933 üniversite reformumdan sonra, yurt dışında eğitim görmüş genç elemanların coğrafya bölümünde öğretime katılmalarıyla hızla gelişmeler başlamıştır. Bu gelişme, 1935 ’te Ankara’da Dil ve tarih coğrafya fakültesinde alman coğrafyacı H.Louis’in başkanlığında ikinci bir coğrafya bölümü açılması, 1941 ‘de Türk coğrafya kurumunun kurulması, araştırma çalışmalarını duyuran Türkçe ve yabancı dilde coğrafya dergilerinin yayımlamaya başlaması, ayrıca Atatürk, İzmir ve Fırat üniversitelerinde coğrafya bölümünün açılması, İstanbul’da deniz bilimleri ve coğrafya enstitüsünün kurulması, çok sayıda temel ders kitabı ve araştırmanın yayımlanması ile giderek daha da hızlanmış ve böylece Türk coğrafyası günümüz düzeyine ulaşmıştır.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|