Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: SOSYAL BİLİMLER
    Konu: İslamiyet Öncesinde Türk Kadınının Toplumdaki Yeri


"Dünün, bugünün ve yarinin en değerli varlıklarına"
Kadının aile içinde erkekle paylaştığı sorumluluklar ve toplum hayatında giderek artan fonksiyonunun incelenmesi önemli bir konudur. Nitekim, Türk kadınının son yüzyılda, özellikle Cumhuriyet döneminde yaşayan sosyal değişme içindeki yerinin ne olduğu sorusunu sık sık tekrarlanmış ve buna cevap aranmıştır. Bu meseleyi açıklığa kavuşturabilmek ve bugün ulaşılan merhaleyi daha iyi gösterebilmek için, bu sonucu hazırlayan tarihi ve sosyal gelişmeleri öncelikle ortaya koymak zarureti vardır. Şimdi biraz gerilere giderek bu gelişmeleri gözden geçirelim.
Eski kavimlerde kadının durumu ne idi?
Mesela, eski Hint, Çin, Moğol ve Arap toplumlarında babanın otoritesine dayalı "pederşahi" aile sistemi ve çok evlilik (poligami) hakimdi. Ailenin mirası ve yönetimi daima babadan oğula geçer, kız çocuklarına herhangi bir söz hakkı verilmezdi. Kadın zengin ve seçkin bir aileden değilse saygı görmez,bir ticaret meta gibi değerlendirilir. O,ancak erkeğin malı olarak bir değer ifade ederdi. Hatta kadın, Hindistan`da XIX. yüzyıla kadar ölen eşinin arkasından yakılmaktaydı. Eski Araplarda da kız çocuklarının yüz karası olduğu düşünülür, diri diri toprağa gömülürdü.
Babil`de meşhur Hammurabi kanunları, kadının toplumdaki yerini belirleyen hükümler taşıyordu. Buna göre, tek evlilik esastı; fakat zaman zaman çok evliliğe de rastlanıyordu. Erkek, ancak namusunu korumadığı takdirde eşini boşayabilirdi. Kadın da, eşinden haksızlık gördüğü takdirde onu terk etme hakkına sahipti.
Eski Roma,Yunan ve Sparta gibi topluluklarda da pederşahi bir aile düzeni vardı; fakat, çok evlilik yasaktı. Bununla birlikte, kadın ticareti söz konusu idi. Kadınların yönetimde herhangi bir fonksiyonu yoktu.
Eski Türklerde ise kadının durumu çağdaşlarına göre oldukça farklı idi. Aile düzeni pederşahi, değil pederi idi. Toplumda tek evlilik esastı; ancak idareci zümreye mensup ailelerde çok evliliğe de rastlanmaktaydı.
Yalnız, sonraki kadınlar hiç bir zaman "katun" durumuna gelmezler, çocuklarıda yönetimi ele geçirmezdi. Katun daima hakanın yanında yer alır, hakan savaşa gidince onun görevlerini yerine getirirdi.
Evlilik sırasında oğlan tarafı kız tarafına "kalıng" denilen bir para ve mal verirdi. Boşanma söz konusu olduğunda kadın suçlu ise "kalıng" erkeğe verilir, erkek suçlu ise kadında kalırdı.
Eski Türklerde, ölen kardeşin dul kalan eşi ve üvey anne ile evlenme geleneği (leviratus) de görülmekteydi. Bunun gayesi hem dul kadınları himaye etmek, hem de aile mülkünün parçalanmasını önlemekti. Ancak, kadın zengin ise, evlenme sırasında aldığı "kalıng"ı iade ederek, bu evliliği reddetme hakkına sahipti.

Eski Türk toplumlarında aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında, Türk efsanelerinde öyle yüce bir mertebeye konulmuştur ki, kadını böylesine yüce bir varlık haline getiren töreye, kültüre hayran olmamanın imkanı yoktur. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Daha da önemlisi Türk ırkının tek bereket kaynağıdır Kendisine verilen bir takın haklardan dolayı hanların, hakanların, cengaverlerin önünde saygı ile eğildikleri bir şeref abidesidir.
Türk destanlarında Kadın ilahî bir varlık konumuna gelmiştir. Öyle ki, erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyu ile algılanmasının imkanı yoktur. Yaratılış Destanında, Tanrıya insanları ve dünyayı yaratması için Fikir ve ilham veren "Ak Ana" adında bir Kadındır. Oğuz Kağanın ilk karisi, karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karisi ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insan üstü varlıklardır. Yakutlarda "Ak Oğlan" ağacın içinden çıkan nurlu bir Kadın tarafından emzirilmiştir. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan Kitabesi`nde Kağan: "Sizler anam hatun büyük annelerim, ablalarım, hala ve teyzelerim, prenseslerim. " hitabıyla söze baslar. En eski Türk inancına göre "han ile hatun" gök ile yerin evlatlarıdır.
Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede Kadının dövülmesinin, hor-anmasının, itilip kakılmasının imkanı yoktur. Zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında Kadın, erkeğin daima yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır. Dede Korkut Hikayelerinden olan "Deli Dumrul"da, Dumrul caninin yerine can bulma çabasına girince, bunu Kadınından bulmuş, Kadını ona hiç çekinmeden "canini vereceğini" söylemiştir.
Yine Türk kültüründe destan kahramanları, iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan Kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim yine Dede Korkut`taki Bamsi Beyrek Hikayesinde yer alan "Banu Çiçek" bunun en güzel örneğidir.
Dede Korkut Hikayeleri’nde ortaya konulan Kadın anlayışı İslamiyet öncesi Türk topum hayatındaki Kadın anlayışına tamimiyle uygun olan İslam’ı Kadın anlayışıdır.
Toplum hayatındaki Kadın ve erkek münasebetleri bütünüyle açılık ve dürüstlük esasi üzerine kurulmuştur. Kadın sosyal hayatta erkeğin eşiti, olarak değerlendirilmekte ve şahsiyetine saygı duyulmaktadır. Hiç bir zaman bir zevk ve aşk vasıtası olarak görülmemekte, erkeğe denk bir şahsiyet olarak ortaya çıkmaktadır. İslamiyet öncesi Türk kültür ve sosyal hayatında hiçbir şekilde Kadın ve erkek ayırımı görmek mümkün değildir. Kadın ve erkek denen iki ayrı cins arasında tam anlamıyla bir eşitlik ana kuraldır. İslamiyet’in Kadına verdiği büyük değer,mevcut sosyal değer ölçüleriyle büyük uyum teşkil ettiği içindir ki, Türklerin bu dini kabullenmesi son derece kolay olmuştur. Çünkü Kadının insan sayılmadığı bir devirde çıkan ve bölgede çıkan İslam dini,Kadını içine itildiği karanlıktan aydınlığa çıkararak,ona sosyal hayatta hakki olan yeri ve değeri vermiştir,onu insandan saymayan sadece bir zevk ve eğlence vasıtası olarak gören erkeğin karşısına bir eşiti ve dengi şahsiyetin sahibi olarak çıkarmıştır. İşte Dede Korkut Hikayeleri’nde karşımıza çıkan Kadın anlayışı,İslamiyet’ten önce yaşanan toplum hayatinin ortaya koyduğu Kadın anlayışı ile Islami devir toplum hayatinin ortaya koyduğu Kadın anlayışının bir sentezidir denilebilir. Hikayelerde Islami hayattan daha önce sosyal hayat içinde aktif olarak başlı başına bir şahsiyet halinde var olan Türk Kadını,Islami dönemde de ayni şekilde ama bu sefer İslam inancının getirdiği değerlerle daha da gelişmiş, ama sosyal hayat içerisindeki aktivitesinden ve şahsiyetinden hiçbir şey kaybetmemiş olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eserde Kadın erkek eşitliği ve Kadınlarla erkeklerin serbestçe görüşüp konuşma imkanına sahip bulunduklarında dair bölümler vardır. Dede Korkut Hikayeleri’nde Kadınlar erkeklerden kaçmazlar. Onlarla belli bir rahatlık ve serbestlik içerisinde konuşurlar. Bu serbestlik içinde hiçbir gayri ahlaki motiflere rastlanmaz. Hiçbir zaman hiçbir yerde Kadın erkek münasebetleri cinsellik açışından ele alınmaz. Her iki ayrı cinsin karşılıklı ilişkileri normal insani ilişkilerin ötesine geçmez.
Dede Korkut Hikayeleri’nde Kadınlarda erkekler gibi savaşçıdırlar.
Kadın toplum içinde tamimiyle demokratik bir yere sahiptir. erkeğin ölümünden belli bir süre gönlünün dilediği ile evlenebilir. Ona bu hak kendisini seven kocası tarafından daha sağlığında verilmiştir. Manas Destanında Kadın, evin namusunun koruyucusudur. Kahramanlar, ahlak dişi bir iş yapacakları zaman Kadın onlara mani olmaktadır. Kazaklarda Kadına verilen değer su atasözüyle ne güzel anlatılmıştır.
"Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik Kadındır. " Tüm Türk destanlarında, sarsılmaz bir saygı, sevgi ve sadakat vardır. Gerdeğe girdiği gün, murad alıp vermeden yalnız kalan Kadın (gelin) kocası dönünceye kadar onu bekleyeceğine ve üzerine bir erkek sinek bile kondurmayacağına and içerdi. Kadınların, savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılırdı. Destanların hiçbirinde şehveti andıran çirkin olayların olmayışı, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Oğuz Kağan Destanında, ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği ifade edilirken; İran’ın ünlü destanı "Şehname"de bu tür ahlaksızlıkların hikaye edildiği ortadadır. Örneğin Sehname`nin Kadın kahramanlarından olan "Südübe", Siyavus`a asıktır, ve ona çirkin tekliflerde bulunur: "Hadigel, kimsenin haberi olmadan beni bir kere sevindirde, gençliğimin günlerini tazelendirip onları bana yeniden bağışlayıver." Banu Çiçek ile buradaki Kadın tipini karşılaştırmaya gerek bile yoktur. İranlı bir tarihçi olan Gerdîzî de; "Malumdur ki Türk Kadınları çok iffetlidirler. " derken Türk Kadının ahlakî temizliğini övmektedir. Bu övgü boşuna değildir.
Nitekim Kadın adları arasında, temiz, faziletli manasına gelen; "Hun, Salbir, Arig, Ank, Uygur Silig, Kazan Silu" gibi adların bulunması sebepsiz değildir. Ayni şekilde Ibn Batuta, Seyahatnamesi`nde Kırım’daki hatıralarını anlatırken söyle demektedir. "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türklerin Kadınlara gösterdiği hürmetti. Burada Kadınların kıymet ve derecesi erkeklerinkinden çok üstündür. "
İslamiyet öncesi Türk toplumunda, Kadınsız bir is görülmezdi.
Daha önce belirttiğimiz gibi, Kadın erkeğinin tamamlayıcısıdır. O sürekli erkeğinin yanındadır. Hanların buyrukları yalnız "Hakan buyuruyor ki ifadesiyle başlamamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devlet elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Törenlerde, şölenlerde Kadın, hakanın soluna oturur, siyasî ve idarî konulardaki görüşlerini beyan ederdi. kadınların savaş meclislerine katıldığı dahi olurdu. Örneğin; Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete Han’ın hatunu imzalamıştır. (2)
Ebul Gazi Bahadır Han. Secere-i Terakime`de. Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptıklarını anlatmakta ve bu kızların isimlerini söyle sıralamaktadır "Boyu Uzun Burla, Barçin, Salur, Sabati Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladi, Kugatli Hanim "(3)
Türk Kadını, diğer toplumlarda olduğu gibi baskı altında tutulmuyor, aşağılanmıyordu. Kadının yüceliği, Altay dağlarının en yüksek tepesine "Kadınbaşı" ismi verilerek, sanki çağlar sonrasına bir mesaj gibidir.
İslam öncesi Türk topluluklarında Kadına böyle bir bakış açısı var iken, Türk toplumu dışında kalan milletlerde Kadının durumu acınacak bir haldedir. Cahiliye devri Araplannda, Kadının kocası yanındaki değeri, alınıp satılan bir maldan farksızdır.
Arap erkeği, adet zamanında Kadınla bir arada oturmaz, onunla yiyip içmezdi.
Ayni dönemde, yine burada Kadının miras hakki yoktur. Oysa, Türk Kadını miras hakkına sahiptir. Mesela Yakutlarda Kadının kendine ait mülkü mevcuttur. Buna "and " veya "semse" adi verilir.
Kadının bunu, istediği gibi kullanmak hakki vardır.
Ölen bir kocanın karısı var ise bunun mirastan iki hali olur:
1. kocanın, oğlu veya kızı, oğlunun oğlu veya bir kızı ile beraber bulunuyorsa sekizde bir.
2. Bunlardan hiçbiri Kadının yanında değilse dörtte biri miras alınırdı.
Ani dönemlerde Kadınların diğer toplumlardaki durumunu incelemeye devam edelim. İngiltere de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hıristiyanlar ise Kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere’de Kadın "murdar" bir varlık sayıldığı için İncil’e el süremiyordu. Kadınlar İncil’i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır. İngiliz Piskoposu Dour`un 1888 yılında Westminster Kilisesinde vaaz verirken söyledikleri tüyler ürperticidir.
"Bundan yüz sene öncesine kadar Kadın, erkeğin sofrasına oturma hakkıma sahip olmadığı gibi, sorulmadan söze başlaması caiz değildi. kocası başının ucuna kocaman bir sopa asardı ki karisi ne zaman bir emrini tutmazsa onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocuklar ise, analarına ev içinde bir hizmetçi Kadından fazla paye vermezlerdi. "(5) Çin `de ise boşanma hakki sadece erkeğe mahsustu. Kadının böyle bir hakki yoktu. Oysa Türk Kadını tüm bu haklara sahipti. "Koca, karısını, Kadın kocasını boşayabilirdi." Koca karısının getirdiği çeyizin bedelini verirken, Kadın da para vermek veya mirinden vazgeçmek suretiyle kocasından boşanabilirdi."(6)
Budizm`in kurucusu Buda ise ilk baslarda Kadınları dinine kabul etmemiştir. Eski Türk Kadını, Roma Kadınından da daha fazla haklara sahipti. Roma hukukunda Kadın kendi malına hükmedemezdi. Vasiyet yapamazdı Roma hukuku, Kadını, ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akilli sayıyordu. Romalı Kadın Jüstinyen devrine kadar tam bir esir hayati yaşamıştır. Roma`da dul Kadının evlenmesi suç sayılıyordu. Yine Çin`de yeni doğan çocuk erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalanma sarılırdı. İran’da kendilerine es bulan kızlar günahkar sayılmıştır. İran’da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ile kız kardeşleri ile evlenenler ortaya çıkmıştır. Ayni şekilde cahiliye Arapların kız çocuklarını diri diri gömmeleri acı gerçeklerdir. kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik sayılmıştır. İşte bu dönemlerde Türk kızları ve Kadınları toplumun şerefli birer ferdidir. Türk milleti hariç, Kadınları aşağılamayan, hor görmeyen bir millet yoktur. Türk Kadınının, böyle ihtişam içinde ve saygı görerek yasaması, Türk karakter ve kültürünün yüksek değerini ifade eder.
KAYNAKLAR:
1. Ibn Baluta Seyahatnamesi (sf. 230)
2. Bahaeddin Ögel "Türk Kültürünün Gelişme Çağları" (sf. 32)
3. Rasonyi "Tarihte Türklük"
4. H. Karaman "Anahatları ile İslam Hukuku (c 2. sf. 185)
5. Abdülaziz Çavîs "Anglikan Kilisesine Cevap" (sf. 166)
6. Arsal "Türk Tarihi ve Hukuk" (sf. 31)
7. Şefika Kurnaz "Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını"(sf. 9)
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |