Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: SAĞLIK
    Konu: Göz


İnsan gözü tıpkı bir fotoğraf makinesine benzer. Gözde de ışığın içeri girmesini sağlayan ve daralıp genişleyebilen bir açıklık, gelen dağınık ışığı toplayan bir mercek ve fotoğraf filmi gibi ışığa duyarlı bir katman vardır.
Nesnelerden gelen ışınlar gözün arka bölümündeki duyarlı katmanda bir görüntü oluşturur; ama bu görüntüyü yorumlayarak gördüğümüzün ne olduğunu algılayan beynimizdir. Göz ile beyin arasındaki bu bağlantıyı görme siniri sağlar. Duyarlı katmandaki görüntüden kaynaklanan sinirsel uyarılar görme siniri yoluyla beyne taşınır ve ancak beyin bu uyarıları değerlendirdikten sonra bir insan, bir köpek, bir ağaç ya da neye bakmışsak onu "görürüz".
Işığın girdiği öndeki çıkıntılı bölüm dışında göz tam bir küre biçimindedir. Bu kürenin en dışında gözakı, sert tabaka yada sklera denen sert, çok dayanıklı ve süt gibi donuk beyaz renkli bir katman bulunur. Gözün ortasındaki renkli bölümü çevreleyen beyazlık da bu katmanın görünen bölümüdür. Ama gözün önündeki çıkıntılı bölümde bu sert ve mat örtü incelerek, ışığı geçiren saydam bir ortama dönüşür. Kornea denen bu saydam bölüm ışık ışınlarının kırılarak göze girmesine yardımcı olur. Nesneleri net görebilmek için korneanın her zaman saydam ve çok duyarlı olması da göze kaçan en küçük bir toz parçasının bile hemen fark edilerek temizlenmesini sağlar.
Gözakının hemen altında, gözün yan ve arka bölümlerini çepeçevre saran damar tabaka (koroit) bulunur. Göz hücrelerine kan taşıyan damarlar, adından da anlaşıldığı gibi, bu katmandadır. Damar tabakanın altında da gözün duyarlı katmanı olan ağtabaka (retina) uzanır.Bir fotoğraf makinesinde film ne işe yararsa gözün ağtabakası da aynı işe yarar. Bu katmandaki hücreler üst üste yerleşerek son derece ince 10 kat halinde dizilmiştir ve görüntünün oluştuğu asıl bölüm dokuzuncu kattır.
Ağtabakanın bu görüntü katında, biçimleri nedeniyle çubuk ve koni hücreler olarak adlandırılan iki tip hücre bulunur. Her gözde ortalama 130 milyon çubuk ve 7 milyon koni hücre vardır. Bu hücreler ışık ışınlarını elektrik sinyallerine dönüştürür: Bu sinyaller de görme sinirleri aracılığıyla beyne ulaşır.
Çubuk hücreler yalnızca ışığa duyarlıdır: yani nesneleri aydınlık ve karanlık bölümlerinden gelen ışığa göre ancak siyah-beyaz olarak ağtabakaya yansıtabilir. Buna karşılık çok az ışıkta bile görev yapabilecek kadar duyarlı alıcılardır. Koni hücreler ise nesneleri renkli görmemizi sağlar; ama bu alıcılar çubuk hücreler kadar duyarlı olmadığından yalnız parlak ışıkta görev yapabilir. Bu yüzden akşamları hava karardığında kırmızıdan başlayarak bütün renkler yavaş yavaş kaybolur ve çevremizi açıklı koyulu gri tonlarında görürüz.
Gözümüz, gelen ışığın rengindeki ve parlaklığındaki bütün ayrıntıları saptayarak, sinirler aracılığıyla beynimize her saniye milyonlarca uyarı gönderir. Beyin de iki gözden gelen görüntüleri tek bir görüntü halinde birleştirir, nesnenin biçimini ve rengini ayırt eder, ne kadar uzakta bulunduğunu sağlar. Kısacası, nesneleri "gören" göz değil beyindir.
Gözün arka duvarının ortalarında, görme sinirinin ağtabakadan ayrıldığı yerde bir kör nokta vardır. Bu noktada duyu hücreleri olmadığı için ne ışık algılanır, ne de görüntü oluşur. Oysa kör noktanın hemen yanındaki sarı lekede görüş keskinliği en yüksek düzeye ulaşır. Göz küresinin içi, sulu pelte kıvamında, saydam ve tuzlu bir sıvıyla doludur. Camsı cisim denen bu sıvı gözün küre biçiminde ve gergin durmasını sağlar.
Gözün ön bölümünde iris ile gözbebeği bulunur. İris, gözün halka biçimindeki renkli bölümü, gözbebeği de bunun ortasında siyah bir nokta gibi görünen yuvarlak bir deliktir. Işık ışınları gözbebeğinden geçerek içeri girer; iris de gözbebeğinin açıklığını denetleyerek giren ışığın miktarını ayarlar. Kısacası bu iki yapının görevi fotoğraf makinelerindeki diyafram ve öbtüratör düzeneğiyle aynıdır. İristeki incecik kaslar çok parlak ışıkta gözbebeğini bir topluiğne başı kadar küçültebilir, karanlıkta ise gerektiği kadar genişletebilir. İrisi renkli olan kişilerde bile gözbebeği mutlaka siyahtır, çünkü gözün karanlık olan iç bölümüne açılır.
İris ile gözbebeğinin hemen arkasında göz merceği yer alır. İki kenarı da dışbükey olan bu saydam yapı gerçekten de bildiğimiz büyüteç merceklerine benzer. Ama hem esnek olduğu, hem de nesnelerin yakınlığına yada uzaklığına uygun olarak biçimi kaslarla ayarlanabildiği için, yapay merceklerden kuşkusuz çok daha üstündür. Göz merceği gelen ışınları kırarak hepsini ağtabakaya odaklar ve bakılan nesnenin net bir görüntüsünün oluşmasını sağlar. Hem göz merceği ile iris, hem de iris ile kornea arasındaki boşluklarda, yani arka ve ön oda denen bölümlerde gene saydam bir sıvı vardır. Bu sıvı da camsı cisim gibi bir tuz çözeltisidir.
Göz son derece kolay örselenen bir organ olduğu için bütün dış etkenlerden olabildiğince korunması gerekir. Bu nedenle, göz çukuru yada gözyuvası denen kemikten bir yapının içine yerleşmiş, ayrıca gözkapakları ve kirpiklerle korunmuştur. Eğer toz parçacıkları bu engelleri de aşarak içeri girerse o zaman bu yabancı cisimleri dışarı atmak gözyaşına düşer. Bu tuzlu sıvıyı salgılayan gözyaşı bezleri göz çukurunun üstünde, gözün dış kenarına doğru yerleşmiştir. Her iki gözün üstünde birer tane gözyaşı bezi bulunur. Bu salgıbezlerinde üretilen sıvı, gözyaşı kanalı denen ve göz çukurunun burna yakın kenarından geçen incecik borularla göze ulaşır. Her iki gözde, biri üst, öbürü alt gözkapağına açılan ikişer tane gözyaşı kanalı vardır. Böylece gözün bütün dış yüzeyini yıkayarak temizleyen gözyaşlarının bir bölümü gözpınarlarından dışarı akar, bir bölümü de ayrı bir kanalla burna boşaltılır.
Omurgalı hayvanların gözleri insan gözüne çok benzer. Üstelik içlerinden bazıları, örneğin atmaca, doğan, şahin gibi yırtıcı kuşlar bizden çok daha iyi görürler.
Omurgasız hayvanlarda ise genellikle insanınki ve omurgalı hayvanlarınki kadar duyarlı olmayan değişik göz yapılarına rastlanır. Örneğin böceklerde ve öbür eklembacaklılarda gözlerin yapısı hiçbir hayvanınkine benzemez. Bileşik göz
yada petek göz denen bu gözlerden her biri, bal peteği biçiminde bir araya toplanmış çok sayıda minicik mercekten oluşur. Bir işçi arının bir tek gözünde 5000`den çok mercek vardır. Bu merceklerden her biri başlı başına bir gözdür ve karşısındaki nesnenin yalnızca küçük bir bölümünü görüntüler. Böcek de bütün gözlerden gelen bu küçük görüntülerin hepsini bir mozaiğin parçaları gibi beyninde birleştirerek eksiksiz bir görüntü oluşturur.
Görme Bozuklukları
Gözlerimizle ışığı ve renkleri algılar, nesnelerin boyutlarını, biçimlerini, bize ve öbür nesnelere göre konumlarını belirler, yaptığımız her hareketi bu bilgilerin ışığında yönlendiririz. Bütün bunlar bizim için öylesine doğal ve alışılmış şeylerdir ki, gözlerimizde önemli bir bozukluk olmadıkça bu organımızın ne kadar değerli olduğunu düşünemeyiz bile.
Oysa çevreyi net olarak görmeyi engelleyen miyopluk, hipermetropluk ve astigmatlık gibi görme bozuklukları oldukça yaygındır. Miyoplar uzaktaki bir şeyi bulanık ve belirsiz olarak görürler. Çünkü ya göz küresinin ön-arka çapı normalden uzundur yada göz merceği ışınları yeterince kıramaz. Dolayısıyla ışınlar ağtabakadaki net görme alanının biraz önünde odaklanır. Hipermetroplar ise tam tersine yakındaki nesneleri net göremezler. Çünkü göz küresi normalden kısa olduğu y da göz merceği ışınları gereğinden çok kırdığı için görüntü ağtabakanın ardına düşer. Astigmatlıkta korneanın bütün yüzeyi düzgün bir eğrilik göstermediği için ışık ışınları düzensiz olarak kırılır. Bu yüzden astigmatlar yuvarlak cisimleri yumurta biçiminde görürler.
Bunların hiçbirisi gerçek bir göz hastalığı değil, göz küresinin biçimindeki bozukluklardan kaynaklanan birer görme kusurudur ve gözlük yada kontak lens kullanarak düzeltilebilir.
Bazı kişiler, özellikle bebekler ve çocuklar bir nesneye bakarken iki gözlerini aynı doğrultuda tutamazlar. Şaşılık, "göz kayması" ya da "göz tembelliği" denen bu durum bebeklerin çoğunda zamanla düzelir. Eğer düzelmiyorsa, doğrultudan sapmayan normal gözü bir süre göz bandıyla kapatmak gerekir. Çünkü beyin iki gözden gelen görüntüleri birleştirmeyi öğrenmek zorundadır. Ama göz kaslarının denetlenememesinden ileri gelen kaymaların ötesinde ciddi bir şaşılık söz konusuysa, beyin şaşı gözden gelen görüntüyü hiç bir zaman kabul etmeyeceği için görme kusuru sürüp gider. Hatta hep aynı göz kullanıldığı için öbür göz giderek "tembelleşir" ve görme yeteneğini tümüyle yitirebilir. Bu tehlikeyi önlemek için, göz bandıyla düzelmeyen şaşılıklarda gözü hareket ettiren kasların bir bölümünü basit bir ameliyatla kısaltarak iki gözü aynı doğrultuya getirmek gerekir.
Birkaç yılda bir göz hekimine başvurarak görme testi yaptırmak en sağlıklı yoldur. Çünkü görme bozuklukları genellikle böyle bir test yaptırmadan fark edilemeyecek kadar yavaş gelişir. Glokom ya da göz tansiyonu denen hastalık da bu inceleme sırasında anlaşılacağı için, fazla
ilerlemeden tedaviye başlamak iyileşme şansını arttırır.
"Tünel görüntüsü" denen görme bozukluğunda, kişi çok uzağa bakarken bile sanki gözlerinin yanlarında birer duvar varmış gibi yalnızca önündeki nesneleri görür. Bu yüzden dünyaya bir tünelden yada bir borunun içinden bakıyormuş gibidir.
Albinoların da gözleri çok iyi görmez; çünkü deriye, saçlara ve kıllara renk veren boya maddesi eksik olduğu için ağtabakaya çok fazla ışık girer.
Karanlık bir odadan birdenbire çok aydınlık bir yere çıktığımızda ışık gözlerimizi nasıl rahatsız ederse, albinolar da her an bu rahatsızlığı duyarlar ve sürekli gözlerini kısarak bakmak zorunda kalırlar.
Renkkörlüğü denen görme bozukluğuna erkeklerde daha sık rastlanır; her 12 erkekten biri renkkörü olduğu halde kadınlarda bi oran 200`de 1`e düşer. Bu bozukluğun en yaygın tipi olan ve koni hücrelerdeki bir bozukluktan kaynaklanan kırmızı-yeşil renk körlüğünde, yeşil bir tabağın içine konulmuş kıpkırmızı çilekler ile tabağın rengi hemen hemen aynı gözükür. Renk körü olan kişiler günlük yaşamlarında pek fazla sorunla karşılaşmazlar; yalnız sakıncalı olabilecek bazı işleri yapmalarına, örneğin jet pilotu olmalarına izin verilmez.
Geceleri gözümüz karanlığa alışıncaya kadar çevremizi hiç göremeyiz. Alıştıktan sonra bile tam karşımızdaki nesneler göz ucuyla gördüklerimiz kadar net değildir. Çünkü renklerle duyarlı olan koni hücreler ağtabakanın arka duvarında, ışığa duyarlı olan çubuk hücreler ise gözün iki yanında yoğunlaşmıştır. Bu yüzden ağtabakanın yan bölümleri karanlıkta görmede daha etkilidir. Geceleyin gökyüzünde tam bulunması gereken yere gözlerinizi dikip baktığınızda göremediğiniz bir yıldızı birdenbire başınızı başka bir yana çevirirken görüvermenizin nedeni budur.
Göz merceği sağa sola hareket etmez; ama çevresindeki kasların yardımıyla biçim değiştirerek ışığı her açıdan ağtabakaya odaklayabilir. Okumak yada yazı yazmak için sürekli yakına baktığımızda göz merceğinin çevresindeki kaslar kasılmak zorundadır. Bu hareket zamanla gözü yorar. Bu yüzden, uzun süre yakına bakarak çalışmak zorunda olanların gözlerini dinlendirmek için ara sıra uzaklara bakmasında yarar vardır. Uzağa baktığımız zaman kaslar gevşer, mercek uzayarak incelir ve böylece uzaktaki nesnelerin görüntüsü netleşir.
Yeni doğmuş bir bebek çevresini net olarak göremez, ama ışığı izleyebilir. Birkaç haftalık olduğunda göz merceği uyum yapmaya başladığı için görüşü netleşir. Gördüğü şeyleri eliyle de tutabileceğini fark ettikten sonra hemen yakınındaki nesneleri izleyebilmek için gözlerini iyice döndürmesi gerektiğini kavrar. Ardından, gözlerini yukarı ve aşağı doğru kaydırmak gibi biraz daha güç olan hareketleri öğrenerek yüksekteki nesneleri de gözleriyle izlemeyi başarır. Böylece cisimleri genişlik, uzunluk ve derinlikleriyle üçboyutlu olarak görmeye başlar. Bir cismin boyutları bilindiğinde uzaklığı da kestirebileceği için, bu bilgilerin ışığında uzaklıkları değerlendirmeyi öğrenir.
Üçboyutlu Görme
Perspektif, cisimleri üçboyutlu olarak görmemize ve uzaklıkları değerlendirmemize yardımcı olur. Yüksek bir yere çıkıp aşağıda dümdüz uzanan tren raylarına bakarsanız, rayları ilerideki bir noktada birleşiyormuş gibi görürsünüz. İki ray arasındaki açıklığın hiçbir zaman değişmediğini bildiğiniz için, gerçek olmayan bu daralmayı uzaklığın bir göstergesi olarak değerlendirirsiniz. Gölgeler de bir yüzeydeki tümsek ve çukurları, tepeler ile vadileri ayırt etmenize yardımcı olur. Bazen de ön plandaki nesneler daha uzaktakileri yer yer örter; bu durumda uzaktaki bir ağaç ile bir evin ne kadar örtülmüş olduğuna bakarak hangisinin daha önde olduğunu söyleyebilirsiniz.
Uzaklığı kestirmenin bir yolu da başınızı iki yana hareket ettirmektir. Bir deney yapmak için, ilerideki bir ağaç ile bir direkten hangisinin daha uzakta olduğunu bu yolla saptamaya çalışın. Bir gözünüzü kapatıp başınızı iki yana çevirdiğinizde ya da gözünüzü ağaç ile direkten ayırmadan yana doğru birkaç adım attığınızda, uzakta olan nesneler sizinle aynı yönde, yakındakiler ters yönde hareket ediyormuş gibi görünecektir. Bu etkiye ıraklık açısı denir. Hatta yalnızca gözünüzü yakına odaklamaya çalışarak da nesnelerin uzaklığını kestirebilirsiniz; çünkü nesne ne kadar yakındaysa göz uyum sağlamak için o kadar zorlanacaktır.
İki gözün birlikte ve uyum içinde çalışmasından doğan iki belirti de uzaklığı değerlendirmemize yardımcı olur. Bunlardan birin yakınsama, öbürüne ağtabaka farklılığı denir. İlk belirtiyi kendi üzerinizde incelemek için bir kalemi gözünüzden 45 cm kadar uzakta tutun. Sonra, gözlerinizi ucundan hiç ayırmamaya çalışarak kalemi yavaş yavaş burnunuza doğru yaklaştırın. Kalem yaklaştıkça gözünüzün iyice zorlandığını hissedeceksiniz. Çünkü gözlerinizin burna yakın olan iç yanındaki kaslar güçlü bir biçimde kasılacaktır. Baktığınız nesne ne kadar yakınsa kaslarınız o kadar zorlanacağı için, yakınsama denen bu hareket de uzaklığın değerlendirilmesinde bir ölçü olarak kullanılabilir.
Aynı nesnenin iki gözdeki görüntüsü hiçbir zaman tam olarak aynı değildir. Ağtabaka farklılığı denen bu olayı incelemek için bir kitabı gözünüzden 15 cm uzakta ve sırtı size dönük olacak biçimde tutun. Önce bir gözünüzle, sonra öbürüyle bakın. Sol gözünüz kapalıyken, sağ gözünüzle kitabın sırtını ve sağ kapağını görürsünüz. Sağ gözünüzü elinizle kapatıp sol gözünüzle baktığınızda ise gene sırtını ve sol kapağını görürsünüz. İki gözünüzle baktığınız zaman sağ ve sol görüntü üst üste bineceği için, sırtı ve iki kapağıyla birlikte kitabın tam bir görüntüsü oluşur. Beynimiz, iki gözün görme alanı ve ağtabaka görüntüleri arasındaki bu farklılığı uzaklığın bir göstergesi olarak değerlendirir.
Başka bir deney için parmağınızı burnunuzun tam önünde 45 cm kadar uzakta tutun ve arkasından karşıdaki duvara ya da odadaki herhangi bir nesneye bakın. Gözlerinizi hiç kıpırdatmadan duvara bakarsanız parmağınızı çift olarak görürsünüz; eğer gözlerinizi parmağınıza odaklarsanız, bu kez odadaki tek lamba ya da vazo iki taneymiş gibi gözükür. Nesnelerin çift olarak görünmesi ve iki gözdeki görüntünün birbirinden biraz farklı olması, çevremizdeki nesnelerin nerede bulunduğunu anlamamızda çok önemli rol oynar.
İki gözün merkezleri arasındaki uzaklık yaklaşık 6 santimetredir. Kabartma fotoğraflar çekmek için kullanılan stereoskopik fotoğraf makinelerinde de birbirinden 6 cm uzağa yerleştirilmiş bir çift mercek kullanılır. Aynı manzaranın böyle bir makineyle çekilmiş iki fotoğrafına stereoskop denen araçla baktığınızda, sağ
gözünüz sağdaki fotoğrafı, sol gözünüz de soldaki fotoğrafı görür. Böylece, normal bir fotoğraftaki tek boyutlu görüntüde eksik olan uzaklık ve derinlik izlenimi eklendiği için manzarayı üçboyutlu olarak algılarsınız. Ağaçlar ve çalılıklar fondan yükselerek öne doğru çıkmış, yollar oldukça doğal biçimde uzaklara doğru uzanıp gidiyormuş gibi gözükür.
Göz Hastalıkları
Sağlık ve temizlik koşullarının iyi olmadığı bölgelerde, bazıları körlükle sonuçlanan çeşitli göz hastalıklarına oldukça sık rastlanır. Bunlardan en önemlisi, bütün dünyada en yaygın körlük nedeni olarak gösterilen trahomdur. Bu hastalığın etkeni olan Chlamydia trachomatis adlı riketsiya tek hücreli asalaktır ve gözdeki dokulara yerleştiğinde konjunktivanın (gözün ön yüzünü kaplayan ince zarın), gözkapaklarının ve korneanın örselenerek şişmesine yol açar. Antibiyotiklerle tedavi edilebilen bu hastalık önlem alınmadığında hızla ilerler ve ilaç tedavisi uygulanmazsa körlükle sonuçlanır.
Irmak körlüğü de tropik ülkelerde oldukça sık rastlanan bir göz hastalığıdır. Özellikle hızlı akışlı akarsuların kenarında yaşayan karasineklerin taşıdığı küçük kurtçuklardan (solucanlar) ileri geldiği için bu adla anılır. Deriye yerleşen bu kurtçukların salgıladığı kimyasal maddeler göz dokularına büyük zarar vererek körlüğe kadar varan ağır doku bozukluklarına yol açar.
Katarakt, saydam olması gereken göz merceğinin donuklaşarak saydamlığını yitirmesiyle ortaya çıkan ve daha çok yaşlılarda görülen oldukça yaygın göz hastalıklarından biridir. Körlükle sonuçlanabilen bu hastalık günümüzde basit bir ameliyatla tedavi edilebilmektedir.
Glokom, göz tansiyonu yada karasu denen göz hastalığı da bir zamanlar önemli bir körlük nedeniydi, ama bugün ilaç tedavisiyle ve ameliyatla önlenebilmektedir. Hastalığın nedeni, gözdeki sıvıların dolaşımındaki aksaklık nedeniyle göz içinde basıncın artmasıdır. Göz tansiyonu denen bu basınç gözdeki incecik kan damarlarının ve sinerlerin örselenmesi sonucunda körlüğe yol açabilir.
Konjunktivit denen göz zarı iltihabı da çok sık görülen, ama çok ciddi sorunlar doğurmayan bir göz hastalığıdır. Bu hastalıkta göz küresinin ön bölümünü örten ince zar, yani konjunktiva şişerek kızarır. Eğer iltihaplanmanın nedeni bakterilerse, uygun göz damlalarıyla hastalık kısa sürede iyileşir. Bazen saman nezlesi gibi alerjiler de konjunktivite yol açabilir.
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |