Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: TARIM
    Konu: Gıda Üretiminde Tarımın Yeri


Gıda güvencesi, bütün insanların her zaman aktif ve sağlıklı bir yaşam için gerekli olan besin ihtiyaçlarını ve gıda önceliklerini karşılayabilmek amacıyla yeterli, sağlıklı, güvenilir ve besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik bakımdan erişmeleri ve sürdürmeleri durumudur.
İnsanların gıda güvencesine sahip olma haklarının en uygun şekilde sahip olmalarını sağlayabilmek ve devamını koruyabilmek amacıyla tarım sektörünün üzere çok fazla iş düşmektedir. Gıda üretiminin olmadığı bir yerde, bu hakların bırakın savunulmasını, düşünülmesi bile söz konusu olamaz.
Türkiye, toplam 77,9 milyon hektar alana sahip olup, bu alanın yaklaşık % 35’ini (27 milyon hektar) tarım alanları oluşturmaktadır. Ancak toplam alanın neredeyse % 42’si (32 milyon hektar) ormanlar ve çayır, mera gibi ekimi ve dikimi mümkün olmayan alanlardan oluşmaktadır.
Ülke topraklarının % 60’tan fazlası kamuya (devlet, belediye ve özel idareler) aittir. Bunun büyük bir kısmı ise mera ve orman arazisidir. 1940 yılında 14 milyon 800 bin hektar olan ekili ve dikili alan, 1999 yılında 26,7 milyon hektara ulaşmıştır. Ekili ve dikili alanların yaklaşık 8,5 milyon hektarı ekonomik olarak sulanabilir özellikte olup, bunun ancak 4,4 milyon hektarı sulanabilmektedir. Diğer bir anlatımla Türkiye’deki toplam ekili ve dikili alanların % 16,5’inde sulu tarım yapılırken, % 83,5’inde kuru tarım yapılmaktadır.
Ülkemizde özellikle İç Anadolu bölgesi başta olmak üzere bazı bölgelerimizde yağış eksikliğinden dolayı nadas uygulamalı tarım yapılmaktadır. İşlenen yaklaşık 24 milyon hektar tarla alanının 5 milyon hektarı her yıl nadasa bırakılmaktadır (dolayısıyla her yıl yaklaşık 19 milyon hektar alanda tarla tarımı yapılmaktadır). Diğer taraftan 1999 yılı itibariyle 790 bin hektar alanda sebze, 1,404 bin hektar alanda meyve, 530 bin hektar alanda bağ ve 600 bin hektar alanda da zeytin üretimi yapılmaktadır.
Ülkemizdeki mevcut tarımsal yapı ve işletme büyüklüğü ile tarımda istenilen ölçüde teknoloji kullanılamamakta ve kullanılan girdilerden de istenilen verimlilik sağlanamamaktadır.
1991 yılında yapılan son tarım sayımına göre ülkemizde 3,966,800 tarımsal işletme bulunmaktadır. Bu işletmelerin 993,685 tanesinde yalnız bitkisel üretim, 139,692 tanesinde yalnız hayvansal üretim, kalan tüm işletmelerde ise karma üretim yapılmaktadır.
Tarımsal üretim:
Bitkisel üretim: Ülkemiz sahip olduğu büyük tarım potansiyelinden (gerek tarımsal arazi varlığı bakımından gerekse iklim çeşitliliği bakımından) dolayı dünya tarımında önemli bir paya sahiptir.
1999 yılı üretim rakamlarıyla ülkemiz; buğday üretiminde dünya’da 7., arpa üretiminde 8., mercimek ve nohut üretiminde 2., taze sebze üretiminde 4., sert kabuklu meyve üretiminde 2., incir üretiminde 1., kayısı üretiminde 1., tütün üretiminde 4., limon üretiminde 6., portakal üretiminde 13., pamuk üretiminde 7., ayçiçeği üretiminde 10., patates üretiminde 11., şeker üretiminde 16. Ve sığır sayısında ise 18. Sırada yer almaktadır.
Ülkemizdeki tarımsal ürünlerin verimleri genelinde gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında düşüktür. Ancak aynı özellikteki arazilerdeki verimler karşılaştırıldığında ülkemizdeki verimlerin üstünde olmadığı görülmektedir. Hayvansal ürünlerde verim bitkisel üretime göre düşüktür.
1999 yılı verilerine göre ülkemizin tarımsal üretim değeri yaklaşık 13,5 katrilyon tl’dir. Bu miktarın yaklaşık 9,8 katrilyonu (%73’ü) bitkisel üretimden, 3,7 katrilyonu ise (%27’si) hayvansal üretimden oluşmaktadır.
Bitkisel üretim değerinin %48,3’lük kısmı tarla ürünleri üretiminden (%22’si tahıllardan, %12,6’sı endüstri bitkilerinden, %8,3’ü yumru bitkilerden, %3,2’si baklagillerden ve %2,2’si yağlı tohumlardan), %27,9’u meyve üretiminden ve %23,8’i de sebze üretiminden meydana gelmektedir.
Hayvansal üretim: Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren hayvan sayılarında düşüşler başlamıştır. 1980 yılında 16 milyon civarında olan sığır varlığının, 1997 yılında 11 milyona düştüğü görülmektedir. Düşüş oranı %30 gibi çok yüksek bir değere denk gelmektedir.
Ülkemizde sağılan toplam hayvan varlığından (inek, manda, koyun, ve keçi) yıllara göre ufak değişiklikler göstermekle birlikte son yıllarda 10 milyon ton civarında süt üretilmektedir. Bu sütün yaklaşık %88,6’sını ise inek sütü teşkil etmektedir.
Sanayi tesislerinde geçerek üretilmiş olan et miktarı esas alındığı ve dış ticaretin her iki üründe de önemsiz düzeyde olduğu göz önüne alındığında, kırmızı ve beyaz et toplam üretiminin tüketimi de yansıtacağı, böylece Türkiye’nin kişi başına et tüketiminin 1990-99 yılı döneminde beyaz etteki üretim artışı nedeniyle 16 kg’dan 18 kg’a yükseldiği görülmektedir. Toplam kasaplık hayvan gücünden gidilecek olursa kişi başına tüketim rakamlarının aynı düzeyde (24 kg) kaldığı izlenebilecektir.
Üretilen toplam süt miktarı, 1990-99 döneminde artmasına karşın yine aynı kabullerle kişi başına üretim (tüketim) 171 kg’dan 157 kg’a düşmüştür.
Türkiye’de karşılaştığımız bu değerleri AB ve diğer gelişmiş ülkelerden gelen istatistiklerle karşılaştırdığımızda ortaya korkunç bir sonuç çıkmaktadır. Bu ülkelerde, kişi başına et üretimi, domuz ve ürünleri hariç 45-50 kg (Türkiye’de 24 kg) iken kişi başına süt üretimi 200-240 kg (Türkiye’de 157 kg) civarındadır.
Tarımın sürdürülebilirliği
Erozyon: Ülke topraklarının %22’sinde ciddi boyutlarda erozyon olup, tarımın sürdürülebilirliğini etkileyecek boyuttadır.
Fazla girdi kullanımı: Ülkemizde tarımın entansif olarak yapılmış olduğu alanlarda sürdürülebilir tarım yapılmasının önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Özellikle fazla azotlu ve fosforlu gübre kullanımı toprakların fiziksel ve kimyasal yapısını etkilemekte olup, kirliliğe yol açmaktadır. Benzer şekilde pestisit kullanımından dolayı topraklarda mikrofloranın değişmesi nedeniyle organik madde birikimi zor olmaktadır, tüm bunlar nihayetinde verimliliği düşürmektedir.
Genetik olarak değiştirilmiş (gmo) tohum kullanımı nedeniyle tarım yapılan alanlardaki doğal ortamın, bazı ülkelerin deneyimleri de göz önüne alınırsa, değişmesi riski bulunmaktadır.
Çevre kirliliği: Türkiye’de belli tarım alanlarında Ege bölgesi’nde Gediz havzası’nda olduğu gibi, sanayi ve evsel atıklar nedeniyle kirlilik başlamış olup, toprak ve su kaynakları kirlenmekte ve burada yapılan üretim risk altına alınmaktadır. Örneğin ülkemizdeki bazı havzalarda görülen ağır metal kirliliğinin boyutları buradaki üretimi olumsuz yönde etkilemektedir.
Sulama: Tarımda aşırı su kullanımı çoraklaşmaya neden olmaktadır. Bazı bölgelerde (Ege bölgesi) sulama amaçlı kuyuların fazla olması taban suyu seviyesinin düşmesine sebep olmakta olup tarımı risk altına sokmaktadır.
Jeotermal enerji kaynaklarının bulunduğu alanlar: Jeotermal enerji kaynaklarının bulunduğu yörelerdeki sulanan tarım arazileri, bor ve kükürt içeriği yüksek olan kaplıca sularının yer altı sularına karışması nedeniyle kirlilik tehlikesi altındadır.
Sanayileşme, kentleşme ve turizm: Tarım alanlarının arazi rantının yüksek olması nedeniyle sanayiye kayması, tarım alanlarının amaç dışı kullanımına yol açmaktadır. Sadece Çukurova’da sanayi tesislerinin %92’si ı.sınıf tarım arazisi üzerinde yer almaktadır. Halen tarım arazilerinin tarım dışı alanlarda kullanımını engelleyen yasanın iptal edilmesi de bu alanda yasal boşluk doğurmuştur.
Mera ve çayırların ıslahı: Mevcut mera alanlarının büyük kısmında, erozyon ve aşırı otlatmaya bağlı olarak dejenerasyon söz konusu olup, meraların ıslahı sürdürebilir tarım konusundan önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuda çıkan mera kanunu etkili olacaktır.
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |