Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: EDEBİYAT
    Konu: Yaşar Kemal


ÇOCUKLUĞU:
Kozan`dan, Kadirli`den acı anılar kalmıştı geriye. Ya Hemite, Çukurova`nın öteki köyleri, kasabaları? Çukurova`nın doğası? Ya Savrun suyu?
Hayır... Çukurova, her şeydi onun için. Çocukluğunun krallığı idi.
Köy halkı, 1865`te yerleştirilmiş Türkmenler.
Yaşar Kemal, doğum tarihini 1923 olarak hesaplıyor. Anası, köylüler, yayladan döndüklerinde doğduğunu söylüyor. Çukurovalılar yayladan ekim ayı sonlarında döndüklerine göre, aşağı yukarı Cumhuriyet`in ilanı sıraları...
Babası, her yıl onun için kurbanlar kestiriyordu. O yılda kurbanlar evin avlusuna getirilmiş, koyunların ayakları bağlanmıştı. Üç buçuk yaşındaydı. Halasının kocası, bir koyun kesti, karnını yararken bıçak deriden kaydı, karşıda duran Kemal`in sağ gözünün üstüne saplandı. O gözü bir daha göremedi.
Bundan bir yıl sonra, babası Sadık beyin ölümden kurtarıp evlatlığı saydığı Yusuf, camide namaz kılarken, Kemal`in gözü önünde Sadık Beyi bıçaklayarak öldürür. Kemal babasının ölümünü kabullenemez ve 12 yaşına kadar türkü söylediği zamanların dışında kekeme kalır.
Sadık Beyin ölümünün ardından amcası, annesiyle evlenir ve yüklü varlıkları savrulup, bitirilir. Kemal`in ilk yılbaşı dahi dramatiktir. İlk yılbaşı Memed dayısının onlara hediye ettiği üç çuval ceviz ile geçmiştir.
Doğduğu evde Kürtçe, köyde Türkçe konuşuluyordu.
İlk şiirlerini altı yedi yaşlarında söyledi. Yöredeki halk şairlerine öykünüyordu. Daha okuma yazma öğrenmemişti.
Adı Aşık Kemal`e çıktı, Çukurova`da yayılmaya başladı.
Bir gün Hemite`ye torosların ama şairi Aşık Ali geldi. Sabaha kadar çakıştılar. Yani, bir Aşık Ali söyledi, bir Aşık Kemal... Aşık Ali, bu çocuğu pek sevdi; ‘ Sen bu yaşta bu kadarsan, sonunda Karaca oğlan gibi olacaksın` dedi.
Dokuz yaşlarında okuma-yazma öğrenmek istedi. Köy öğretmeni Ali Rıza Bey`e, Kemal: ‘ Ben okumaya geldim` dedi.
Ali Rıza Bey: ‘ olur ama senin ayakkabın, kafa kağıdın var mı? Kalem, defter ?`
Kemal: ‘Ben üç ayda okur yazar olurum sana zahmet vermem. Yeminler olsun, üç aydan çok başına bela olmayacağım`
Kemal gerçekten söz verdiği gibi üç ayda okuma-yazmayı öğrendi. Ama hocasının ısrarları sonucu, okulu bırakmadı ve devam etti.
İkinci yıl kasabaya, akrabalarının yanına gitti, ilkokulu orda sürdürdü.
İlk okulun son sınıfındayken, yukarı toroslardan ünlü destancı Aşık Rahmi geldi. Aşık Rahmi dedi ki: ‘ İlk okulu bitiripte diplomanı alınca benim köyüme gel. Seninle birlikte bütün Anadolu`yu köy köy, kasaba kasaba dolaşır, destanlar, türküler söyleriz. Sen de yetişirsin. ‘ Kemal`in Karaca oğlan gibi bir aşık olacağından hiç kuşkusu yoktu.
İlkokulu bitirip de diplomasını alınca, tam bir ay ikircik içinde kaldı Kemal. Ya Adana`ya ortaokula gidecek, yada Aşık Rahmi`yle dağların yolunu tutacaktı... Uykusuz geceler geçirdi. Ve ortaokula gitmeyi yeğledi.
Okumayı seçmesine rağmen 1939`da okuldan ayrıldı. 1941`de ‘tasdiknamesini` aldı. Bu arada da bir çok işte çalıştı.
1941 – 42 öğretim yılı içerisinde Bahçe köyünde öğretmen vekiliydi. Okulu kültürel yönden birçok yenilikle tanıştırdı.
İlk aşkına Hemite köyünde öğretmenlik yaparken rastladı. Fakat bu aşkı hep gizli kaldı.
1964 yılında, İstanbul`dan sürgün yemiş Arif Dino, Abidin Dino ve eşi Güzin Dino ile tanıştı.
Abidin Dino kırk yıl sonra şöyle anlatacaktı Kemal`i :
‘Gözümüzün önüne, bir deri bir kemik, köylü delikanlının biri çıkacak. Adı Kemal Sadık Göğceli. Hemite köyünden gelmedir. Dağ bayır dinlemez, köyünden, dağ köylerinden, obalardan, ovalardan, kasabalardan ikide birde kopup kopup gelir Adana`ya, çöker önümüze, ağıtlar, türküler, destanlar serer buruşuk sarı kağıtlar üstüne yazılımış...
Her getirdiği söz yumağı akıllara durgunluktu. Dehşetli acı, dehşetli güzel. Delikanlı, köylü usulü büzülüp çöküyor, yada bir duvara sırtını veriyor ve izliyordu şaşkınlığımızı, hınzır ve sevinçli. Halkın yarattığı büyülü sözler bizi duygulandırdıkça, sardıkça, coşturdukça delikanlının sipsivri yüzünde, burgu burgu cin gibi bakışında koskocaman bir sevinç beliriyor, bir kahkaha atıyordu. Ağıtları toplamak, ölümle kavgaya tutuşmak gibi bir şeydi. Yitebilecek olanla, yitenle, ölümle, yok olmakla bir yarışma.`
Kurtarmak gerekti Çukurova ve Toros doğasının, insanının söz serüvenini.
Söz sözden ötedir elbet, önemli olan sözlerin yaşantı gücü, kavga gücü, düş gücü. Göğceli de seziyordu bunu besbelli ve bu yüzden kilometrelerce yürüyüp, dağ bayır koşup ne kurtarırsa kardır kuralınca, önce ağıtları, sonra türküleri, koşmaları, destanları, Çukurova`nın tüm uyaklı uyaksız söz çeşitlerini, tekerlemelerini, küfürlerini ‘avlıyordu`. Folklor derlemesi filan değildi bu iş, hayat memat işiydi, özbeöz malını kurtarıyordu Çukurova`nın, sorumluydu kurda kuşa karşı, şaka değil. Biliyordu ki gün gelir, sigaya çekerler adamı, ‘lan hırpo, neredeydin, neden yazmadın bizi ?` Böylece söz avlıyordu Toros eteklerinde,Gavurdağında, ormanlarda, bataklıklarda, pirinç tarlalarında, nadaslarda, felhanlarda. Bunu yapabilmek için Göğceli yürüyordu tabana kuvvet, boyuna yürüyordu, topladığı dizelerle yürümek arasında doğrudan bir ilişki vardı. Bir sözcük on adım, bin adım karşılığı, bir tümce kilometreler karşılığı olabilirdi yerine göre.
Ona ‘Türküler Müfettişi` adını takmıştım.`
1943`te, Ramazanoğlu Kütüphanesi`nde çalışırken Raşit Kemali yani Orhan Kemal ile yolları kesişti. Ayrılmaları uzun sürmedi İstanbul`da buluşmak üzere sözleştiler.
1946`da Kemal askere gitti. Askerliğini bitirip, Adana`ya dönünce ‘Bebek`i yazdı. Birçok yazısı baskın ve sorgularda yok oldu. Yazarlarla iyi anlaşabilmek için birkaç kez Ankara`ya gider. Azra Erhat`la böyle tanışır. Doçent Erhat, fakültedeki dersinden sonra yanına yaklaşan gencin taşralı olduğunu anlar.
Kemal: ‘Ben Kemal Sadık Göğceli`yim. Abidin Bey gönderdi. Güzin Hanımın selamı var. Benim ‘Ağıtlar`ı` almışsınızdır. Okudunuz. Tanıyorsunuz beni.
Azra ‘Ağıtlar`ı` yeni bir dünyayı keşfederek okumuştu:
‘Haydi gelin evime gidelim.` deyiverdi.
Kemal son derece sevimli ve akıllıydı. Azra`yı etkilemeyi başardı. Herkesin dediği gibi onda şeytan tüyü vardı.
DÖNÜM NOKTASI (Nisan – Mayıs 1951):
Yıl 1951... Kozan Ağır Ceza Mahkemesi, Kemal`in hayatındaki dönüm noktasıydı. Beklenen beraat haberi geldi. Mahkemeden çıkarken...
Mübaşir: ‘ Başkan seni istiyor.` Dedi.
Odaya girdiğinde başkan onu ayakta bekliyordu. ‘Oturun` dedi.
‘Ben,` diye söze başladı başkan, ‘biraz okur yazar bir adamım. Sizi mahkum edeyim diye çok baskı yapıldı bana. Siz Çukurova`da kalmayın. Hemen İstanbul`a gidin. Orada, Yeni Cami`nin arkasında arzuhalcilik yapar, hayatınızı kazanabilirsiniz. Sizi burada öldürecekler. Yazık olacak öldürülürseniz. ‘Bebek` hikayesini karımda okudu. Edebiyattan iyi anlar. Merakından sizi görmeye mahkemeye kadar geldi. Ben de dilinize, ustalığınıza hayran kaldım. Bana söz verin, buralarda durmayacağınıza.`
Yaşar söz verdi ve teşekkür edip çıktı.
İstanbul`a geldi ve arzuhalcilik yapmaya başladı. Fakat civardaki emekli arzuhalciler rahat vermiyordu. Son parasıyla üç olta aldı ve tuttuğu balıkları satıp, yiyerek geçindi. Bir süre sonra Gülhane Parkı`nı keşfetti, artık yeni evi orasıydı. Orhan Kemal Adana`dan geldiğinde Kemal`le görüştü.
Kemal: ‘Ne zaman arabamızı alacağız, yerini buldun mu arabanın?`
Orhan: ‘Araba almayacağız.`
Kemal: ‘Neden ?`
Orhan: ‘Çünkü para kalmadı. Borçlar, yol parası, yiyecek, içecek hiç para kalmadı.`
Mayıs ayı geldiğinde beklediği haberi aldı. Arif Dino, o`nu bulmuş ve adresini bırakmıştı. Verilen adrese gitti.
Arif Dino: ‘ Yarın saat tam on ikide Lebon Pastanesinde ol. Seninle Nadir Nadi` ye gideceğiz. Daha önce de senin için ona mektup yazdım, sana birini getireceğim ki, çifte kavrulmuş heykel gibi dedim.`
Kemal çifte kavrulmuş heykelin ne olduğunu soramadı.
Ertesi gün Kemal saat on bir buçukta Lebon`un önündeydi. Yarım saat sonra Arif Bey göründe:
‘Gel şuraya bir kahve içelim`. Kahvelerini içerken Behçet Kemal geldi. Arif Dino Yaşar`ı tanıttı ve konuyu açtı. Behçet Bey ortalığın karışık olmasından yakınsa da Yaşar`ın ‘Bebek` hikayesini Cumhuriyet`e sundu.
Dışarı çıktıklarında Arif Bey, ‘sen istersen bizimle gelme` dedi. ‘ Beni saat beşte Kristal kahvesinde bekle.`
Ertesi gün Yaşar ve Arif Dino, Kristal`in önünde buluştular.
Arif Dino: ‘Bu iş tamam. Nadir sana mektup yazacak. Maya Galerisi`nin adresini verdim.`
Maya o dönemde İstanbul`un tek sanat galerisiydi. Bunun üzerine, Kemal, haftada bir, haftada iki Maya`ya gitmeye başladı. Orada edebiyat dünyasından birçok kişiyle tanışma imkanı buldu.
Nadir Nadi`nin mektubu eline geçtiğinde sevinçten uçacak gibi oldu. Elleri titreyerek açtı. Nadir Bey görüşmek için Cumhuriyete çağırıyordu.
Cumhuriyete gittiğinde Nadir Bey odasının kapısında gülerek onu bekliyordu. Kemal`i çok sıcak, eski bir dostuymuş gibi karşıladı.
Uzun uzun Arif Dino`dan söz ettiler. Kemal, belli etmemeye çalışıyordu ya, sabırsızlıktan çatlayacak gibiydi. ‘Sıra ne zaman hikayeye gelecek ?`
Kahveler bittikten sonra sıra ‘Bebek` hikayesine geldi.
‘Hikayenizi okudum.` dedi Nadir Bey. ‘Çok güzel bir diliniz var. Diliniz ne kadar da zengin.` Dil üstüne uzun bir süre konuştular. ‘Hikayenizi Cevat Fehmi Bey`e verdim. O da çok sevmiş, tefrika edilecek.` Günler, geceler boyu bunu düşlemişti. Oysa şimdi korktu, telaşlandı. Nadir Nadi anladı bunu. ‘Yayınlansın,` dedi, ‘bakın sizi okurlar iyi anlayacaktır.`
Kemal tutulmuştu artık konuşamıyordu. Üstüne Nadir Bey:
‘Cumhuriyet`e röportajlar yapmanızı öneriyorum size. Ne diyorsunuz ?` diyince, Kemal iyice allak şallak oldu, bir söze varamıyordu.
‘Kabul etmelisiniz. Sizin gibi iyi Türkçe yazanlar gazeteciliğe girmeli ki, Türkçe de zenginleşsin. Lütfen kabul edin. Bu Türkçe`yle ülkemizde çok şey yapacaksınız. Hikayenizde yakında yayımlanacak.`
Kemal, kekeleyerek, ‘Nadir Bey,` diyebildi, ‘çok şaşırdım. Hiç beklemiyordum. Ben işsizim efendim. Evim de Gülhane Parkı.`
Nadir Bey Gülhane Parkı`nı duymamış gibi davrandı, Yaşar`ın eline bir tomar para vererek Diyarbakır`a gitmesi ve Vefik Pirinçoğlu ile görüşmesini söyledi. Ancak kendisine verilen paradan rahatsız olan Kemal, Nadir Beye: ‘Efendim bana bin beş yüz lira vermişler. Ben bu kadar parayı ne yapayım. Bana üç yüz lira yeter. ‘ dedi.
Nadir Bey, ünlü kahkahalarından birini attıktan sonra, ‘Bak delikanlı,` dedi, ‘sizi anlıyorum. Röportajlarınızı yayınlarsak, sizi kazanırız. Yayımlamazsak, bir gazete bu parayı kaybetmekle fazla bir şey kaybetmiş olmaz. Güle güle., Vefik Pirinçoğlu`na selam söyle.`
İNCE MEMED`İN BABASI:
Üçüncü mevkiden aldığı biletle Diyarbakır`a gelmişti. Oradaki röportajlarını yaptıktan sonra Van`a giderken yanındaki yolcunun elinde Cumhuriyet gazetesini ve kendi yazısını gördü.
Yaşar: ‘Gazeteye bakabilir miyim ?` diye sordu.
Adam karşısındaki gencin heyecan dolu bu sorusu karşısında şaşırmıştı, fakat sonra anlamış olacak ki :
‘Siz Yaşar Kemal`siniz değil mi
?` dedi.
‘Evet.` Cevabı geldi, sonradan Van`a kadar aralarında sıkı bir konuşma geçti.
İstanbul`a döndüğünde röportajlarının ses getirdiğini anladı. Birçok kişi artık – yeni – adını biliyordu.
Çukurova`da yaşadığı baskıların burada da sürebileceğini düşünerek, Kemal Sadık Göğceli imzasını koymamıştı röportajlarına. Artık yaşar Kemal`di...
Diyarbakır`dan İstanbul`a dönünce doğru Doğan Nadi`ye gitti, yeni röportajlarını vermek için. Doğan Nadi, Nazım Ulusoy`a gönderdi. Nazım Bey büyük masasında çalışıyordu:
‘Ne istiyorsunuz ?`
‘Efendim röportajları getirdim.`

‘Biz röportaj yayınlamıyoruz delikanlı.`
‘Efendim, benim röportajlarımı yayınlayacaksınız sanıyorum.`
Nazım Bey başını kaldırdı, karşısındaki genci şöyle bir süzdü:
‘Sen Yaşar Kemal olmalısın ?`
‘Benim.`
Nazım Bey, bu sefer yumuşadı ve iyi anlaştılar.
1950`li yıllar boyunca Yaşar Kemal İstanbul`da, Anadolu`da koşuşturup durdu.
Cumhuriyet`te ‘Ağır İşçi` adını takmışlardı ona. Nerde bir karışıklık, nerde bir felaket Yaşar Kemal oraya gidiyordu, boş olduğu zamanlarda ise Anadolu`yu dolaşıyordu, günlerce süren bir röportaj dizisi daha...
Thilda Serero, soylu bir güzellikle derin bir kültürü kaynaştırabilmiş az rastlanır kadınlardan biridir. Thilda ile Yaşar, bir arkadaş buluşmasında tanıştılar. Birliktelikleri böyle başladı. Kısa süre sonra sıkıntılar başladı. ‘İnce Memed` uzun süredir Yaşar Kemal`in aklında kurgulanmıştı. Oturup yazması gerekiyordu. Marmara Denizi`nin buz tuttuğu bir kışta, üç ayda ‘İnce Memed`i bitirdi Yaşar Kemal.
İnce Memed`i Cumhuriyet`in yayın yönetmeni Cevat Fehmi`ye verdi. On beş gün sonra:
‘Romanı okudunuz mu ?`
‘Yarıya kadar okudum.`
‘Doğru değil okuduğunuz.`
‘Neden doğru değilmiş ?`
‘Efendim o romana başlamış olsaydınız, bitirmeden bırakmazdınız.`
‘Seni şımarık seni ! Kendini ne sanıyorsun, daha ilk romanın !`
Bir ay sonra Cevat Fehmi, Yaşarı odasına çağırır:
‘ Haklıymışsın. Önceki gece romanına başladım, ancak bu sabah bitirdim. Elimden bırakamadım.
‘Ama Cevat Bey, ben bu romana adımı koymayacağım,`
‘Neden ?`
‘Çünkü ben bu romanı para için yazdım. Üstelik e üç ayda. Benim iyi romanlarım bundan sonra yazılacak.`

‘Adını koyacaksın. Üstelik de o baştaki uzun Çukurova tasvirini çıkarmazsan gene koymam romanını gazeteye.`
‘O zaman romanımı veremem efendim. Başka gazeteye verir, size borcumu öderim.`
‘O zaman sen de bu gazeteden gidersin.`
‘Giderim Cevat Bey.`
Uzun süren kararsızlık ve anlaşmazlıklardan sonra Cevat Bey ile anlaştı ve kitap Yaşar Kemal`in adı ile çıktı. Öyle bir yankı oluştu ki, dönemin savcısı Hicabi Dinç kendine gelen emirle kitabı yasaklamak istedi. Fakat gelen tepkiler sonucunda başarısın olundu.
Bu dönemde eşi Thilda ile yaptıkları bir Fransız çevirisi Yaşarı yurt dışında tanıtan bir kimlik oldu.
20 Ocak 1956... ‘Varlık Roman Armağını` nı Yaşar Kemal`in aldığı Cumhuriyete bildirildi.
Bundan sonra ‘Peri Bacaları` başlıklı röportaj kitabı çıktı.
‘İnce Memed` PEN CLUB tarafından en başarılı altı roman arasına seçilmişti. İnce Memed`in ikinci baskısı Remzi Kitapevinde basıldı. Bu kitabı
farklı ülkelerde yayınlanmasını sağlayan Nazım Hikmet`ti. Kitap, Bulgarca, Rusça İngilizce, Almanca ve İspanyolcada da basıldı. Körler için Braille alfabesiyle yayınlandı.
Bir süre yazamama sorunu yaşadı. Kısa notlarını değerlendirerek ‘Ortadirek` üçlüsünü sırtladı. Roman ilerledikçe bunalımdan kurtuldu.
1963`te BBC`den aldığı çağrı doğrultusunda İngiltere`ye İngilizce öğrenmeye gitti ancak durumu pek de parlak değildi.
O yıl Cumhuriyet`te yaşanan bir kriz sonrası ( Sosyalizm – Liberalizm yazı yarışması ) Yaşar Kemal, işsiz kaldı.
1964`te 20`th Century Fox, İnce Memed`in film çekimi için sözleşme imzaladı. Türkiye`de ilgili makamlara başvurulduğunda öneri kabul edilmedi. En sonunda yapım hakkı Yugoslavya`dan alındı. Film için harcanan 6 milyon dolara yazık olmuştu.
COŞKULU YILLAR, BUNALIMLI YILLAR:
Yıl 1966... Yaşar Kemal, Doğan Özgüden ile ‘Ant` dergisini kurdu. Hedef işçi partisini ve partinin görüşlerini savunmaktı. Ant yayınları, kısa sürede etkin bir yayınevi oldu. 1969`da Çekoslovakya olaylarının patlak vermesiyle Ant dergisi bir karmaşanın ortasında kaldı ve dergi dağıldı.
Mayıs 1971`de ‘Balyoz Harekatı` başlayınca radyo ‘teslim olması` gerekenler arasında Yaşar Kemal`i ön sıralarda saydı. Teslim olduğunda Davutpaşa kışlasında bir ay sorgusuz sualsiz tutuldu.
‘Marksizm`in Temel Kitabı`nın çevirmenliğini yaptığını söylediğinde ‘komünizmi övme` suçuyla 18 ay hapis cezası aldı. Daha sonra aklanmıştı ancak Thilda da Komünist Partisi kurmakla suçlanarak 4 ay hapis cezası almıştı.
Bu dönemle ilgili bir röportajında Nicholas Cananay`a :
‘Son 18 ay evim üç kere kitap kitap, delik delik arandı. Türkiye`de hiçbir kanun artık beni koruyacak durumda değil. Suç olsun olmasın beni her istedikleri zaman hapsedebilir, sürgün eder, evimi ararlar. Bunu yapmak içinde hiçbir gerekçeye dayanmazlar. Edebiyat burada işe yaramazsa bir sanatçının üstüne bu kadar düşer mi bir egemen sınıf ? Kendi kanunlarını kendi çiğneyerek, bir insana zulmetmek, tedirgin etmek için bu hale düşer mi ?`
1970`lerde Türkiye dışında geniş ölçüde tanındı. Pek çok ülkenin kültür kuruluşlarından çağrılar aldı. Kitapları üzerine yüzlerce yazı yayımlandı.
Spekülasyon konusu olmaktan sıkıldığı için ‘Nobel Edebiyat Ödülü` için şöyle derdi :
‘Şu Nobel hikayesinden de çok sıkılmaya başladım artık. Her yıl gazetelerde boy gösteriyoruz. Bunun önüne geçmek benim elimde değil ki...`
Ancak 1973`te almasına kesin gözüyle bakılan Nobel Ödülü herkesi düş kırıklığına uğratmıştı. Yaşar Kemal, jürideki bir arkadaşına adının anılmaması için rica etmişti.
1970`lerin ikinci yarısında terörün günahı aydınlara atılınca Yaşar Kemal, bir süre Türkiye`den ayrılmaya karar verir. 1978 Ekiminde eşi Thilda ile Paris`teydi. Ancak Paris`te yazamıyordu. ‘Kimsecik` in 45 sayfasını burada bitirdi. Sonra sessiz İsveç`e gittiler ve romanını orada tamamladı. Türkiye`yi özlüyordu.
Yaşar ‘Dönsem mi ? Bıktım buralardan yahu... Dönünce ya Bodrum`a yani öyle bir yere, yada bir otele gider ve çalışırım` diyordu.
12 Eylül darbesi bile İsveç`te biraz daha kalmasını sağlayamadı.
SÖZ BÜYÜCÜSÜ:
Tarih 14 Ekim 1982`ydi. Uluslar arası Del Duca ödül töreni.
Yaşar: ‘İnsanın gücüne inanıyorum, sözün gücüne de bundan dolayı inanıyorum. Edebiyatımı bu gücün üstüne kurmaya çalıştım. Söz, insanın kendisidir. İsterdim ki benim de yaptığım edebiyat bir sevinç, insanlığa bir aydınlık türküsü olsun. En acıda, işkencede bile ben insanın yaşama sonsuz bağlılığını minnettarlığını gördüm. Söz adamı olmamdan mutluluk duydum.`
Ancak, Fransa insanlık kültürüne katkıda bulunanları ödüllendirirken, Türkiye`de siyasetçiler, aydınlar hapislerde sürünüyorlardı. Arada bir uçurum vardı... Çok geçmeden Yaşar Kemal`de uçuruma çekilmek istendi. Öyleki mecliste ‘Deniz Küstü` romanı hakkında Kürt`ü yüceltme propagandaları yapıldığı kürsüde açıkça konuşuluyordu. Bu olayın ardından İstanbul Basın Savcılığı romanın suç unsuru olmadığını belgeledi.
1980`ler ve !990`larda Yaşar Kemal`in Türkiye dışında hak ettiği ilgiyi gördüğü söylenebilir. Birçok uluslar arası ödül aldı, toplantılara çağrıldı.
Asıl sorun şurada, ‘Türkiye, yazarlara düşündüklerini açıklama olanakları veren, yaratma özgürlüğünü sağlamış bir ülke mi ?` Cevabı bulmak zor değil...
4 Ekim 1994... Türkiye Gazeteciler Cemiyeti`nin basın toplantısında açılış konuşmasını yaptı:
‘Düşünce açıklama özgürlüğü olmadan bilimin, sanatın, edebiyatın gelişmesinin olanaksız olduğu kesindir.`
Terörle mücadele yasasının düzenlenmesini savunmak için yazılan kitap ile ‘vatan haini` bile ilan edildi. Oysa kitaptaki iki yazısını şöyle anlatıyor Yaşar Kemal:
‘Bu korkunç savaş sürmemeli. Türkiye, ekonomik olarak batıyor.
Türkiye halkları yoksulluk içinde. Türkiye bir yıkımda. İç ve dış borçlar çoğaldıkça çoğalıyor. Bu savaş sürerse Türkiye tarihinin en büyük felaketine uğrayacak. Gerçek bir demokrasiye ulaşmak için Kürt sorununu barışçı yoldan çözüme gidilmelidir.`
Derken Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye kitabı toplatıldı, Yaşar Kemal de Terörle Mücadele Yasasının ünlü 8. maddesini çiğnemekten D.G.M.`de yargılandı.
Aradan birkaç ay geçti. Bu kez, Yaşar Kemal`in ‘Türkiye`nin Üstündeki Kara Gökyüzü` başlıklı yazısından dolayı yine dava açıldı. 7 Mart 1996 günü, ilk duruşmada ‘beraat` istenmesine rağmen 1 yıl 8 ay hapis cezası aldı, ama cezasını tecil ediyordu (erteliyordu); iki yıl içinde aynı ‘suçu` bir daha işlerse, ikisinin cezasını birden çekecekti.
Tam mahkemenin kapısına gelmişti ki, geri döndü, seslendi :
‘Ben de sizi mahkum ediyorum.`
Yaşar Kemal, Nokta dergisinin anlatımına göre, romanlarıyla nerede kesişip nerede ayrıldığını kestirmenin güç olduğu renkli yaşamına birde ‘bölücülük` sığdırmayı başarıyordu böylece...
Ülkemizin onuru adına, ‘Türkiye yazarlarına düşündüklerini açıklama olanakları veren, yaratma özgürlüğünü sağlamış bir ülke mi? Daha önce nice belalara uğrattığı Yaşar Kemal`e, Türk ve dünya edebiyatına katkılar getirmiş bu yazarına, en doğal gereksinimi olan yaratım ve anlatım özgürlüğünü artık sağlıyor mu?` sorularına olumsuz yanıt vermek durumunda kalmamalıydık.
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |