|
Cumhuriyetimizin temel nitelikleri şunlardır ;
# Anayasanın başlangıçtaki esaslara dayanması, # Toplum huzuru milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı, # Atatürk milliyetçiliğine bağlı, # Demokratik devlet olması, # Laik devlet olması, # Sosyal devlet olması, # Hukuk devleti olması.
1. ANAYASANIN BAŞTAKİ ESASLARA UYMASI Yasama işlevi denince, nesnel ve emredici hukuk kuralları koyma işlevi anlaşılmaktadır. Bu işlevin yerine getirilmesinde en önemli araç ise yasa yapma işlevidir. Anayasaya göre yasama yetkisi TBMM`nindir. Ancak TBMM`ye verilen yasama yetkisi yalnızca yasa yapmaktan ibaret de değildir. Yasama organının bunun dışında yürütme organını denetleme, bazı görevler için seçim yapma, savaş ilan etme vb. gibi yasa yapma işlerinden ayrı önemli görev ve yetkileri de vardır.
2. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ 1982 anayasası yapılırken, siyaset ve hukuk çerçevelerinin üzerinde görüş birliği sağladıkları ender koşulların başında, Türkiye`de 1961 Anayasası öncesi olduğu gibi, tek meclisli bir sisteme dönüş geliyordu. Bunun nedeni, ülkenin parlamento desteği zayıf hükümetlerle yönetildiği 1973-1980 döneminde yaşama sürecinde ortaya çıkan tıkanıklıkların bir ölçüde de parlamentonun iki meclisli yapısından kaynaklanmış olmasıydı. TBMM`nin seçim dönemi beş yıldır. Ancak meclis isterse bu süre dolmadan seçimlerin yenilenmesine karar verebileceği gibi bazı koşullara bağlı olarak cumhurbaşkanı da seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Anayasaya göre yenilenmesine karar verilen meclisin yetkilileri yeni meclisin seçilmesine kadar sürecek böylece ülkede kısa da olsa meclissiz bir dönem söz konusu olmayacaktır. Öte yandan savaş sebebiyle seçimlerin yapılmasına imkan görülmezse TBMM, seçimleri koşula bağlı olmaksızın öne alabildiği halde seçimlerin geri bırakılması savaş gibi ağır bir durumun varlığına bağlı tutulmaktadır.
3. İNSAN HAKLARINA SAYGILI Haklar ve özgürlükler alanı için kullanılan terimler çeşitlilik göstermektedir. Bu terimlerden en geniş kapsamlı olanı "İnsan Hakları" dır. Çağımızda uluslar arası bir boyut kazanan bu terim, insanın en üstün değer kabul edilmesinden kaynaklanan ve tüm insanların sahip olması gereken hakları içeren bir kavramı anlatır. Birleşmiş milletler genel kurulunca 1948 yılında kabul edilen "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi"nin sözleriyle bu kavram "Irk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir ayrım gözetilmeksizin" tüm insanların yararlanabileceği bir haklar ve özgürlükler idealini dile getirir. "Kamu özgürlükleri" terimi daha çok bu insan haklarından pozitif hukuka girmiş olanlarını içerir. Bu nedenle ülkeden ülkeye değişebilen bir kapsama sahiptir. Burada anayasa ve yasalarca düzenlenmiş, kullanım olanakları oluşturulmuş ve güvenceye bağlanmış, yani gerçekleştirilmiş hak ve özgürlükler söz konusudur. "Kişi hakları ve özgürlükleri" terimi ise 1789 büyük Fransız devriminin ürünü olan "İnsan ve vatandaş hakları bildirisi"nde en özlü ifadesini bulan ve 18.yy bireyci insan hakları doktrininin üçüncü olan "Klasik" hakları anlatmak için kullanılmaktadır. Dolayısıyla çağdaş insan haklarının yalnızca kişiye dokunulmaz bir alan sağlamaya yönelik kesimini ifade eder. Bizim anayasamızda kullanılan "Temel haklar ve özgürlükler" terimi ise Alman hukukundan kaynaklanmaktadır. Bu terim hem "İdeal" olanı hem de "Gerçekleşmiş" durumu kapsayıcı olarak kullanılmaya daha elverişli. 1961 anayasa `sının yapılışından sonra Türkiye`de bu terimin giderek yaygınlaştığı görülüyor. MİLLİYETÇİLİK Milliyetçilik ilkesinin dayanağı millettir. Atatürk`e göre millet dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir siyasi ve sosyal toplumdur. Ayrıca bu topluluk vatanın maddi ve manevi değerlerine sahip çıkan aralarında dil, kültür tarihi ve duygu birliği olan insanlardan oluşur. Atatürk her şart altında güç kaynağı olarak milleri görmüştür. Kurtuluş savaşında buna sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Gücünü milletten alarak engelleri birer birer aşmıştır. O, vatanı ve milleti ilgilendiren her konuda millete ve onun temsilcilerinin düşüncelerine başvurmuştur. Milliyetçilik ilkesi toparlayıcı ve birleştiricidir. Çünkü ırkçılık esasına dayanmaz. Mezhebi dili ne olursa olsun kendini Türk bilen ve Türk hisseden her insan Türk`tür. Atatürk bu inancını 10 yıl nutkunda "Ne Mutlu Türküm Diyene!" diyerek belirtmiştir. Atatürk`ün milliyetçilik anlayışı başka milletlerin varlığına saygı gösteren barışçı akılcı ve çağdaş bir anlayıştır. Atatürk bu anlayışı şu sözlerle dile getirmiştir : "Türk milliyetçiliği ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslar arası ilişkilerde bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla bir uyum içinde yürümekle beraber Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır. Atatürk maliyetçiliğinin temel amaçlarından biri milli birlik ve beraberliktir. Atatürk milli birlik ve beraberliğin önemini şu sözlerle vurgulamıştır. “Bir yurdun en değerli varlığı vatandaşlar arasında milli birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık, duygu ve yeteklerinin olgunluğudur.” Milli birlik her şeyden önce toplumsal dayanışmayı güçlendirir. Milli birlik ordumuzun manevi gücünü oluşturur. Nitekim kurtuluş savaşımız bu güçle kazanılmıştır. Milletimizin milli birlik ve beraberlik içinde yarayabilmesi için bize düşen önemli görevler vardır. Her şeyden önce Atatürk`ün milliyetçilik ilkesine bağlı olmalıyız. Tarihimize sahip çıkmalı, en değerli varlığımız olan dilimizi geliştirmeliyiz. Çünkü dil ve tarih birliği milli kültürümüzün gelişmesini sağlayan temel değerlerdir. DEMOKRATİK DEVLET Anayasamızın ikinci maddesine göre Türkiye cumhuriyeti "demokratik" bir devlettir. Farklı ve tarihsel demokrasi anlayışları içinden anayasanın kastettiği demokrasi türünün kurum ve kuralları uzun bir sürecin ürünü olarak "Batı"da biçimlenmiş olan klasik demokrasi olduğuna kuşku yoktur. Bazen batı demokrasisi bazen de özgürlükçü demokrasi denilen bu demokrasi modelinin vazgeçilmez bazı temel ilkeleri vardır. Öyle ki bu ilkelerden uzaklaşıldığı zaman bu demokrasiden de uzaklaşıldığını söylemek mümkün olmaktadır. Bunların en önemli olarak siyasal iktidarı kullanacak organların halk tarafından serbest seçimlerle belirlenmesi, farklı siyasal görüşler arasında iktidar yarışını eşit koşullarda yürütmenin mümkün olması ve insan haklarının güvenceye alınmış olmasını sayabiliriz. 1921 anayasasının 1923 yılında değiştirilmesi ile ilan edilen cumhuriyet ilkesi, 1982 anayasasının birinci maddesinde, "Türkiye devleti bir cumhuriyettir." biçiminde yerini almaktadır. Yine 1924 ve 1961 anayasalarından olduğu gibi devlet ºeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hükmün değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği de anayasa da tekrarlanmaktadır. Cumhuriyet kavramı, demokrasi kavramıyla sıkı sıkıya bağlı olmakla birlikte, ondan daha farlı bir anlam taşır. Gerçekten de teknik anlamıyla cumhuriyet, "Devletin başında bulunan kişinin halkın bütününü temsil etmek üzere doğrudan ya da dolaylı yoldan halk tarafından seçilmiş" olmasıyla tanımlanır. Bu nedenle demokrasi ile cumhuriyet kavramlarının birbirine karıştırılmaması gerekir. Cumhuriyet daha çok bir yönetim biçimi, demokrasi ile yönetimin oluşum ve işleyiş kuralları niteleyen bir içerik sorumludur. LAİK DEVLET Türkiye cumhuriyeti laik bir devlettir. Bu ilke, yalnızca anayasanın ikinci maddesinde devletin nitelikleri arasında yer almakla kalmıyor, pek çok başka Anayasa hükmünün de konusunu oluşturuyor. Laiklik terimi Türkçe`ye Fransızca`dan geçmiş. Batı dillerinde "Dine ya da kiliseye ait olmayan" anlamına geliyor. Laiklik, Batı toplumlarında belli başlı üç aşamadan geçerek bugünkü anlamını kazanmış. Birinci aşamada devlet tarafından güdülen mezhep yobazlığının kaldırılması, farklı dinsel inanca sahip insanlara eşit davranılmasını sağlamış. Ama buna rağmen bir süre daha devlet ile din arasındaki kaynaşma sürüp gitmiş. Devletler "Resmi" bir dine sahip sayılmamışlar. İkinci aşama, devlet dininin kaldırılması oluyor. Üçüncü aşama ise hukuk sisteminin ve toplumsal kuralların dinsel ya da dinle ilgili kurallar olmaktan çıkması oluyor. Böylece kökenleri bakımından dinsel inanç ve görüşlere dayansa bile hukuksal ve dinsel ilişkiler alanındaki kural ve davranışlar "Laikleşerek" mutlak olmayan, akla dayalı çözümlerin alanı içine giriyor. Türk toplumunda laikliğin temellerini oluşturan adımlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılına kadar gerilere götürülebilir. Ancak bu konuda atılan en önemli adımın 23 Nisan 1920`de TBMM`nin toplanmasıyla birlikte ulusal egemenlik ilkesinin ön plana çıkarılması olduğuna da kuşku yoktur. Bu ilkenin benimsenmesi; siyasi iktidarın İnsana dayandırılması, meşrutiyet kaynağının tanrıda değil toplumda aranması anlamına gelmektedir. Kurtuluş savaşının zaferle sonuçlanmasından sonra laiklik alanında yapılanlar arasında ise en önemlileri olarak hilafetin kaldırılması ve eğitimin birleştirilmesine ilişkin yasaları, tekke ve zaviyelerin kapatılması, medeni kanunun kabulünü ve nihayet devlet dinine ilişkin hükmün anayasadan çıkartılmasını sağlayabiliriz. Laiklik, kısaca din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve bu yolla din ve vicdan özgürlüğünün sağlanması olarak tanımlanabilir. Gerçekten de din ve devlet işlerini birbirinden ayırmadan dini inanç özgürlüğü sağlanamayacağı gibi, düşünce özgürlüğünün gerçekleştirilmesi de mümkün olmayacaktır. Laikliğin korunması bakımından en büyük sorumluluğun, çağdaş bir toplumda yaşama bilincinin yurttaşlara düştüğüne kuşku yoktur. Ama, laikliğin ülkemizin varlığı ve geleceği bakımından taşıdığı büyük önem, bu ülkenin anayasa ve yasalar ile özel olarak korunmasını da gerekli kılmaktadır. ÖZELLİKLİ SOSYAL DEVLET KAVRAMI Özellikle ikinci dünya savaşından sonra demokratik ülkelerde benimsenen ve uygulanan sosyal devlet anlayışı, 1961 anayasası ile anayasa hukukumuza girmiş, 1982 anayasasında da cumhuriyetin ilkeleri arasında sayılmıştır. Sosyal devlet, toplumdaki eşitsizlikleri olabildiğince gidererek vatandaşlarına insan onuruna yaraşır bir yaşam düzeyi sağlamayı amaçlayan devlet olarak tanımlanabilir. Bu ise ancak, devletin ekonomik ve toplumsal alanda etkili olması ile gerçekleştirilebilecektir. Şu halde sosyal devlet düzeni 19.yy liberal devlet anlayışının bir sonucu olan bekçi devlet anlayışından bir farklılaşmayı temsil etmektedir. Liberal felsefenin, devletin görevlerini ülkeyi dışarıya karşı savunma ve içerinde düzeni sağlamadan ibaret gören anlayış; devletin ekonomik ve toplumsal yaşama müdahalesini "Serbest piyasa"ya aykırı ve dolayısıyla zararlı görmekteydi. Ne var ki, devletin müdahalesi dışında, kendi kurallarına göre işleyen serbest piyasa ekonomisinin ağır toplumsal yol açtığı da görülmekteydi. Bu sorunların yol açtığı çalışmalar ve gelir paylaşımındaki büyük eşitsizliğin yükünü çeken toplumsal sınıfların mücadeleleri sonucu, sosyal devlet anlayışı gelişmektedir. HUKUK DEVLETİ Anayasada Türkiye cumhuriyetinin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, ülkesinde yaşayan insanlara hukuk güvenliği sağlayan, yöneticilerin de hukuka bağlı olduğu devlettir. Çağdaş demokrasilerin vazgeçilmez bir yönünü oluşturan hukuk devleti anlayışının gerçekleşmesi, ancak birtakım koşulların varlığı ile söz konusu olabilir. Bir devletin hukuk devleti olabilmesi için aşağıda belirtilen özelliklere sahip olması gerekir. Hukuk devletinde devletin yazılı bir anayasası olması gereklidir. Bu anayasa millet oyu ile kabul edilmiş olmalıdır. Bu anayasa temel hak ve hürriyetlere yer vermelidir. Anayasa üstünlüğü kabul edilmelidir. Hukuk devletinde mahkemeler bağımsız olmalıdır. Kişilere hukuk güvenliğini sağlamak, her şeyden önce devlet iktidarının sınırlanmasını gerektirir. Devlet gücünün tek elde toplanmasını önlemek yetki sahiplerini karşılıklı dengeleme yöntemlerine bağlı kılmak, belli görevlerde bulunmayı belli sürelere bağlamak bazı devlet organlarına bağımsızlık vererek siyasal iktidarın etkisinden uzak tutmak gibi önlemler hep bu amaca yöneliktir. Bütün bu kuralları üstün bir metinde toplamayı amaçlayan anayasacılık hareketleriyle, hukuk devletinin gerçekleştirme çabalarının çakıştığı nokta da işte bu noktadır. Çünkü anayasal bir devlette, siyasal iktidar, yetkilerini anayasadan almakta ve onun koyduğu kurallara bağlı olmaktadır. İşte yazılı anayasalarda insan haklarına geniş yer verilmesi de bu nedene dayanıyor. Yazılı anayasaların, yasaların, üzerinde olmaları ve değiştirilmelerinin daha zor oluşu, insan haklarının güvenceye alınması bakımından önem kazanıyor. Sonuç olarak; * Hukuk devleti olması: Hukuk devleti tüm kararlarını anayasaya ve yasalara uygun olarak yürütür. Kanunsuzluklara izin vermez. Mahkemeler bağımsızdır, kanun önünde herkes eşittir.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|