Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: FEN BİLİMLERİ
    Konu: Boşaltım Sistemi


Hayatın devamı için iç ortamın değişmez tutulması gerektiğine göre, camlıların metabolik atıklarının organizmada toplanmaması, vücuttan uzaklaştırılması zorunludur. Lüzumsuz ve zararlı maddelerin organizmadan atılması işine boşaltım (ekskresyon) denir. Genel olarak hayvanlarda boşaltım sisteminin diğer fonksiyonları vücut ısısının(dış koşullar değişse bile) sabit tutulması, vücudun su ve tuz dengesini sağlamaktır.
CANLILARDA BOŞALTIM:
a.Tek hücrelilerde boşaltım: Tek hücreli canlılar boşaltım maddelerini hücre zarından dışarı verirler. Terliksi hayvan suyun fazlasını kontraktil kofulları ile boşaltır. Tek hücreli canlılarda boşaltımı sağlamak amacı ile oluşmuş özel bir yapı veya sistem yoktur.
b.Bitkilerde boşaltım: Bitkilerde de özelleşmiş bir boşaltım sistemi yoktur. Su bitkilerinde artık maddeler, diffüzyon yoluyla dışarı verilir. Kara bitkilerinde oksijen ve karbondioksit giriş-çıkışı stoma (gözenek) açıklığı aracılığı ile sağlanır. Stomalar aynı zamanda terleme (transpirasyon) adı verilen olay ile su buharının da dışarı atılmasını sağlar. Bitkilerin gövdelerinde epidermis yerini alan periblemde bulunan kovucuk (lentisel) adı verilen yapılardan ise karbondioksit atılır.
Bazı
bitkiler hava, su buharı ile çok doygun olduğunda, fazla suyu yaprak kenarlarında buluna hidatot (su savağı) adı verilen yapılarda sıvı fazda dışarı atarlar. Bu olaya gutasyon (damlama) denir. Gutasyon ile dışarı verilen su miktarı, terlemeyle verilenden daha azdır. Damlama olayında su bitkiden dışarı atılırken bir miktar tuzla beraber atılır. Bazı bitkiler, karbondioksit, bazı organik maddeler ve tuzların fazlasını kökler ile toprağa boşaltabilirler. Metabolizma sonucu oluşan bazı zehirli maddeler, bitkilerde tuzlarla birleştirilip çözünmeyen kristaller (oksalat kristalleri) halinde kofullarda birikip yaprakların dökülmesi ile dışarı atılabilir. Bazı boşaltım ürünleri rafit, druz, sistoloz gibi adlar alır.
c. Hayvanlarda boşaltım: Omurgasız hayvanlardan sünger ve sölenterelerde boşaltım vücut yüzeyinden yapılır. Halkalı solucanlarda ise boşaltım organı nefridyumlardır. Nefridyumlar karın tarafında her halka-da bir çift olarak bulunur. Nefridyumlar arasında bağlantı yoktur. Yumuşakçalarda da boşaltım organı nefridyumlardır.
Böceklerde karbondioksit trake boruları ile, boşaltım artıkları ise malpighi tüpleri ile atılır. Vücut boşluğuna dağılan kandaki boşaltım maddeleri malpighi tüplerine alınarak dışarı atılır.
Çok hücreli canlılarda boşaltımla ilgili gelişen yapılar.
a) Deri: İç yüzeyindeki ter bezleri ile, kandan süzülen tuz ve protein artığı olan ürenin dışarı atılmasını sağlar. Ayrıca bazı canlılarda (Kurbağa, Solucan, İnsan) gaz alışverişinde de görev yapar.
b) Akciğer: Omurgalı canlılarda görülen akciğer, solunum sonucu oluşan karbondioksitin vücuttan dışarı atılmasını sağlar.
c) Böbrekler: Omurgalılarda görülen esas boşaltım organıdır.
Yukarıdaki
boşaltım çeşitlerini daha ayrıntılı olarak inceleyelim:
DENİZLERDE YAŞAYAN OMURGASIZLARDA SU VE TUZ DENGESİ:
Deniz suyunda yaşayan omurgasızların çoğunda, özel bir (boşaltım) sistemi yoktur. Metabolizma artıkları, hayvanın dış yüzünü kaplayan zardan diffüzyon yoluyla çıkarlar. Vücuttan uzaklaştırılmaları gereken katı parçacıklar ise fagositozis yoluyla organizmadan atılırlar (fagositosiz = katı parçacıkların hücreler tarafından alınması)
Denizlerde yaşayan hayvanlar için, iç ortamın (vücut sıvılarının) değişmez tutulması bir problem teşkil etmez çünkü bunların vücut sıvıları deniz suyu ile eşit ozmotik basınca sahiptir (izoozmotiktir) deniz suyunda yaşayan ve buna adapte olmuş omurgasızlar, tatlı suya (hipoozmotik ortama) konurlarsa, yaşayamazlar. Zira vücutlarından tuz kaybederler ve vücutlarına fazla su girer.
Nehirlerin denize açıldığı nehir ağızlarında yaşayan deniz omurgasızlarında, gerektiğinde tatlı suda yaşamalarını sağlayacak adaptasyon mekanizması iyi gelişmiştir. Tatlı sı hayvanlarında sudan tuzları alıp kana salgılayan (iç ortama veren) ozmoregülatör mekanizma mevcuttur. Tuz yoğunluğu az olan bir ortamdan (tatlı sudan), tuz yoğunluğu çok olan bir ortama(kanda) tuz aktarılması, aktif taşıma mekanizmasına ihtiyaç gösterir.
Hayvan tatlı su içinde yaşadığına ve vücut sıvılarının tuz yoğunluğu dış ortamından fazla olduğuna göre, ozmotik kurallara uyarak, su hayvanın iç ortamına diffüze olacaktır. Fazla suyun vücuttan uzaklaştırılması için de lüzumlu mekanizma gelişmiştir. Örneğin, tatlı su ile deniz suyunun karıştığı kıyılarda yaşayan bir tür yengeç, deniz suyunda ve deniz suyu ile tatlı suyun karıştığı yerlerde yaşayabilecek bir ozmoregülasyon mekanizmasına sahiptir. Bu hayvanlarda solungaçlar tatlı sudan tuz iyonlarını alır, kana verirler. Vücuduna giren (diffüze olan) suyu ise, böbrekler vücuttan uzaklaştırırlar.
TATLI SUDA YAŞAYAN HAYVANLARDA SU VE TUZ DENGESİ:
Tatlı suda yaşamaya adapte olmuş hayvanlarda, vücut sıvılarının deniz suyu kadar tuz taşımasına ihtiyaç kalmamıştır. Böylece, tatlı suda yaşayan bütün omurgalı ve omurgasız hayvanların vücut sıvıları, deniz suyundan çok daha düşük, fakat tatlı sudan daha yüksek ozmotik basınca sahiptirler. Suyun vücut içine diffüze olmasını önlemek için de, hayvanların evrimi ilerledikçe bütün vücut yüzeyinden solunum yapması yerine, bazı bölgeler solunuma tahsis edilmiştir. Vücudun diğer kısımları, suya karşı geçirici olmayan bir kutikula ile örtülmüştür. Tatlı su kemikli balıklarında solungaçlarda mevcut özel hücreler,sudan lüzumlu tuz iyonlarını alarak kana aktarırlar.
Vücut, suya karşı kısmen impermeabl olan bir deri ile ve pullarla kaplanmış, vücuda difuzyonu azaltılmıştır. Fakat solungaçlardan gene de, ozmotik kurallar gereğince, su vücut sıvılarına kıyasla hipoozmotik) idrar çıkarılması ile sağlanır. Ayrıca tatlı balıklar su içmezler.
DENİZDE YAŞAYAN OMURGALILARDA SU VE TUZ DENGESİ:
Denizlerde yaşayan kemikli balıkların vücut sıvıları, diğer suyuna kıyasla biraz hipotoniktir. Bu nedenle, suda yaşamalarına rağmen, vücutlarından su kaybetme ve vücutlarına fazla tuz girmesi tehlikesi ile karşı karşıya dırlar. Bu tehlikeleri bertaraf edici sistemler şunlardır.
Vücut, suya karşı kısmen impermeabl olan deri ile örtülmüştür.
Bu balıklar su kaybını önlemek için devamlı olarak su içerler.
Solungaçlarında mevcut özel hücreler vasıtasıyla, vücuttan tuzu atarlar.
Nitrojen taşıyan maddelerin metabolizma artıkları, amonyak halinde solungaçlarından atılır; böylece fazla su çıkarılması önlenmiştir. Nitrojen taşıyan maddelerin metabolizma artıkları üre halinde atılsalardı, üre yarattığı ozmotik basınç nedeniyle bir miktar suyu beraberinde sürükler götürürdü. Balıkların böbreği konsantre
idrar meydana getirme mekanizmasından yoksundur ve vücuttan tuz atarak ozmoregülasyona yardım edemez.
KARADA YAŞAYAN HAYVANLARDA SU VE TUZ DENGESİ:
Hayvan yaşamının karaya geçişinin, denizlerden doğruca karaya olmayıp, tatlı sulardan karaya olduğu biyologlarca kabul edilmektedir. Canlı karada yaşamaya başlayınca, dış ortamın su yerine hava oluşu nedeniyle, vücuttan su kaybı artmış ve hayatı kısıtlayıcı bir faktör olmuştur. Su kaybı, vücut yüzeyinden ve solunum organlarından evoporason ile; bağırsaklardan ve böbreklerden boşaltım ile olmaktadır. Evrimle, hayvanların karada yaşamaya adapte olmasını sağlayan mekanizmalar gelişmiştir.
Kaybolan suyun yerine konması su içmekle, sulu besinler yemekle ve metabolizmanın son ürünü olarak suyun meydana gelmesi ile olmaktadır. Ayrıca, vücuttan su kaybını önleyecek iki önemli mekanizmanın amphibiadan itibaren gelişmiş olduğunu görüyoruz. Suda yaşayan canlılarda protein metabolizması artığı olarak amonyak meydana geliyor ve kolayca suya verilerek uzaklaştırıyordu. Karada yaşayan hayvanlarda bu imkan azalmış olduğundan, amonyağı üreye çevirecek mekanizma gelişmiştir. Üre, su içinde vücuttan uzaklaştırılabileceğinden, daima bir miktar suyu beraberinde götürür.
HAYVANLARDA BOŞALTIM MEKANİZMALARI:
KONTRAKTİL KOFUL:
Bazı tek hücreliler (örn. Paramesyum) ve süngerler özel bir boşaltım sistemine sahiptirler ki bu kontraktil kofuldur.
Her bir koful önce sıvı ile dolar ve gittikçe büyür; sonra içindeki sıvıyı hücreden dışarı atar. Bunların esas işlevi, canlı vücudundaki fazla suyu atmaktır. Tatlı suda yaşayan tek hücrelilerin vücuduna, ozmotik etki ile, fazla su girdiğinden bunlarda kontraktil kofullar daha fazladır.
ALEV-HÜCRE (KİRPİKLİ HUNİ) SİSTEMİ:
Yassı solucanlarda (planaryada) borumsu bir boşaltım sistemi gelişmiştir. Dal budak salmış ve vücudun uzun ekseni boyunca seyreden borular sistemi, birçok deliklerle vücudun dış yüzeyine açılırlar. Borular sisteminin vücut yüzeyine açılan uçlarında soğan benzeri yapılar içinde, hareketleri mum alevinin dalgalanan hareketlerine benzer kirpikler (sil) vardır. Su ve artık maddeler dokulararası sıvısından boşaltım kanallarına geçer ve yan boruların son ucunda ve vücut yüzeyinde bulunan soğanlardaki sillerin hareketleri ile vücuttan uzaklaştırılır. soğanlar içindeki sil hareketlerinin mum alevine benzemesinden ötürü alev-hücre sistemi adı verilmiştir.
Bazı türlerde borular birleşerek sidik kesesi benzeri yapı meydana getirirler ve bu kese bir delikle vücut yüzeyine açılır. Planaryada görülen borular siteminin esas fonksiyponu hayvanın su dengesini sağlamaktır. Planaryada metabolizma artıklarının çoğu gastrovasküler kanal (sindirim kanalı) yoluyla vücuttan uzaklaştırılırlar. Planaryada kapalı bir kan dolaşım sistemi yoktur; dolayısıyla boşaltım sistemi dokulararası boşluklar ile ve buradaki ile temas halindedir.
NEFRİDYUM:
Yer solucanında bulunan boşaltım sistemi, hem dokulararası sıvı ile bağlantılı hem de kapalı dolaşım sistemi dolaşımı ile bağlantılı karakterini taşıyan bir boşaltım sistemidir.
Zira boşaltım sisteminin nefrostom adı verilen kısmı, doğrudan doğruya doku sıvısı ile ilişki kurmuştur. Nefrostomun devamı olan bir takım kıvrıntılar gösteren borular (tubul) ise, kan kılcal damarları ile ilişki kurmuştur.
Evrimi iyice gelişmiş omurgalı hayvanlarda boşaltım sisteminin dokulararası sıvı ile doğrudan doğruya ilişkisi yoktur. İyice özelleşmiş boşaltım sistemi sadece kan dolaşım sistemi ile ilişki kurmuştur.
MALPİGHİ TUBULLERİNİN FONSKİYONU:
Böceklerin boşaltım sistemine malphigi tubulleri adı verilir. Bunlar sindirim kanalının bir takım çıkıntılarıdır ve kan ile doğrudan doğruya temas halindedirler. Su, tuz ve metabolizma artıkları tubul içine alınırlar. Tubul içinde ilerleyen sıvıdan asit ürik çöker; su ve K+ geri emilip hemolenfe aktarılırlar. Konsantre fakat gende sıvı olan idrar, bağırsaklara dökülür ve bu yolla vücuttan uzaklaştırılır. Böceklerde ürik asidin atılması fazla su kaybını önlemeye yöneliktir.
İNSAN BÖBREĞİ VE ÇALIŞMASI:
Böbrekler karın boşluğunda omurganın sağ ve solunda yerleşmiş ve idrar yapımı işlevini üstlenmiş olan bir çift organdır. Böbreklerin üst uçları 12. sırt omuru hizasında, alt uçları 3. bel omuru hizasında bulunmaktadır. Sağ böbrek, soldakine oranla 1-2 cm daha aşağıdadır. Bunun nedeni hemen üzerindeki karaciğerdir. Böbrekler yaklaşık olarak 12 cm uzunluğunda, 6 cm eninde ve 3 cm kalınlığındadır. Her nefes alışta böbrekler 2 cm kadar aşağı doğru hareket ederler. Sağ böbrek soldakine oranla biraz daha küçüktür. Böbreklerin her biri kadınlarda yaklaşık 130 gr, erkeklerde ise 150 gr kadardır.
Sağ böbrek ön yüzüyle karaciğere, kalınbağırsağın bir bölümüne ve onikiparmak bağırsağının bir bölümüne komşuyken, sol böbrek ön yüzüyle dalak, mide, pankreas, jejenum ve kalınbağırsak ile komşudur.
Yağ dokusu ve bağ dokusu ile çevrelenmiş olan böbrek de, iki bölüm göze çarpmaktadır. Dışta, korteks adı verilen “kabuk”, içte ise medulla adı verilen “öz kısım” yer almıştır. Korteks kısmı, genelde, glomerul adı verilen kılcal damar yumağı ve tübüllerden, medulla ise, toplama kanallardan oluşmuş kanallardır. Kılcal yumak, tübüllerde bir arada nefron adı verilen ve asıl süzme işleminden sorumlu birimleri oluşturmaktadır. Her nefron, kanın süzüldüğü kapsüle (Bowman Kapsülü) ve kapsülden çıkan boşaltım kanalcıklarına sahiptir.Kapsül glomerül yönünden zengindir. Boşaltım kanalcığı uzun ve kıvrımlı olup, etrafını kılcal kan damarları sarmıştır. Çok sayıda boşaltım kanalcığının açıldığı kanala ise, idrar toplama kanalı denir. İdrar toplama kanalları öz bölgesinde piramit şeklindeki yapıları oluştururlar. Bu piramitler ise, böbreğin çukur kısmındaki havuzcuk içine açılır ve idrarı taşırlar. Böbreğin içe kıvrılmış orta kısmından idrar kanalları çıkmaktadır.
Böbrekler iki büyük görev yaparlar:
1-Vücutta metabolizma sonucu oluşan zararlı ürünlerin atılmasını sağlar.
2-Vücut sıvılarının içerdiği maddelerin pek çoğunun yoğunluğunu kontrol ederler. Bu sayede vücudun su, tuz, asit, kan yapımı, kemik gelişmesi ve kan basıncının düzenlenmesini sağlarlar. Vücudun tüm organ sistemleri arasında düzenli çalışmasını ayarlarlar.
Her iki böbrek birlikte yaklaşık olarak 2.400.000 nefron ihtiva ederler. Nefron kanın süzüldüğü glomerül ve devamı olan tüplerden oluşur. Nefronun asıl görevi kanın böbreklerden geçişi esnasında içindeki istenmeyen maddeleri temizlemektir.
Temizlenmesi gereken maddeler özellikle üre, kreatinin, ürik asit gibi metabolizmanın son ürünleridir. Ayrıca Na, K, CI gibi iyonların gerektiğinden fazlası uzaklaştırılır.
Kan glomerül içinden geçerken önemli bir kısmı nefron tüpleri içine süzülür. Bu süzüntü içinde vücut için gerekli olanlar emilirle (suyun büyük bir kısmı, aminoasitler, glikoz, vitaminler) istenmeyen maddelerin bir kısmıda tüp içine salgılanır. Bu sızıntı, kırmızı karı hücresi ve protein ihtiva etmez. Süzülme, geri emilim ve salgılınım işlemleri sonunda nefronda oluşan idrar toplayıcı kanallara, böbrek papillalarına ve üreterlere boşalır,
Sağlıklı tek böbrek vücudun tüm gereksinimini karşılayabilir. Kreatinin klerinsi böbrek çalışmasının iyi bir göstergesidir. Günlük idrar miktarı, kreatinin kan ve idrardaki yoğunluğu ölçülerek hesaplanır.

NEFRONUN YAPISI
NEFRONUN GÖREVLERİ:
1.SÜZÜLME:Kabuk bölgesinde gerçekleşir. Kandaki artık maddeler ve bir kısım yararlı maddeler buradan süzülerek ayrılır.oradan nefronun öz bölgesinde bulunan kısmına iletilir.
2. GERİ EMİLME: Böbrek toplardamar kılcalları ile nefronun kıvrımlı kanal arasında olur. Böylece kıvrımlı kanala geçen faydalı maddelerin tamamı emilir. Geriye kalan süzüntü idrar toplama kanalı ile havuzcuğa getirilir. Havuzcuğa getirilen bu sıvıya sidik (idrar) denir. Bu sıvıda su, üre (ürik asit) ve mineraller bulunur. Geri emilme pasif veya aktif taşıma ile olur.
Suyun geri emiliminde antidiüretik hormon (ADH) etkilidir. ADH azalırsa suyun emilimi azalır, fazla veya seyrektik su oluşur. Kanın suyu azalacağından çok su içilir. (şekersiz şeker hastalığı) antidiüretik hormon artarsa; suyun geri emilimi çok olur, az ve yoğun idrar oluşur. Kanın su miktarı artar.
Sodyum ve potasyumun geri emilimlerinde ise böbrek üstü bezinden salgılanan aldosteron hormonu etkilidir. Aldosteron sodyumun aktif taşınmasını arttırır ve emilerek kana geçişini sağlar. Sodyum emilmesi ozmotik basınç yaratacağından aynı oranda suyunda emilmesine neden olur. Böbrek tübüllerinde elektro kimyasal dengenin sağlanması için, ne kadar sodyum kana geçerse, o kadar potasyum ve hidrojen katyonları tübül sıvısına verilir. Bu nedenle aldosteron arttıkça sodyumun geri emilimi artarken potasyumun vücuttan atılımı fazlalaşır. Kanda fazla sodyum, suyunda geri emilimini attıracağından ödemlere neden olur.
Sonuç olarak idrarın oluşmasında böbreklerde üç işlemin gerçekleştiği söylenebilir.
1.Süzme (Filtrasyon)
2.Salgılama (Sekresyon)
3.Geri Emilim (Reabsorbisyon)
Vücutta proteinlerin parçalanması sonucu son derece zararlı olan azotlu artıklar oluşur. Bu artık maddeler karaciğerde üre ve ürik aside dönüştürülerek vücuttan uzaklaştırılır.
Besinlerden su, vitamin ve madensel tuzların fazlası vücutta depo edilmediği için idrarla dışarı atılır.
Sağlıklı bir insanın idrarında glikoza rastlanmaz. Eğer bir kişinin idrarında glikoza rastlanmışsa bu kişinin şeker hastası olduğu sonucuna varılır. Böbrek atar damarları böbreğe kan getiren damarlardır. Bu damarlardaki kanda karaciğerde oluşturulan  üre ve ürik asit bulunur. Böbrek atardamarı ile böbreğe gelen maddelerden  faydalı olanları   böbrek toplardamarına  zararlı olanları da idrara verilir
BOŞALTIM SİSTEMİ HASTALIKLARI:
BÖBREK HASTALIKLARI:
Akut glomerülonefritlerdir, (yumarçıkların iltihaplanması) idrarda albumin ve kan bulunmasıyla, bazen de yüksek tansiyonla belirgindir. Bu hastalık streptokoklardan ileri gelen başka bir enfeksiyonun (anjin ve kızıl gibi) ikincil belirtisidir. Sıklıkla glomerülonefritle sonuçlanan sebepler arasında tifo, pnömokoksi, stafilokoksi gibi başka enfeksiyonlarda bulunabilir. Bu konuda antibiyotiklerin önleyici etkisi ilgi çekicidir; bunlar, anjinleri önleyerek çocuklarda görülen bu ağır ve hatta bazen ölümcül olabilen hastalığın neredeyse tamamen ortadan kalkmasını sağlamıştır.yarı akut ve kronik glomerülonefritlerin evrimi daha uzundur ve çoğu zaman bir böbrek yetersizliği durumunu da içerir. Böbrek biyopsisi bu koşullarda kesin teşhis konmasına hizmet eder. Bu hastalıkların tüm nedenleri henüz bilinmemektedir. Bunları bazı genel hastalıklardan kaynaklanabilir; eritemli lupus, düğümlü periarterit, Goodpasture sendromu, romatizmanın sonucu olan purpura, diyabet, Moschcowitz sendromu. Gebelikte böbrek hastalığı bu tiptedir ve çoğunlukla birinci gebeliğin son üç ayında ortaya çıkar. Dölütte komplikasyonlara neden olur; hatta bazen enfeksiyonlara, zehirlenmelere, yozlaşmalara yol açar.
Akut tübülonefritler çoğu zaman, idrar az olsun çok olsun akut bir böbrek dışı kan arındırma işlemini gerektirir. Nedenleri her şeyden önce enfeksiyonlar ve zehirlenmelerdir: isteyerek, kaza sonucu veya meslek icabı zehirlenme (cıva tuzları, krom tuzları, klorat tuzları, glikol). Lezyon çoğunlukla düzeltilebilir. Buna yol açan ilaçlar da çoktur (sülfamitler, glafenin, kontrast maddeler, altın tuzları, antibiyotikler...). böbrek diyabeti, sitonoz, aminoasitüri gibi büyüme bozukluklarına ve taş oluşumuna yol açan kalıtımsal metabolizma hastalıklarına bağlı kronik tübülonefritler daha nadirdir.
Piyelonefritler ve ara doku nefropatileri. Akut piyelonefritler özellikle kadınlarda görülür ve enfeksiyon kökenlidir. Çoğunlukla ilk enfeksiyon mesanede veya cinsel organlardadır. Gebelikte görülen ikinci tip nefropati bu türdendir. İdrar yollarında bir taş veya şekil bozukluğunun bulunduğu hallerde, böbrek tutulmasının aşağıdan yukarıya doğru olabileceği ileri sürülmüştür. Antibiyotik tedavisi etkili olmakla birlikte, olayların tekrarlanması yavaş yavaş böbreğin irinleşmesine veya harabiyetine neden olabilir. İdrar yollarındaki şekil bozukluklarının erken teşhisi ve çocuklukta tedavi edilmesi, bu hastalıkları nadir hale getirmiştir. Zehir veya bağışıklık kökenli diğer ara doku nefropatileri de vardır.
İskemiye ve ilerleyici skleroza bağlı böbrek yetersizliğinin nedenleri arasında, damar hastalıklarına, ateromlara, yüksek tansiyona sık rastlanır. Ama nefroanjiyoskleroza tutulmuş böbreğin kronik lezyonlarıyla birlikte yüksek tansiyon ve damar sklerozu da ortaya çıkar.
İDRAR YOLLARI HASTALIKLARI:
Enfeksiyonlar ve asalaklar idrar organ ve siteminin parankima ve boşaltım boşluklarına ulaşabilir ve hastalıklara neden olabilir. Bu durumda uygun bir antibiyotik tedavisi uygulanır. Enfeksiyonlar mesaneyi, böbrekleri, prostat ve erbezlerini etkileyebilir. Verem de böbreklerde ve idrar yollarında zaman zaman görülebilen bir hastalıktır. Bilharziyoz tropikal Afrika’da
yerleşik bir asalak hastalığıdır; asalağın yumurtaları mesane çeperini delebilir ve kanamalarda ciddi idrar yolu enfeksiyonlarına neden olur. Mesanenin büzgenkasının bozulmasına neden olan nörolojik hastalıklarda idrar yollarında çeşitli enfeksiyonlara yol açabilir.
Böbrek taşlarının oluşumu sık rastlanan bir hastalıktır. Taşlar bir kum taneciği büyüklüğünde olabileceği gibi, bütün böbrek boşluklarını doldurabilecek büyüklükte de olabilir. Metabolizma hastalıkları mesanede kalsiyum, oksalat ve ürat taşları yapar (gutta ve hiperürisemilerde). Teşhis, taşın radyografide saptanması sayesinde konur. Taşlar kımıldayıp yer değiştirir ve bu yer değiştirmeler böbrek koliklerine neden olur. Taş, işeme sırasında idrarla dışarı atılabilir; ama üretrayı tıkayarak böbrek boşluklarının genişlemesine de yol açabilir. O zaman tıkayıcı taşın mutlaka çıkartılması gerekir. Taşlar büyükse ve havuzcukta bulunuyorsa ültrason dalgalarıyla parçalanması, parçaların idrar yollarıyla dışarı atılmasına imkan sağlar.
Prostat adenomu prostatın iyicil büyümesidir; 60 yaşından sonra sık görülür ve hem ameliyatla kesilip çıkarılarak, hem üretradan girilip endoskopi altında yontularak tedavi edilebilir. İdrar yolları kanserleri erişkinlerde sık görülür. Böbrek kanseri, cerrahi müdahale ve radyoterapiden sonra
küçük çocukta zararsız hale gelir. Erişkin insanda ve özellikle tütün tiryakisi erkeklerde mesane kanserine sık rastlanır. Prostat kanseri 50 yaşını aşkın erkeklerde görülür. Tedavisi hormonlar, ameliyat ve ışın tedavisidir. Boşaltım sisteminde şekil bozuklukları nadir değildir. Dölütte ültrasonografiyle konan erken teşhis, çocuk doğar doğmaz ameliyatla tedavi imkanı sağlar. Doğuştan tek böbrek, fazladan veya bölünmüş böbrek, bir böbrek (at nalı böbrek) gibi nispeten iyicil şekil bozuklukları da görülebilir. İki taraflı çokkistli böbrek hastalığı ilerleyici bir böbrek teresizliği nedenidir. Üreterler çift veya çatallı olabilirler. Böbrek leğeni ile üreterlerdeki işlev bozuklukları hidronefroza yol açar. Çeşitli travmalar böbreklerin parçalanmasına ve damarların tıkanmasına neden olur.
İKAME TEDAVİLERİ:
Böbrek işlevlerinin gerilemesi veya durması kanda azot artıklarının toplanmasına (tanıkları üre ve kreatindir), su dengesinin bozulmasına, kanda ve iç ortamda elektrolit dengelerinin değişimine ve damar bozukluklarına neden olur. Bu yetersizlikler, böbrekte kan dolaşımı anomalilerine (örn.
Kalp yetmezliği), böbrek dokusu hastalıklarına (nefritler) veya idrarın boşaltım yolları üzerindeki bir engele bağlıdır. Kalp yetmezliklerinde kan dolaşımının zayıflaması yumakçıklardaki süzmenin ve kan hacminin azalmasına yol açar. Kalp güçlendiricilerle idrar söktürücüler kan dolaşımını iyileştirir, engellerin cerrahi yolla kaldırılması idrar boşaltımını yeniden sağlar. Akut ve kronik nefritler uzun zaman geçici yolla kaldırılması idrar boşaltımını iyileştirir, engellerin cerrahi yolla kaldırılması idrar boşaltımını yeniden sağlar. Akut ve kronik nefritler uzun zaman geçici önlemlerle tedavi edilmiştir. Rejim, idrar söktürücü kürler, ürenin yükselmesini geciktirse bile, eskiden hastalık çoğunlukla genç erişkinlerde birkaç yılda ölümle sonuçlanırdı.
Akut böbrek yetersizliklerinde hastanın kanını değiştirmekle ilk adım atılmış oldu. Böbrek yumakçıklarının zarları yerine süzme yüzeyi olarak karınzarı kullanılmasıyla 1947’de karınzarı diyalizi gerçekleşti. Nefron fizyolojisi hakkında elde edilen bilgiler bunun bir modelini yapma olanağını saplamıştır. Kirli kanı, suni böbrek denilen bir süzme sisteminden geçirme ilkesine dayanan akut anürilerde ikame aygıtı olarak kullanılmaya başlamıştır. Kronik böbrek yetersizliklerinde suni böbreğin kullanılması 1957’de başlamıştır. Arındırma işlemi haftada iki- üç defa olmak üzere 1 ila 4 saatlik seanslarla sürmektedir. Eskiden kısa sürede ölen bu durumdaki hastaların yaşamı günümüzde uzatılabilmektedir. Bazı vakalarda böbrek nakli de kurtarıcı olmaktadır. Uygun vericilerden veya bir kadavradan alınan böbreklerle yapılan nakillerde ret olayları artık daha iyi kontrol edilebilmektedir.
Boşaltım organlarının sağlığını korumak için;
-Yeterli oranda su vb. sıvılar alınmalı, alınan sıvı miktarı, sıcak ve kuru havalarda artırılmalı
-Boğaz ve kulak enfeksiyonları ihmal edilmeyip, tamamen düzelinceye kadar tedavi olmalı. Özellikle boğazda beta mikrobu olduğunda çok düzenli tedavi uygulanmalı.
-Bel soğukluğu AIDS gibi cinsel ve kan yoluyla bulaşacak hastalıklar için zamanında önlem alınmalıdır
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |