|
Çevrebilimciler çevreyi canlı, cansız bütün doğal varlıkların ve doğadaki insan yapısı öğelerin bütünü olarak tanımlarlar. Bu çevre, çeşitli insan etkinlikleri sonucunda oluşan atıklar, duman, zehirli kimyasal maddeler ve öbür zararlı maddelerle sürekli kirlenmektedir. Toprak, su ve hava kirliliğinin yanı sıra gürültü ve radyoaktiflik gibi daha yeni öğeleri de kapsayan çevre kirliliği günümüzde tüm dünyada önemli bir sorun haline gelmiştir. Özellikle büyük kentlerde ve sanayi bölgelerinde insan sağlığını tehdit eden ciddi boyutlara ulaşan ve 1970`lerden başlayarak geniş kitlelerin ilgisini çeken çevre kirliliği aslında yeni bir sorun değildir. Yeni olan, bu kirliliğin tüm dünyada ulaştığı ciddi boyutlar ve insanların bu tehlikenin bilincine varmaya başlamalarıdır. Ortaçağda özellikle kentler çok pisti, su kaynakları kirliydi ve salgın hastalıklar hızla yayılırdı. Kentlerin koşulları zamanla iyileştirildi, ama Sanayi Devrimi`nden bu yana hızla büyüyen sanayi üretiminin ortaya çıkardığı atıklar çevre kirliliğine yeni boyutlar getirdi. Artan ve belirli kentsel alanlarda yoğunlaşan nüfusun çeşitli etkinlikleri sonunda ortaya çıkan atıkların yok edilmesi gittikçe daha karmaşık bir soruna dönüştü. Artan enerji gereksinimini karşılamak için kullanılan yakıtların dumanı havayı, akarsu ve denizlere boşaltılan atıklar suları kirletti. Kısa sürede çürüyüp ayrışarak doğaya karışan organik atıklara, uzun yıllar bozulmadan kalan plastik, metal, cam gibi sanayi atıkları eklendi. Çöplükler geniş alanlara yayıldı. Zehirli kimyasal ve radyoaktif maddelerden oluşan atıklar bütün canlı varlıklar için tehlike oluşturmaya başladı. Kirliliğin en yoğun olduğu yerlerde insanlar ve hayvanlar ölmeye başladı, bitkiler kurudu. Doğadaki dengelerin bozulması yaşamı tehdit etmeye başlayınca, daha çok sayıda insan çevre kirliliğinin tehlikesini gördü ve bunun önlenmesini istemeye başladı. Çevre kirliliğini önlemenin yolları aranıp bulundu. Ama, kirliliği önleyecek bütün önlemler ek harcamalar gerektirdiği ve sanayi üretimini daha pahalı hale getirdiği için bunların her zaman istekle uygulandığı söylenemez. Çevre kirliliğini azaltmak için en iyi çözüm atıkların sanayinin hammadde gereksinimini karşılamakta kullanılmasıdır. Örneğin, kullanılmış şişe ve camlar, metal, kağıt ve plastik atıklar bu maddelerin yeniden üretiminde hammadde olarak kullanılabilir. Öte yandan, denizlere boşaltılan atıklar önceden arıtılarak zararlı maddelerden temizlenmeli, radyoaktif ve zehirli kimyasal atıklar özel koruyucular içinde yer altına gömülmelidir. ABD`deki Love Canal olayı bu tür atıkların tehlikelerini açıkça ortaya koymuştur. New York eyaletinde, Niagara Çağlayanı yakınında plastik ve kimyasal maddeler üreten bir fabrika, 1940`lardan başlayarak atıklarını fabrika yakınındaki eski bir su kanalına boşaltmış, daha sonra doldurulan ve üzeri killi toprakla kapatılan kanalın üstünde okullar, evler yapılmıştı. Ancak 1971`de, zehirli kimyasal atıkların killi topraktan sızdığı ve bölgenin, bazıları kansere neden olan kimyasal maddelerle kirlendiği belirlendi. Sonunda Love Canal yöresi felaket bölgesi ilan edilerek boşaltıldı. Sızıntıyı önlemek ve kirlenmenin zararlarını gidermek için 20 milyon dolardan fazla para harcandı. ÇEVRE KİRLENMESİNİN BAŞLICA ETKENLERİ Sanayi kuruluşlarından, evlerdeki ısıtma düzeneklerinden, motorlu araçlardan kaynaklanan kirletici maddeler genellikle gaz halde maddeler ve organik maddeler içerirler. GAZ HALDE MADDELER: Karbon türevleri (karbon monoksit ve karbon dioksit; karbon dioksit hacim olarak binde 0,3`ü geçerse, çevre kirliliğine yol açar); indirgenmiş halde kükürt türevleri (hidrojen sülfür); yükseltgenmiş halde kükürt türevleri (kükürt dioksit ve kükürt trioksit); uçucu hidrokarbonlar; merkaptan gibi kötü kokulu maddeler; klorlu, azotlu, florlu bileşikler; vb. KATI MADDELER: İri tozlar (kömür tozu); daha ince tozlar (metal ya da mineral) ve çok ince tanecikler; kurum, katran, bütünüyle yükseltgenmemiş hidrokarbonlar. ORGANİK MADDELER: Mikroorganizmalar (özellikle bakteriler). Ayrıca, radyoaktif maddeler de çevre kirlenmesinde önemli rol oynarlar. Çevre kirlenmesinde, doğaya sıvı ya da gaz halinde kimyasal maddeleri boşaltan sanayi başlıca etmendir. Kağıt hamuru fabrikalarından, dokuma sanayisinden vb. kaynaklanan serbest klor; gaz ve kok üretiminden, çeşitli kimya sanayilerinden kaynaklanan amonyak; alüminyum sanayisinde gaz yıkamadan, cam oymacılığından, nükleer reaktörlerin işlenmesinden kaynaklanan florürler; havagazı üretiminden, bazı metal yüzeylerinin işlenmesi ve temizlenmesinden kaynaklanan siyanürler; dokumaların boyanmasında, viskozlu suni ipek üretiminde, deri sepilenmesi ve havagazı üretiminde açığa çıkan sülfürler; kağıt üretmek için odunun işlenmesinden kaynaklanan sülfitler; yün kaynatma, pamuğun merserizeleştirilmesi, vb. sonucu oluşan alkaliler; metal yüzeylerin işlenmesinden, alüminyumun anot haline getirilmesinden, sepileştirmeden kaynaklanan krom; boya üretiminden kaynaklanan kurşun; galvaniz maden, viskozlu suni ipek ve kauçuk yapımından kaynaklanan çinko; metal yüzeylerinin işlenmesinden kaynaklanan nikel, kadmiyum, bakır; ayrıca, çeşitli kimya tesislerinden bira ve dokuma fabrikalarından, D.D.T. üretiminden kaynaklanan birçok asit. ÇÖP SORUNU Büyük bir kentten bir günde toplanan çöpler dağ gibi bir yığın oluşturur. Hastalık taşıyan sinek, böcek ve farelerin üremesi için elverişli bir ortam oluşturan bu çöplerin kısa sürede ortadan kaldırılması insan ve çevre sağlığı açısından zorunludur. Üstelik bu çöplerin artık eskisi gibi yalnızca organik atıklardan oluşmaması sorunun boyutlarını gittikçe genişletmektedir. Yenen sebze ve meyvelerin kabukları, eti için kesilen hayvanların postları, boynuzları, kemikleri, bağırsakları ya da çöpe atılan ekmek parçaları ile yemek artıkları zamanla bileşenlerine ayrılarak doğaya karışabilen atıklardır. Oysa doğada uzun yıllar hiç bozulmadan kalabilen metal, cam ve plastik eşyalar çevre kirliliği yaratan etkenlerin başında gelir. Sokak ve caddelerde biriken çöpler yalnız kentleri çirkinleştirmekle kalmaz, insan sağlığını tehdit eden birçok tehlikeyi de beraberinde getirir. Örneğin sokağa atılan şişe kırıkları ya da paslanmış metal parçaları tehlikeli kesikler açabilir. Ayrıca çöplerdeki sebzeler ve hayvansal atıklar çok çabuk çürüdüğünden hem çevreye pis koku yayar, hem de farelerin ve sineklerin üremesini kolaylaştırarak hastalıkların yayılmasında etkili olur. Bu yüzden, çevreyi temiz tutmak ve sağlığı korumak amacıyla çöplerin toplanmasını ve yok edilmesini birçok ülkede belediyeler üstlenmiştir. Çöp toplama hizmetinin sıklığı belediye bütçesinden bu işe ayrılan paraya, çöp kamyonları ile temizlik işçilerinin sayısına ve iklime bağlıdır. Çöplerin daha çabuk çürüyüp kokuştuğu sıcak ve nemli iklim kuşağındaki ülkelerde çöplerin daha sık toplanması gerekir. Modern çöp kamyonlarında, çöpleri parçalayıp sıkıştırarak her kamyonun daha çok çöp toplamasını sağlayan sıkıştırma düzenekleri vardır. Evlerdeki çöpleri kanalizasyon sistemine bağlı çöp öğütme makineleriyle yok etmek daha da sağlıklı bir yöntemdir. Bu düzeneğin bulunduğu evlerde çöpler hiç biriktirilmeden mutfak lavabolarına dökülür ve küçük bir elektrik motoruyla çalışan öğütücüde öğütülür. Böylece ince toz haline gelen çöpler suyla birlikte kanalizasyon borularına akar. Yalnız metal ve plastik atıklar bu makinelerde öğütülemediği gibi çok iri kemikler de sorun yaratabilir. Toplanan çöpler eskiden denize dökülürdü. Ancak denizlerin kirlenmesinin sonuçları ortaya çıkınca birçok ülkede denize çöp dökülmesi yasaklandı. Bugün en çok gömme ve yakma yöntemleri kullanılmaktadır. Çöplerin kullanılmayan taş ocaklarına ve benzeri çukurlara gömülmesini içeren gömme yönteminde çöp katmanlar halinde yayıldıktan sonra üstü toprakla kapatılır. Daha sonra toprak yüzeyi düzenlenerek buraları park ve yeşil alan olarak değerlendirilebilir. Yakma yönteminde ise çöpler yakılarak bir enerji kaynağı olarak değerlendirilir. Eski Mısır`da yüzyıllar boyunca Kahire`deki hamamların yakılan çöplerden sağlanan ısıyla ısıtıldığı bilinir. Günümüzde özel fırınlarda yakılan çöpler önce manyetik ayıklayıcıdan geçirilerek içindeki metal parçaları ayrılır. Çöp yakma fırınlarının hava kirliliğine neden olmaması için bacalarına filtre takılır. SU KİRLİLİĞİ Her yıl milyonlarca ton çöpün döküldüğü denizler zamanla birer çöplüğe dönüşmüş, kuşkusuz bunun en büyük zararını deniz ve okyanuslardaki canlılar görmüştü. Çok miktarda pislik arıtılmadan kanalizasyonlardan deniz, göl ve ırmaklara akıtıldığı zaman su bu kadar çok pisliği arıtamaz. Sudaki tüm oksijen tükendiği için, balıklar ve atıkları ayrıştırarak zararsız maddelere dönüştüren bakteriler ölür. Sularda yalnızca oksijensiz yaşayabilen, hastalık yapıcı bakteriler kalır. Özellikle sanayi bölgelerine yakın olan Akdeniz ve Japon Denizi ile Kuzey Amerika’daki Büyük Göller`de görülen kirlilik bütün okyanusları etkilemektedir. 1950`lerde Japonya`da görülen Minimata hastalığının denize dökülen cıvalı atıklardan etkilenen ton balığının yenmesinden kaynaklandığı belirlenmiştir. Fabrikaların denize döktüğü kimyasal atıkların içindeki cıva önce küçük deniz canlılarının, sonra bunları yiyen daha büyük balıkların vücudunda birikiyor ve en sonunda o balıkları yiyen insanlara zarar verecek düzeye ulaşıyordu. 1986`da Kuzey Denizi`nde yapılan bir araştırmada, incelenen yassı balıkların beşte ikisinden fazlasında kanser hastalığına benzer belirtiler bulunmuştur. Kuşkusuz, kirlenme yalnızca insan sağlığını değil öteki canlıları da etkilemektedir. SULARIN KİRLENMESİ Yüzey sularının hayvansal yada bitkisel artıklarla kirlenmesi doğal bir olaydır: Bu artıklar, çok büyük miktarlarda olmadıkları sürece, mikroorganizmalardan üst yapılı organizmalara kadar çeşitli hayvan topluluklarının yaşam ve işlevlerinin etkisiyle yok edilirler. Söz konusu doğal, kendiliğinden arınma, göl ve ırmakların hızla temizlenmesini sağlar. Ama teknik uygarlığı ve kent yoğunluğunun gelişmesi, yeraltı su örtülerine kadar erişebilen ve günden güne artan bir su kirliliğine yol açmıştır. Bu kirlenme, sanayi ve kent kökenli çeşitli maddelerden kaynaklanır. Doğal ortama sızan zararlı maddeler, aylar hatta yıllar boyunca doğal bozundurma etmenlerine (yükseltgenme, hidroliz, fotokimyasal ya da biyokimyasal parçalanma) direnç gösterebilirler. Yukarda da belirtildiği gibi, okyanuslar da çevre kirlenmesinin etkisinde kalır ve bu kirlilik, denizden çok miktarda bulunan besin kaynaklarını olumsuz yönde etkiler. Kullanım artığı pis suların dökülmesi, gölleri yavaş yavaş bataklığa dönüştüren, balıkçılığa ve su sporlarına büyük zararlar veren oksijen dengesizliğini hızlandırır. Haliçlerde, tatlı suda çözünen minerallerin deniz ortamında birikmesi su bitkileri üstünde ışılbireşimi engelleyen bir çökeltiye yol açar. ISIL KİRLENME, büyük miktarda soğutma suyunun atılmasından ötürü su sıcaklığının artmasıdır ve balıklara büyük zarar verir. KİMYASAL KİRLENME`nin kaynakları çeşitlidir: Hidrokarbonlar ve petrol ürünleri; deterjanlar; fenollar; organoklorlu ya da organofosforlu ot ya da böcek öldürücüler; siyanürler; fosfatlar; nitratlar; amonyak tuzları; metal iyonları (titan, çinko, baryum, magnezyum, kadmiyum, vanadyum, krom, cıva, kurşun); zehirli elementler (arsenik, bor, selenyum); boyar maddeler; yağlar; nitrolu bileşikler; sülfitler; piridin ve organik bazlar; vb. Bunlar, çeşitli sanayi artıklarından, evlerde kullanılan sulardan, tarım topraklarının sulanmasından ve deniz ya da akarsuların taşıdığı maddelerden kaynaklanır. TOPRAK KİRLİLİĞİ Toprak, suların temizliğini, bitkilerin sağlığını güvence altına alan etkin bir filtredir; ama aynı zamanda, sayısız biyokimyasal ve jeokimyasal tepkimenin gerçekleştiği bir ortamdır. Böyle bir işlevsel etkinlik, ancak bileşenleri (mineral ve organik maddeler, su, gazlar, canlı organizmalar) dengede kaldığı sürece gerçekleşir. Böylece, tarımda kullanılan nitratlar, bitkilerin özümleyebileceğinden daha yüksek miktarlara erişirse, yeraltı sularına karışarak kirlenmeye neden olur. Bazı kimyasal ürünler bitkilerin ve mikroorganizmaların gelişmesini bozar. 1976 yılında, İtalya`da, (Saveso`da) yaşanan felakette, yayılan dioksin, bir karma bitki zehirliliği etkisi göstermiştir: dioksin, proteinler üzerine bağlanarak bunların etkilerini durdurur ve hücre çekirdeğine kadar göç ederek, burada kromozomun DNA`sıyla tepkimeye girer. Böylece de enzimlerin biyosentezini bozar. Bitkiler, ihtiyaçları olmadığı halde bazen, kimyasal maddeleri soğurur ve özümler; ama hayvan ve insan beslenmesinde kullanıldığında bu maddeler son derece zehirli olabilir. Böylece, kadmiyum ve ağır metaller, miktarları belirli sınırları geçince tehlikeli olur; çünkü, enzimlerle kararlı kompleksler oluşturarak, bunların etkinliklerini durdurabilir veya hücre zarı üzerine bağlanarak, bunların geçirgenliğini bozar. Kimyasal bileşiklerin bitkilerce özümlenmesi, yalnız bu bileşiklerin derişimlerine değil, ayrıca toprağın çözünürleşme ve soğurma gibi olaylara bağlı diğer özelliklerine, mesela pH’sına da bağlıdır. TOPRAKLARIN KİRLENMESİ Doğrudan ya da zehirli maddelerin sızması yoluyla toprak kirlenmesi, çeşitli biçimlerde olabilir. Çoğunlukla, sanayi artıklarının atılmasından ötürü kirlenen suların yol açtığı kirlilik söz konusudur. Bununla birlikte, ekilebilir toprakların başlıca kirlenme nedeni, özellikle kimyasal gübrelerin ve bitki hastalıklarını önleyici ilaçların düzensizce kullanılmasıdır. Kuşkusuz, yoğun tarım, kimyasal gübrenin desteğini gerektirir ve özellikle besin maddesi sıkıntısı çeken azgelişmiş ülkelerde kimyasal gübrelerin yayarlılığı tartışma götürmez. Ancak, bitki için gereken maddelerin, özellikle de azotun katılması son derece dikkatli biçimde yapılmalıdır. Sözgelimi, nitratın insan organizmasına pek zararı yoktur ama, barsaklardaki bazı bakterilerin etkisiyle nitrite dönüşebilir (nitrit zararlı bir maddedir; çünkü, kanın hemoglobiniyle birleşerek onu metamoglobine dönüştürür; dolayısıyla gerekli oksijenleme süreçlerini engeller). HAVA KİRLİLİĞİ Fabrika bacalarından çıkan duman ve motorlu taşıtlardan çıkan egzoz gazları hava kirliliğinin temel etkenleridir. Havaya karışan kükürt dioksit gibi kimyasal maddeler havadaki nemle birleşerek asitlere dönüşür. Havadaki asit taş ve tuğlaları aşındırarak yapılara zarar verir. Egzoz gazlarıyla havaya karışan karbon monoksit ve hidrokarbonlar da insan sağlığına zararlıdır. Güçlü güneş enerjisinin etkisiyle havadaki yoğun duman içinde oluşan kimyasal tepkimeler de boğucu bir sise yol açar. Özellikle astımı ve akciğer hastalıkları olanlara çok zararlı olan bu sis, ağaçları ve öteki bitkileri de zehirleyebilir. Londra, Los Angeles ve Tokyo gibi kentlerde hava kirliliğine bağlı sis büyük ölçüde denetim altına alınmıştır. Ama azgelişmiş ülkelerdeki Kalküta ve Meksiko gibi kentlerde hava kirliliği gittikçe artmaktadır. Kömür, petrol gibi yakıtların dumanındaki kükürt dioksidin havadaki su buharı ile birleşerek oluşturduğu sülfirik asit, asit yağmuru olarak yeryüzüne iner. Hava akımlarıyla sürüklenen duman yüzlerce kilometre uzakta bile asit yağmuruna yol açabilir. Asit yağmuru suların asitlik derecesini artırarak canlılara zarar verir. Hava kirlenmesinin bir başka tehlikeli sonucu atmosferin yüksek katmanlarında bir karbon dioksit tabakasının oluşmasıdır. Kömür, odun, mazot gibi yakıtların yanmasıyla açığa çıkan karbon dioksitin oluşturduğu bu tabaka, yeryüzünden yansıyan güneş ışınlarını engelleyerek atmosferin ısınmasına yol açar. Sera etkisi denen bu olgu Dünya’nın sıcaklığının artmasına neden olmaktadır. Eğer enerji üretimi için odun, kömür ve petrol ürünlerinin yakılması bugünkü düzeyde sürerse, 50 yıl içinde dünyamızdaki ortalama sıcaklığın 3-5 ºC yükseleceği sanılmaktadır. Bunun sonucunda iklim özellikleri değişecek, bazı bölgeler çoraklaşacak, kutuplardaki buzlar eriyerek deniz üyesi 5 metre kadar yükselecek, birçok liman ve Hollanda, Bengal gibi çok geniş alçak alanlar sularla kaplanacaktır. Hava kirliliğinin bir başka etkeni de aerosollerde ve soğutucularda kullanılan bazı gazların havaya karışmasıdır. Eğer gerekli önlemler alınmazsa, Dünya`da tüm canlılar Güneş`ten gelen morötesi ışınların zararlı etkileri karşısında korumasız kalabilir. HAVA KİRLENMESİ 1968 yılında A.B.D`nde gerçekleştirilen bir soruşturma, bir yıl süresince kullanılan çeşitli taşıt araçlarının atmosfere 90,5 milyon ton kirlenme etmeni yolladığını ortaya koymuştur. Bu miktar şöyle dağılmaktadır: 63,8 milyon ton karbon monoksit, 16,6 milyon ton hidrokarbon, 8,1 milyon ton azot oksit, 1,2 milyon ton çeşitli tanecik, 0,8 milyon ton kükürt oksit. Aynı süre içinde, evlerin ısıtma düzeneklerinin yol açtığı kirlilik dağılımıysa şöyledir: 24,4 milyon ton kükürt oksit, 10 milyon ton azot oksit, 8,9 milyon ton çeşitli tanecik, 1,9 milyon ton karbon monoksit, 0,7 milyon ton hidrokarbon. Sanayi tesisleri de, 9,7 milyon ton karbon monoksit, 7,5 milyon ton çeşitli tanecik, 7,3 milyon ton kükürt oksit, 4,6 milyon ton hidrokarbon ve 0,2 milyon ton azot oksit üretmişlerdir. Bunların dışındaki çeşitli kaynakların ürettiği kirletici etmenlerin dağılımı da şöyledir: 16,9 milyon ton karbon monoksit, 9,6 milyon ton çeşitli tanecik, 8,5 milyon ton hidrokrbon, 1,7 milyon ton azot oksit, 0,6 milyon ton kükürt oksit. Bu doğrudan atmosfer kirliliğine, katı artıkların işlenmesinden kaynaklanan çevre kirlenmesini de eklemek gerekir: 7,8 milyon ton karbon monoksit, 1,6 milyon ton hidrokarbon, 1,1 milyon ton çeşitli tanecik, 0,6 milyon ton çeşitli azot oksit, 0,1 milyon ton çeşitli kükürt oksit. Söz konusu verilere göre, A.B.D`nde çevre kirliliğine neden olan kirleticilerin miktarı, bir yılda toplam 200 milyon tonu bulmaktadır. Dünyada çevre kirlenmesi en fazla olan ülkelerin en başında, A.B.D. gelmektedir; ama A.B.D`ndeki nüfus yoğunluğu (km2`ye 20 kişi), Avrupa`daki nüfus yoğunluğuna (ortalama olarak km2`ye 50 kişiden çok; Hollanda`da 300 kişi) oranla daha düşüktür. Bununla birlikte, dünyanın havası en kirli kenti, A.B.D`ndedir: 1943 yılından bu yana, sislerin yoğunluğundan ötürü yeni bir Londra halini almış olan Los Angeles. Türkiye`de de hava kirliliği özellikle son yıllarda büyük kentlerde önemli bir sorun haline gelmiş, 1993 Ocak ayında İstanbul`da hava kirliliği tehlike sınırının üstüne çıkmıştır. KİMYASAL KİRLİLİK Tarımda kullanılan gübreler ve böcek öldürücü ilaçlar da çevre kirliliğine neden olur. Gübrelerdeki kimyasal maddeler topraktan akarsulara karışarak su kaynaklarında ve denizlerde toplanır. Bunlar yosunların hızla büyüyerek sudaki tüm oksijeni kullanmasına yol açar ve sonuç olarak sudaki yaşam sona erer. Zararlı böcekleri öldürmek için kullanılan zehirli ilaçlar yararlı canlıları da öldürmekte, bu tür ilaçların kullanıldığı tarlalardaki ürünleri yiyen hayvanlar da zehirlenmektedir. Bu konuda çok bilinen bir örnek DDT ile zehirlenme olayıdır. Böcek öldürmede kullanılan bu zehirli kimyasal bileşik doğada kolayca yok olmaz. Sulara karışarak önce küçük su canlılarının, sonra onları yiyen balıkların vücuduna geçer. Beslenme zinciri boyunca ilerledikçe DDT balıkların vücudunda, yoğunluğu artarak birikir. Böyle balıkları yiyen insanlar tehlikeli miktarda DDT almış olurlar. Bunun sonucunda kanser ve sakat bebek doğumları gibi olaylar ortaya çıkabilir. Pek çok gelişmiş ülkede DDT kullanımı yasaklanmıştır. Ama zararının pek iyi bilinmediği azgelişmiş ülkelere satmak için gelişmiş ülkeler DDT üretimini sürdürmektedir. Çevremizi kirleten çok çeşitli kimyasal maddeler vardır. Bunlar arasında dioksin, dieldrin ve öteki tarım ilaçları, hidrolik yağ ve plastik yapımından kullanılan poliklorodifenil (PCB) sayılabilir. Kadmiyum, kobalt, çinko, kurşun, nikel, civa da aynı biçimde canlıların vücudunda birikerek insan ve hayvan sağlığını olumsuz etkileyebilir. RADYOAKTİF KİRLENME Radyoaktif kirlenme, termonükleer bombaların patlatılmasından ve nükleer sanayi artıklarından kaynaklanır. Nükleer sanayi artıklarıyla suya karışabilen en zararlı yapay radyomentler, devirleri (ya da "yaşam süreleri") en uzun olanlardır: Stronsiyum 90 (28 yıl); kobalt 60 (5 yıl); demir (32 ay); manganez 54 (291 gün); zirkonyum (95 gün); krom 51 (28 gün). Irmaklarda küçük karbonat, hidroksit, alüminyum silikat, hümüslü koloyit çökeltilerinin varlığı ya da oluşması, radyoaktif elementlerin soğurulmasına böylece su evresinde bütünüyle ya da hiç değilse belirli bir ölçüde yok olumuna yol açabilir. Bununla birlikte, tehlike tam anlamıyla ortadan kalkmış sayılmaz; çünkü bazı akarsu tortuları, yapı gereci olarak ve toprak verimini artırmada kullanılır. Deterjan, vb. sanayi artıklarının dökülmesi, akarsulardaki radyoelementlerin durumunu büyük ölçüde değiştirebilir. Akarsu ağızlarında, suyun tuzluluğunun yapısı ve derişimi çok değişik ve radyoelementlerin tortular tarafından soğurulması, bundan büyük ölçüde etkilenebilir. Akarsu yatağının dibinde gerçekleşen mayalanmalarla oluşan yalın organik bileşikle çözeltideki radyoaktif katyonları birleşebilirler. Deniz dibi bitki örtüsü ve hayvan topluluğu, radyoelementlerin fiziksel kimyasal dönüşümünde ve hareketinde ya da bağlanmasında önemli etmenlerdir. İnsanın besin kaynakları arasında yer alan yumuşakçalar, kabuklular, su yosunları, balıklar gibi su yaratıklarının bazı organlarında, zaman zaman radyoelementler birikir. Radyoelementlerin biyolojik alıkonma süresi, türlerin çevrebilimsel aktarılma sayısına ve her evrenin süresine bağımlıdır. Dolayısıyla burada söz konusu olan biyosferin, özellikle de, insanoğlunun besin zincirinin kirlenmesidir. SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ Çevre kirliliği tüm dünyanın karşı karşıya olduğu, acil çözüm gerektiren bir sorundur. Çok sayıda insan bu konuyla uğraşmakla birlikte, birçok hükümetin ve büyük şirketlerin bu konuda yeterli duyarlığı gösterdiği söylenemez. Çünkü kirliliğe karşı önerilen önlemlerin maliyeti genellikle yüksektir ve şirketlerin karlarını azaltır. Birçok kişi de kirliliğe karşı önlem alınmasını ister, ama bunun için yaşam biçimini ve alışkanlıklarını değiştirmeye yanaşmaz. Çevre kirliliği geç kalınmadan denetim altına alınmalı ve kirliliğin azaltılmasına çalışılmalıdır. Ama başarılı sonuçlar alabilmek için, sanayicilerin bundan doğacak maliyet artışını göze alması ve insanların yaşam biçimlerini değiştirmesi gerekir. Örneğin, elektrik santrallarının bacalarına filtre konularak zararlı dumanlar süzülüp asit yağmuru azaltılabilir, ama bu uygulama elektriğin fiyatını yükseltecektir. Öte yandan insanların özel otomobil kullanma alışkanlıklarından vazgeçmeleri de çevre kirliliğinin önlenmesine önemli katkıda bulunacaktır. Günümüzde kirliliğe neden olan pek çok madde vardır. Bilim adamları bunları kullanmaktan kaçınmak ya da zararlarını ortadan kaldırmak için yeni yollar bularak, insanın altüst ettiği doğal dengeyi yeniden kurmaya çalışmaktadırlar. Çevre kirliliğinin önlenmesi için uluslararası alanda çalışmalar yürütülmektedir. 1972`de Stockholm`de toplanan Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı`na 130`dan çok ülkeden temsilciler katılarak çevre sorunlarını ve bu konuda alınması gerekli önlemleri görüştüler. Konuya ilgiyi canlı tutmak için konferansın toplandığı 5 Haziran günü her yıl Dünya Çevre Günü olarak kutlanmaktadır. Birçok ülkede çevre kirliliğini önlemek amacıyla yasal düzenlemelere gidilmiştir. Türkiye`de bu konu ilk kez 1971 tarihli Su Ürünleri Kanunu`nda açıkça ele alındı. 1982 Anayasası`nın 56. maddesinde ise "çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların görevidir" hükmü yer alıyordu. 1983`te çıkarılan Çevre Kanunu ile çevrenin korunmasına ve kirliliğin önlenmesine ilişkin ayrıntılı önlem ve düzenlemeler getirildi.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|