Ceyhan`ın kuruluşu eski olmamakla beraber, Ortaçağ`da Misis`in gelişmesi Ceyhan`ın aleyhine olmuştur. 1097`de Haçlıların işgaline uğrayan Ceyhan, daha sonra sırasıyla Küçük Ermenistan Krallığı, Mısır Kölemenleri, Dulkadirli Beyliği ve Osmanlı egemenliğini yaşamıştır. Osmanlı idaresinde Ceyhan, "Yarbisi" "Yarsuvat" adlarını almıştır. Ceyhan, 1866`da Halep ve Adana vilayetleriyle Kozan, Kahramanmaraş ve Şanlıurfa sancaklarının birleşmesi ile yeniden oluşturulan Halep vilayetine bağlanmıştır. Ceyhan`da vakıf anıt ve eski eser olarak iki cami ve bir türbe vardır. Geniş bir meydan ortasında bulunan Ulu Cami, aynı zamanda Abdulkadir Ağa Cami ismiyle de tanınmaktadır. 1295 Hicri (1868) tarihinde muhacir Nogaylardan Abdulkadir Ağa tarafından yaptırılmış olan Ulu Cami, önce üç sıra halinde kıble duvarına paralel beşerden, on beş kubbeli tuğla bir yapı iken, 1946 yılında bu caminin ihtiyaca yetmemesi sonunda kıble yönünde genişletilerek iki sıra kubbe ilavesi ile yirmi beş kubbeli hale getirilmiştir. Sütunları birleştiren yuvarlak kemerler renkli taş şeklinde boyanarak cami içine değişik bir görünüş kazandırmıştır. Eserin 100 yıla yakın bir geçmişi vardır. Durhasan Dede Türbesi, kare planlı küçük kargir bir bina olup, Abidin Efendi tarafından tamir ettirilmiştir. Durhasan Dedenin bir adı da "Yanyatır" dır. Bu kolu oluşturan tahtacıların piri olup, türbe bütün Alevilerin ziyaret ettiği bir yerdir. Adana Müze Kütüphanesinde Durhasan Dede hakkında hicri 1129 Miladi (1717) ve Hicri 1132 Miladi (1720) tarihli iki belge olduğuna göre bu türbenin XVIII. yy. ilk çeyreğinde yapıldığı söylenebilir. Muradiye mahallesindeki, Muradiye Camiinin, cami ve minare üzerindeki kitabelerden Hicri 1328-1335 (1912-1919) yılları arasında mahalle halkı tarafından yaptırıldığı okunmaktadır. Çukurova`nın Tepebağ`dan sonraki en büyük Höyüğü Ceyhan sınırları içindedir. Yılan kalenin güneybatısında kalan Sirkeli höyüğünde yapılan araştırmalarda buranın Hititler devrine kadar giden eski bir yerleşim merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Höyüğün kuzey ucunda ve Ceyhan nehri kıyısında büyükçe bir kaya üzerine işlenmiş olarak Hitit Krallarından Muvattali`nin sakallı ve uzun elbiseli rölyefi görülmektedir. Dumlu kalesi, Ceyhan-Kırmıtlı arasında, Ceyhan ırmağının 17 km kuzeybatısındaki Dumlu (Tumlu) köyü yakınlarında 70 m yüksekliğinde bir tepe üzerindedir. Sağlam kalmış kalelerdendir. Kalenin çevresi 800 m`dir. 8 burcu ve doğuya açılan bir tek kapısı vardır. Ovaya bakan doğu köşesinde bir gözetleme kulesi, ayrıca savunma hendekleri ve surlar bulunmaktadır. Kale içinde bazı yapı ve mahzen kalıntısı görülür. Tepenin çevresinde ise kaya mezarları ve barınaklar dikkati çeker. Kurt kulağı Camisi`nin, 8 satırlık kitabesinden 1601 yılında Haydar Ağa adlı bir zengin vatandaşın yaptırdığı anlaşılmaktadır. İki kubbeli bina yontma taşlarla yapılmıştır. Minaresi cümle giriş kapısı üzerindedir. Caminin önünde revaklı bir avlusu vardır. Kurt kulağı Menzil Han`ı 1711 yılında Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ceyhan`ın Kurt kulağı Köyü`nün 1 km kuzeyinde, eski Halep kervan yolu üzerindedir. Mimarı Mehmet Ağa`dır. Eser Selçuklu kervansarayları tipindedir. Giriş kapısı doğuda olup, odaları beşik tonozla örtülüdür. Ceyhan ilçesine bağlı Kurt kulağı Köyü`nün 1 km kadar kuzeyindeki Kazankaya Kalesi`nin de yapım tarihi oldukça eskilere dayanır. Kalede Asur, Pers ve Roma izlerini görmek mümkündür. Çukurova Efsanelerinden Örnekler Anavarza Efsanesi Çukurova`nın kuzeydoğusunda, Savrun suyu`nun Ceyhan ırmağına kavuştuğu yerin yakınında bir kale vardır. Adına "Anvarza Kalesi" derler. Ceyhan`dan Kadirli` ye giderken, Anavarza Kalesi sağda, ovadan bitercesine birden bire yükselir. Kale yalçın bir kaya üzerindedir. Şehir kalenin eteklerine kurulmuştur. Bugün şehir ve kale kalıntısı halen ayakta durmaktadır. Bu tarihi kalıntının güzel bir efsanesi vardır. "Vaktiyle Anavarza yiğit insanların, güzel kızların yaşadığı büyük bir şehirmiş. Kent ve kale dıştan gelecek her tehlikeye karşı koyabilecek durumdaymış. O zamanlarda şehirde yaşayan taş ustaları taştan oymalarla evleri, meydanları süsler, insana şaşkınlık verecek hayranlık uyandıracak eserleri yaratırlarmış. Gündüzleri halk, kentten çıkar, tarlada bayırda işini görür, akşam olduğunda kente geri dönermiş. Kentin dışı derin hendeklerle ve yüksek duvarlarla çevriliymiş. Kentin kapısındaki asma köprüden başka içeri girilebilecek hiçbir yer yokmuş. Halk bu güzel kentte huzur içinde yaşarmış. Akşamları her ev kahkahayla dolarmış, ağıtlar şarkı diye söylenirmiş. Halk mutluymuş, tabi ki kentin kralı da mutluymuş, günler böyle gelir geçermiş. Anavarza Kralı`nın (Aya sen doğma, ben doğayım) diyen dünya güzeli bir kızı varmış. Bu kız akıllımı akıllı, güzel mi güzelmiş. Gel gör ki, günlerden bir gün işte bu kız yüzünden kentin huzuru kaçmış, Kralın o gülen yüzü kararmış, kaşları çatılmış. Bir gün Sis Kralının elçisi, Anavarza Kralına gelmiş - Ulu Sis Kralı adına yüce Anavarza Kralına saygılarımı sunarım, demiş, Kral: - Söyle bakalım ne diler kralın bizden ? deyince de elçi: - Kralım kızınızı oğluna ister. - Yaa, öyle mi ? - Evet yüce kralım. - Ya isteğini kabul etmezsem ? - Ulu Kralım bunu da düşünmüştür. Kızınızı oğluna vermezseniz, Krallığınıza savaş açacağını bildirmekle de görevli bulunuyorum. - Savaş diler demek ? - Hayır ...Ama ... - Sis Kralına söyle, bu işi düşünmemiz gerekir. Anavarza Kralı işte böyle demiş. Dert geldi mi üst üste gelirmiş. Sis Kralı`nın elçisi gidince bu defa Misis Kralı`nın elçisi kapıya dayanmış. Oda kızı Misis Kralı`nın oğluna istemeye gelmiş. Oda aynı istek ve tehditlerde bulunmuş. Anavarza Kralı, çok halim-selim, iyi yürekli bir insanmış. Ne yapacağına karar verememiş, dalmış kara düşüncelere. Durum çok çetin. Kızını bu krallardan hangisinin oğluna verse diğeri yine kendi halkına savaş açacak. Belki de ülkesi elden gidecek. Hiçbirine vermezse bu defa iki ülke halkı ile savaşmak zorunda kalınacak diye düşünüp durmuş. Kız babasının haline çok üzülmüş yüreğinden vurulmuş, babasına : - Olur mu Kral babam. Ben senin kızın değil miyim? Bana derdini niçin açmazsın? diye kahırlanmış. Kral : - Kızım, güvercin topuklu yavrum demiş. Çok haklısın. Bilmem ki ne etsem. Sis Karalı elçi göndermiş, oğluna seni ister. Misis Kralı`da elçi göndermiş. Oda oğluna seni ister. Vermezsem, savaş açılacak, hangisine peki desem yine de olacağı bu. Ne yapmalı bilemedim demiş. Kız gülmüş : - Ondan kolay ne var ? - Şeytan bile çözemez bu düğümü kızım, demiş kral. Kız : - Hayır kral babam ; Bundan kolay bir şey yok. Dersen ki onlara, ben kızımı veririm, veririm ama, bir koşulum var. Anavarza`nın suyu az. Buraya bol suyu ilk önce kim getirirse, onun oğluna veririm kızımı. Onlara böyle söyleyin siz. Gerisine karışmayın. - Bak işte, bunu hiç düşünmemiştim. O zaman savaşsız çözeriz bu işi. - Elbette babacığım. Halkımız rahat, huzur içinde yaşıyor. Onların benim yüzümden acılara katlanmalarını, ölmelerin istemem hiç, demiş. Böylece aradan günler geçmiş her iki kralın elçileri, Anavarza Kralı` nın kararını öğrenmek üzere Anavarza` ya gelmişler. Kral onlara kızının öğrettiğini söylemiş. - Anavarza`ya bol suyu ilk getirenin oğluna kızımı vereceğim. Kararımı krallarınıza böyle iletiniz. Elçiler bu kararı hemen kendi krallarına iletmişler. Bunun üzerine , Sis Kralı yukarıdan, Misis Kralı aşağıdan başlamışlar su yolunu yapmaya, Sis Kralı su yolunun yontma taşlardan, çok güzel, sağlam biçimde yaptırmaya uğraşırmış. Bu yüzden işi gecikirmiş. Misis Kralı da kerpiçten yaparmış su yolunu. Bu yüzden Misis`lilerin su yolu çabuk ilerlemiş. Günler geçmiş, yollar ilerlemiş, sonunda aşağıdan Misis`lilerin su yolu görünmüş. Sis`lilerden bir haber yok. Misis`lilerin su yolunun kente yaklaşmakta olduğunu gören kızı almış bir üzüntü. Meğer içten içe yiğitliğini duyduğu Sis Kralı`nın oğlunu seviyormuş. Ona adamlar göndermiş ve ; İyiye kötüye bakma. Elini çabuk tut demiş. Ama taş yol bu. Peynir değil ki doğrana, çamur değil ki sıvana. Sonunda Misis`lilerin yolu bitmiş. Su gelmiş kentin kapısına dayanmış. Dayanmış dayanmasına ama, kız buna dayanamamış. Kaldırmış kendisini kayalıklardan aşağı atmış. Derler ki, Anavarza o günden sonra bir daha şenlik nedir bilmemiş. Kentin evlerinden neşe dolu kahkahalar yükselmemiş. Adana Ağızları Geniş bir alana ve yoğun bir nüfusa sahip olan ilde tek bir ağzın varlığından söz etmek mümkün değildir. Merkezden hayli uzak ilçelerin ağızlarının farklı özellikler taşıyacağı kesindir. İdari açıdan Adana`ya bağlı bulunan, ancak komşu illere daha yakın olan bu yerleşim merkezlerinin ağızları, komşu il ağızlarından da izler taşımaktadır. İl merkezinde ise durum çok farklıdır. 1935-1950 yılları arasında Adana köylerinden, 1960’tan sonra da Doğu Anadolu, Güney Doğu Anadolu ve Orta Anadolu Bölgelerinden Adana il merkezine göçler sonucunda il merkezi hızla büyümüş, merkeze bağlı yeni mahalleler meydana gelmiştir. Adana`nın sanayi şehri olması ile birlikte il merkezinde meydana gelen bu değişiklikler ağızda da kendisini göstermiş ve böylece il merkezinde farklı farklı ağızlar ortaya çıkmıştır. Radyo ve Televizyonun her eve girmesi, okur-yazar nüfusunun artması ise yerli ağzı hızla standart Türkçe`ye yöneltmiştir. Bugün il merkezindeki yerli ağzı kaybolmaya yüz tutmuştur. Değişik bölgelerden gelerek Adana`ya yerleşenler ise genellikle merkezden uzak hemşehri mahalleleri meydana getirerek bir arada oturmuşlar ve ağız özelliklerini kısmen korumuşlardır. İl merkezine yerleşenler ise yerli ağzın etkisinde kalmışlar, sonuçta da standart Türkçe`ye yönelmişlerdir. Ses Bilgisi Özellikleri Ünlüler e (kapalı e: e ile i arasında ses}: Adana ağızlarında, özellikle Pozantı, Tufan beyli, Feke ağızlarında, yaygın biçimde kullanılmaktadır: gece, ver-geç Adana ağızlarındaki uzun ünlüler genellikle bazı ünsüzlerin yumuşayıp düşmesiyle meydana gelmiştir. düğün > dün Pahalı > palı, balı Zahir > zar Öksür > öşür Akşam > aşam Büyük ünlü (kalınlık-incelik) uyumuna aykırı yabancı kaynaklı kelimeler, ağızlarda genellikle uyuma uyar: cahil > cahal, cal kıymetli > gıymatlı otobüs > otobos gazete > gazata Halit > Halıt Zerdali > zerdeli Ancak, büyük ünlü uyumuna aykırılıklar da söz konusudur. kolay > goley seksen > seksan Küçük ünlü (düzlük-yuvarlaklı) uyumuna aykırı bazı kelimelerin Adana ağızlarında uyuma girdikleri görülür: yağmur > yamır Çamur > çamır karpuz > karpız pamuk > pambık Ünsüzler n (nazal n) ünsüzü Adana ağızlarında varlığını korumaktadır. yen.i ``yeni`` baban. ``baban`` don.uz ``domuz`` ban.a ``bana`` Bugün yazı dilinde g-, d- ünsüzleri ile başlayan ancak eski Türkçe döneminde k-, Ii, t-,` kelimeler Adana ağızlarında eski şekillerini korumaktadır: kölge ``gölge`` köm ``göm`` künde ``günde, hergün`` tolu ``dolu`` Buna karşılık kelime başında sedalılaşma sık görülen bir olaydır : koyun > goyun kuzu > guzu kahve > gahve, gave taş > daş Tuz > duz tatlı > datlı sabah > zabah Kelime sonunda k > h değişimi. Eski Anadolu Türkçe`si döneminde görülen bu ses değişik Adana ağızlarında varlığını devam ettirmektedir : yok / yoh Çok / çoh bak 1 batı içseste ç > ş değişimi: Içli köfte > işli köfte Adana ağızlarınlarında görülen ses olaylarından bazıları ise şunlardır: Başta ünsüz türemesi (protez) elbet > helbet eyvah > heyvah ayva > hayva Yer değiştirme (metatez) Adana ağızlarında sık görülür. kirve > kivre kibrit > girbit memleket > melmeket çömlek > çölmek Meryem > Meyrem ekşi > eşki Başta ünsüz türemesi r ve l ünsüzleriyle başlayan yabancı kaynaklı kelimelerin başına ünlü getirilmesi çok yaygındır Bunun sebebi, Türkçede r ve l ünsüzlerinin kelime başarıda bulunmamasıdır. Rum > Urum
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|