|
Korkunç katiller ve toplum suçlularıyla dolu Could Mountain eyalet hapishanesinde, 1930`lu yıllarda geçti hikayemiz. Could Mountain`daki her şey diğer hapishanelerdekiyle aynıydı,sadece E blok farklıydı. E bloktaki mahkumlar "Yaşlı Sparky” diye bilinen elektrikli sandalye için sıralarını beklerlerdi. E bloğun baş gardiyanı Paul Edgecomb`tu, o sıralar. hapishane müdürü Hal Moore Paul`ün eski arkadaşıydı. Bu sayede E bloğa gelecek mahkumlar hakkında önceden bilgi edinirdi. E blokta Paul ile birlikte bir çok gardiyan görev yapardı, fakat pek azı kalıcıydı. Daha doğrusu pek azı bu kasvetli ortama uzun süre dayanabiliyordu. Kalıcı olanlar: Brutal, Harry, Dean ve ne yazık ki Percy Wetmore`du. Brutal 1.92 boyunda ve gerçekten oldukça iri bir adamdı. Asıl adı Brutus`tu, ama mahkumlar ona zalim anlamına gelen Brutal adını takmışlardı. Zalim olduğundan değil, sadece iri olduğu için takmışlardı, bu ismi. Sonunda herkes onu Brutal diye tanır olmuştu. Harry oldukça sakin bir insandı. Onca yıl çalıştığı hapishanelerde karşılaştığı her türlü olaya soğukkanlılıkla müdahale edebilmişti. Brutal ve Harry bekardı; Dean evliydi ve çocukları vardı, okuyan çocuklar. Dean o dönemde çocuklarını okutabilmek için çoğu zaman gece nöbetlerine kalırdı. Percy`e gelince; o sadece eğlenmek için gardiyan olmuştu, Wetmore soyadını kullanarak. saçlarını arkaya tarayıp okşamaya, birde copuyla zaten hassas olan mahkumları korkutmaya bayılırdı. En ufak bir olayda hemen sevgili copuna sarılırdı. Arada bir onun gardiyan olmasını sağlayan vali amcasının nüfusunu kullanarak tehditler savururdu etrafa. Paul onun E bloğa uygun bir gardiyan olmadığını düşünüyordu. Çünkü E bloktaki gardiyanların asıl görevi gardiyanlık yapmak değil; E blokta bulunan toplam altı hücredeki mahkumların, son günlerini huzur içinde geçirmelerini sağlamaktı. Paul evliydi. Eşi Janice`e tapıyordu. Bir oğulları vardı, okumuş ve o kasvetli yerden giderek iyi bir iş bulmuştu. Paul o sıralar kırk dört yaşındaydı. Janice hapishane müdürü Hal Moore`un eşi Melinda`nın eski arkadaşıydı, iki aile sık bir araya geliyordu. Ancak o sıralar Moore ailesini üstünde kara bulutlar dolaşıyordu. Melinda rahatsızlanmış, doktorlar uzun tetkiklerden sonra beyninde ur olduğunu söylemişti. Melinda artık ölümü bekliyordu. Arada kendini kaybediyor, hiç olamayacağı biri olup, hakaretler yağdırıyordu. Eşi Hal ne yapacağını bilmiyordu, ne yapabilirdi ki? 1932 yılının yaz ayına kadar Could Mountain`daki her şey çok sıkıcıydı, Paul`e göre. O günlerde Paul hayatının en şiddetli idrar yolları enfeksiyonunu geçirmekteydi. Ama izin almıyordu. Çünkü Hal`den öğrendiği kadarıyla, E bloğa gelecek olan misafir Paul`ün orada olmasını gerektirecek kadar tehlikeliydi. Denildiğine göre; ikiz kızlara tecavüz edip, öldürmüş ve kızların cesetlerinin yanında bulunmuştu. Bulunduğu andan mahkeme bitinceye kadar söylediği tek söz "Geri almaya çalıştım, ama artık çok geçti...” olmuştu. Yeni misafirin geldiği gün Paul`ün şiddetli sancılarından biri tutmuştu. Paul acılar içinde ayakta durmaya çalışırken kapı açıldı ve Percy korkunç sesi iğrenç esprisi ile göründü: "Yürüyen ölü geliyor, çekilin. Yürüyen ölü geliyor.”. Arkasından eli ve ayakları zincirlerle bağlanmış, hapishane giysisi dizlerine kadar gelen, yaklaşık iki metre on santim uzunluğunda, dev bir zenci göründü. Öyle iriydi ki; gerçekten iri yarı olan Brutal, onun yanında çocuğu gibi kalıyordu. Paul önce Percy`yi susturdu. Arkasından yeni misafire adını sordu. "John Coffey; kahve gibi okunuyor, ama yazılışı farklı.” Sesi görünüşüne göre hiç de korkunç değildi, aksine ürkekti. E bloğun tüm kalıcı üyeleri ve yan koğuştan tedbir için yardıma gelenler, Coffey`ye hücresine kadar eşlik etti. Paul, her mahkuma yaptığı konuşmayı Coffey`ye de yaptı. Sorun çıkarmaması gerektiğini; aksi takdirde ona hiç hoşlanmadıkları, onun da hiç hoşlanmayacağı bir şekilde davranmak zorunda kalacaklarını söyledi. Tam hücreden çıkarken, garip bir soruyla kalakaldı Paul. "Burası geceleri karanlık olur mu? Şey. Ben karanlıktan korkarım da”. Önce bu garip soruyla afallayan Paul, toparlanıp cevap verdi: ”Hayır, yeterince aydınlık olur.”, dedi ampulleri göstererek. Coffey hiç ampul görmemiş gibi dikkatlice baktı. Paul Coffey`nin kişiliğini çözmüştü. O; sadece adını yazmasını bilen, hayatla hiçbir bağı olmayan, gördüğü her şeye hayretle bakan ve sonra da hemen unutan, oldukça aptal, çocuk ruhlu bir devdi. Coffey geldiğinde, koğuşta onun dışında bir misafir daha vardı: Delaroix. Garip bir aksanla konuşan Fransız asıllı biriydi. Komşusunun küçük kızına tecavüz etmiş, öldürmüş ve cesedi oturduğu evin arkasındaki boşluğa atmıştı. Yakalanacağı sırada korkup evi ateşe vermiş ve altı kişinin daha ölümüne yol açmıştı. Arada rahibe olan kız kardeşi gelirdi ziyaretine,tüm görüşme süresince yalnızca ağlarlardı birlikte. Geçmişte işlediği tüm günahlara rağmen, şimdi normaldi. Paul‘un onca yıllık gardiyanlık tecrübesiyle edindiği bir fikri doğrulayan gerçek bir kanıt gibi normaldi. Paul her zaman her insanın içinde bir suç dürtüsünün olduğuna inanırdı. Kimisinde bu dürtü baskın gelir ve ona suç işletirdi. Ama sonra, bu titreme nöbeti gibi gelen dürtü geçtikten sonra; kişi normale döndüğünde pişman olurdu. Pişman olurdu ama iş işten geçerdi. Paul bu suç dürtüsüne yenik düşmüşler grubuna, suç işlemeyi kendine iş edinmiş insanları sokmazdı. Onlar hastaydı çünkü, ruh hastası. Delaroix geldiği günden itibaren Percy`yi hiç sevmemişti, zaten Percy`yi kimse sevmezdi. Kızdığında vali akrabasını hatırlatıp etrafa tehditler savuran birini kim sevebilirdi ki? Delaroix`in bir özelliği daha vardı: bir faresi vardı. Ama sıradan bir fare değildi, özel bir fare: Mr. Jingles. Bu fare Del ile kalmadan önce koğuşun tecrit odasında ortaya çıkmıştı. Mr.Jingles`ın mahkumların kendilerine zarar vermemesi için her yeri elyafla döşenmiş bu odanın neresine saklandığını kimse anlayamamıştı, o zaman. Siyah gözleriyle etrafa şöyle bir bakar, bıyıklarını iki yandan oynatır ve tüm E bloğu kahkahalara boğardı. Percy hariç. kimseyi sevmediği gibi, bu sadece şirinlik yapan zararsız fareyi de sevmemişti; onu ortadan kaldırmak için fırsat kolluyordu. Del Mr.Jingles`ı eğitmişti. Artık o makaralarla çok özel gösteriler yapan, Paul ve Brutal`ın girişimleriyle bir puro kutusunda yaşayan ve Del`in verdiği nane şekerleriyle beslenen bir fareydi. Bir gün E bloğa yeni biri daha geldi: Will Wharton. Could Mountain`a sevk edileceği gün, onu almaya gelen gardiyanların kendisini spastik zannetmelerini sağlamıştı. Gerçeği bilmeyen gardiyanlar ona giysisini giydirtmişti. Ağzından çıkan salyalarla ve sürünerek yürümesiyle mükemmel oyunculuğuna kendisi bile şaşırıyordu. E bloğun kapısından girerken yanında bulanan Dean`i boynundan yakalayıp, ellerini bağlayan zincirlerle öylesine sıktı ki; paul bu beklenmedik olay karşısında ne yapacağını şaşırdı. Normal bir günde olsa copuyla Wharton`nın kafasına büyük bir zevkle vuracak olan Percy, korkudan dona kalmıştı. İyi ki Brutal vardı, Wharton`nın kafasına öyle vurmuştu ki, uzun bir zaman daha sorun çıkaramazdı. Dean, bu saldırıdan boynunda uzun bir zaman geçmeyecek olan bir morlukla, ucuz kurtulmuştu. Wharton‘nın kolunda "Billy the kid” –kötü çocuk- dövmesi vardı. Paul`ün Hal den öğrendiği kadarıyla dosyası da oldukça kabarıktı: Tecavüz, gasp, hırsızlık. Liste uzadıkça uzuyordu. Wharton Paul`un ruh hastası sınıfına giren biriydi. Her şeye rağmen, Paul E blokta sorun çıkmasını istemiyordu. Bu yüzden uzun zamandır kullanılmayan tecrit odasını temizletti. Paul`ün koğuşta yalnız ve idrar yolları enfeksiyonuyla kıvrandığı bir gün Wharton tüm tatlığıyla (!) onu yanına çağırdı. Enfeksiyonun verdiği acının etkisiyle farkında olmadan hücreye fazla yaklaşan Paul, bu hatasının karşılığını sıkı bir tekme yiyerek aldı. Fakat bu tekme zaten zor ayakta duran Paul`ü yere yıkmıştı. Del yardım çağırmak için bağırıyor, Wharton sevinçten çığlıklar atıyordu. Tam bu sırada Coffey Paul`ü yanına çağırdı. Paul Coffey`nin yine aptal konuşmalarından birini yapacağını sandı. Sürünerek hücresinin önüne kadar geldi,zorlukla ayağa kalktı –bir hata daha yaptığını fark etmedi-. Yine saçma sapan bir soru soracağını tahmin ediyordu. Birden Coffey enfeksiyon bölgesini tuttu. Paul ne yapacağını şaşırmıştı. Titremeye başladı. Ama acısı gittikçe hafifliyordu. Coffey elini bıraktığında kendisini eskisinden daha iyi hissediyordu. Coffey öylesine öksürüyordu ki, Paul öleceğinden korktu. Birden ağzından böcekler çıkmaya başladı ve sonra her şey normale döndü. Coffey`e ne olduğunu sorduğunda; "Sadece senin kötü ruhlardan kurtulmanı sağladım,bunu nasıl yaptığımı ben de bilmiyorum. Ama birisi kulağıma yapmamı fısıldıyor.”cevabını aldı. Coffey bu işin kendisini çok yorduğunu ve dinlenmesi gerektiğini söyledi. Paul onu yalnız bıraktı; Wharton`nın önünden geçerken,ona karşı daha dikkatli olması gerektiğini bir kez daha hatırladı. Bu Wharton`nın son vukuatı değildi. Bir keresinde Percy`yi yakalamış onu cinsel tacizde bulunmuş ve onun korkudan altına yapmasına neden olmuştu. Bu olay Percy`nin Del`e olan düşmanlığını körüklemişti. Çünkü Del kendini tutamayıp gülmüştü. Tabi ki Percy Wetmore gibi kibirli biri böyle bir şeyi kaldıramazdı. Bu arada Wharton her geçen gün korkunç şeyler yaparak gardiyanların nefretini kazanıyordu. Bir keresinde Brutal`in üzerine işemiş, başka bir gün iki gün ağzında çiğnediği kakaolu keki Brutal`in üzerine çıkarmıştı. Tabi ki her çıldırtma denemesinde tecrit odasını boylamıştı. Paul Percy`nin Del`e zarar verebileceğini düşünerek, onu göndermenin yollarını arıyordu. Ama vali amcası. bir gün Del, Mr.Jingles ile oynarken; Mr.Jingles koridora çıktı. Bu sırada uzun süredir fırsat kollayan Percy, bu mükemmel fırsatı kaçırmadı. Percy hiç acımadan Mr.Jingles`ı eziverdi. Zavallı hayvanın kemiklerinin çıtırtısı tüm koğuşta yankılandı. Del`in çığlıklarına engel olmak imkansızdı. Bütün bunları sırıtarak izleyen Percy kahkahalar atarak çıktı koğuştan. Del ne yapacağını şaşırmış, kendini kaybetmiş şekilde yalnızca çığlık atabiliyordu. Gardiyanlar da ne yapılabileceğini bilemiyorlardı. Coffey duruma müdahale edip; Paul`den, Mr.Jingles`tan kalan şeyi kendisine getirmesini istedi. Paul ve Del, Coffey`in ne yapmak istediğini anladılar. Artık Del ağlamayı, çığlık atmayı bırakmış; Coffey`e Mr.Jingles`ı kurtarması için yalvarıyordu. Paul ölmek üzere olan fareyi aldı ve Coffey`nin avuçlarına bıraktı. Bu arada diğer gardiyanlar neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Coffey fareyi avuçlarının arasında sıktı. Hayvanın sadece kuyruğu görünüyordu. Birden kuyrukta bir canlanma görüldü, daha sonra da aksayan bir bacak haricinde sapasağlam olan Mr.Jingles. Harry, Dean ve Brutal hayal görmüş gibi birbirlerine korkan gözlerle baktılar. Mucize diye bir şey varsa, bu olay bir mucize olmalıydı... Paul koğuşta olan her şeyi sırdaşı, eşi Janice anlatırdı. Ama gerçekleşen mucizevi olaylara inanmak pek güçtü. Tanrını verdiği mucizevi bir güce sahip biri suçlu olamaz diye düşünüyorlardı,ikisi de. Paul Coffey`i Could Mountain`a getiren olayları ayrıntılarıyla öğrenmeye karar verdi. Bunun için, Hal`den yarım gün için izin aldı ve cinayetin işlendiği Tefton`a şerifle görüşmeye gitti. Şerifin anlattığı hikaye şöyleydi: Anneleri sıcak bir yaz gecesinde, kızların balkonda yatmalarına izin vermişti. Ancak sabah kalktıklarında ikisi de ortada yoktu. Önce erken kalkıp çiçek toplamaya gittiklerini sandılar. Fakat yerdeki kan izleri onlara aileyi telaşlandırdı. Gece hiç havlamayan köpeği kontrol ettiklerinde korkunç gerçeği anlamışlardı. Köpeğin önünde bir parça sosis vardı. Şerifin dediğine göre köpek sosisle susturulmuştu, bu sırada arkadan yaklaşan biri köpeğin boynunu kırıvermişti. Bay Detterick oğluyla birlikte silahını alarak, kızların hala hayatta olabileceklerini ümit ederek yol çıkmıştı. Bayan Detterick telaşla şerife telefon etmiş ve yirmi dakikada en iyi iz sürücüler ve iyi av köpeklerinden oluşmuş bir arama ekibini hazırlanmasını sağlamıştı. Ekip, çiftçi olan ve iz sürmekten hiç anlamayan Bay Detterick`in peşine düşmüş ve kısa zamanda ona yetişmişti. Bu arada etrafta kızların geceliklerinden kopmuş parçalar onlara doğru yolu gösteriyordu. Her parçada Bay Detterick kızlarının hayatından daha fazla endişe ediyor, katili bulmak için daha da hırslanıyordu. Bir ara köpeklerin bir kısmı farklı yöne yönelmişti. Fakat avcılar, köpeklerin yanlış bir koku aldığın sanıp gecelikleri tekrar koklatmışlardı. Böylece tüm köpekler aynı yönde ilerlemeye devem etmişlerdi. Uzun bir yürüyüşten sonra; bağıra bağıra ağlayan bir kütüğe dayanmış oturan bir zencinin iki yanında yatan kızların cansız bedenlerini buldular. İyi ki şerif yardımcısı Bay Detterick`in silahını boşaltmıştı. Yoksa bu tablo karşısında yargısız infazın gerçekleşmemesine olanak yoktu. Kızların sapsarı saçları kanla kızıla boyanmıştı. Coffey elleriyle kızların saçlarını okşayıp, "Geri almaya çalıştım ama, geç kalmıştım.”, dedi. Bu sırada şerif yardımcısı, Coffey`nin üzerinde bir şişlik olduğunu fark etmişti ve bunun bir silah olduğunu sanmıştı. Oysa bu şişlik sadece, Coffey`nin öğle yemeğiydi: Sıkıca bağlanmış turşu ekmek. Şerif yardımcısı Coffey`in çok saf olduğunu böyle bir cinayeti nasıl işlediğini anlayamadığını söyledi ama Coffey`i kızların yanında bulmuşlardı ve Coffey savunmasını da yapmamıştı. Yapılabilecek bir şey yoktu. Paul şeriften sonra Coffey`yi savunan avukatla görüşmeye gitti. Gördüğü kadarıyla Coffey suçsuz bile olsa kurtuluşu yoktu: Avukatı bile ona inanmıyordu. Ayrıca hapishanede basit bir gardiyan olan Paul`ün adi bir suçluyla böylesine ilgilenmesine çok şaşırıyorlardı. Paul onların Coffey`in gizli güçlerini bilmediklerini hatırlayıp onlara hak verdi. O günlerde Del ‘in idam günü yaklaşmıştı, tabi ki Percy`nin taşkınlıklarının dozu da artıyordu. Paul ,Percy`ye son bir iş verip ondan sonsuza kadar kurtulmayı düşünüyordu. Bu fikrini uygun bir dille Percy`ye açtığında, onun kabul etmesini beklemiyordu. Ancak Percy Del`in idamını yönetmek istediğini ve sonra uzun zamandır istediği akıl hastanesindeki koruma görevlisi olmak için gidecekti. Paul, idamlık Percy`nin can düşmanı Del olunca biraz tereddüt etti. Ama işin ucunda Percy`den sonsuza kadar kurtulmak olunca sonunda kabul etti. Percy ile bir kaç deneme yaptılar idamdan önce,iyi görünüyordu. Ama aslında Percy`nin neler çevirdiğini kimse bilmiyordu. Yaptığı tek şey; idamda şalteri indirmekle görevli gardiyana bir kaç soru sormak olmuştu,ama bu bile iyi bir intikam planı kurmasına yetmişti. Gardiyana mahkumun kafasına takılan, elektriğin verildiği başlığın içine neden sünger koyulduğunu sormuştu. Gardiyan da tüm saflığıyla cevap vermişti,nereden bilebilirdi ki böyle korkunç bir plana alet olacağını. Sünger mahkumun kafasına gönderilen elektriğin direk beynine gitmesini sağladığı için gerekliydi, ancak sünger ıslak olmalıydı. Böylece mahkumun acı çekmemesi sağlanıyordu... Del`in idam günü geldiğinde; Del Mr.Jingles`a iyi bakması ve kısa bir zaman sonra Mouseville denilen fare sirkine göndermesi şartıyla Coffey`ye emanet etti. Aslında Mouseville diye bir yer yoktu. Bu Paul ve Brutal`ın onu yeşil yoldan mutlu geçirmek için söyledikleri bir yalandı, zararsız bir yalan. Del garip aksanıyla biraz dua ettikten gitme zamanı geldi. Salona girdiğinde kurbanların aileleri ve diğer izleyenler ona nefretle bakıyorlardı, ama o mutluydu Mr.Jingles Mouseville gidecekti. Yaşlı Sparky`e oturdu ve gördüklerinin kabus olmasını diledi. İdamını Percy yönetecekti: bu hayatta istediği son şeydi belki de...İdam başlamadan önce Percy ona doğru eğilip ona: "Sana yalan söylediler, Mouseville diye bir yer yok! Seni küçük aptal!.” diye fısıldadı. Del çaresiz gözlerle Paul`e baktı; ama artık çok geçti, her şey için çok geç. Percy, izleyenlerin mahkumun acı ifadesinden korkmamaları için icat edilen siyah başlığı Del`in kafasına geçirdi. Bağlantıları yaptı. Başlığı taktı. İşareti verdi. Paul her şeyin bu kadar yolunda gitmesine şaşırıyordu. Elektrik verilmeye başlandı. ama bir terslik vardı: oldukça uzun sürmüştü ve etrafa uzun bir zaman çıkmayacak bir koku yayılmaya başlamıştı. Ama siyah örtüden sızan su damlacıkları yoktu, her zaman olduğu gibi. Percy süngeri ıslatmamıştı. Paul Percy`e baktığında onun sırıttığını gördü ve bütün bu olanların onun başının altından çıktığını anladı. İdamı durdurmak Del`e daha büyük acı verirdi, bu yüzden idamın devam etmesi gerekiyordu. Salon boşalmıştı, Del korkunç bir şekilde titriyordu. Kızaran et kokusunu duyan Wharton sevinçten çığlık atmaya ve parmaklıklara tırmanmaya başladı, Coffey ve Mr. Jingles`ın ise Del`in acı çekmemesi için dua etmekten başka yapacak bir şeyleri yoktu. İdam bittiğinde Del tamamen yanmış tanınamayacak hale gelmişti. Paul, Percy`nin hatasını görmesini ve ortalığı temizleyip cezasını kısmen de olsa görmesini istedi; ama o kusmakla o kadar meşguldü ki...Sonunda Percy ondan bekleneni yaptı ve verdiği sözü yerine getirmedi. Bu korkunç idamdan sonra, her şey yavaş yavaş normale dönerken; Paul, Coffey`in gerçekten suçlu olup olmadığını anlayabilmek için son bir test uygulamaya karar verdi. Coffey`in yanına gidip ayakkabısını bağlamasını istedi, fakat bunu hiçbir zaman öğrenemediğini ve yapamayacağını söyledi. Böylece cebinden çıkarttığı,sıkı bağlanmış pakette sosis olma olasılığı yok olmuştu. Ayrıca daha sonra öğrendiği kadarıyla Coffey sosisin ne olduğunu bile bilmiyordu. Bildiği gerçeği kime anlatabilirdi ki? Coffey`e gerçeği bildiğini söylediğinde onun yaşamak için yardım isteyeceğini düşünüyordu. Ama o hayatta yaşadığı her şeyden,öğrenip tekrara unutmaktan yorulmuştu. Artık ölmek istiyordu... Bu arada Melinda gittikçe kötüleşiyordu, Hal`de onunla birlikte. Paul, Coffey`in Melinda`ya yardım edebileceğini düşündü. Bunu eşi Janice`e anlattı. O da Paul`ün bu fikrine katıldı. Bir gün Harry, Brutal ve Dean`i evine kahvaltıya çağırdı ve fikrini açtı onlara. Önce tereddüt ettiler ama hepsi Paul`e güveniyorlardı ve Coffey`nin mucizelerine tanık olmuşlardı. Böylece kısa bir tereddütten sonra hepsi kabul ettiler. Plan şuydu: Önce Wharton ‘nın uyku ilacıyla bebek gibi uyutulacaktı. Percy şantajla kandırılıp tecrit hücresinde tutulacaktı. Dean çocuklu biriydi, kaybedecek çok şeyi vardı; bu yüzden o koğuşta kalacak ve eğer işler ters giderse hiç bir şeyden haberi olmadığını söyleyecekti. Paul ve Brutal, Coffey`yi çıkarıp hapishanenin arkasındaki boşlukta kamyonuyla bekleyen Harry ile buluşacak ve birlikte Hal Moore`un evine gideceklerdi. Hal ‘a bütün nasıl açıklayacağını bilmiyordu Paul, bir şeyler düşünecekti ama. Coffey`ye konuyu açtıklarında Melinda`ya seve seve yardım edeceğini söyledi. Plan uygulanmaya başlamıştı. Wharton`a uslu (!) durduğu için verilen bir bardak kahvenin içine bir fili uyutmaya yetecek kadar uyku ilacı koydular. Percy ‘i ise Wharton`nın tacizi sırasında korkudan yapığı işi herkese söylemekle tehdit ederek tecrit odasına kapatıldı. Percy`nin sorun çıkartacağı belliydi, zaten. Hepsi çok korkuyordu, sonuçta belki de yıllardır parmaklıkların arkasından baktıkları mahkumlardan olacaklardı. Coffey`i hücresinden çıkardılar. Tam Wharton`nın hücresinin önünden geçerken; bir el Coffey`in kolunu tuttu, billy the kid dövmeli bir el...Coffey birden durdu. Gözleri fal taşı gibi açılmış,dolu dolu olmuştu. Herkes korkudan donup kalmıştı. Birden Wharton olduğu yere düştü. Grup yoluna devam etti. Dar yollardan, soğuk ve korku dolu koridorlardan geçtiler. On dakikalık yürüyüşleri onlara saatlerce sürmüş gibi gelmişti. Sonunda kamyona ulaşmışlardı. Coffey isteseydi, kamyonun arkasında onunla birlikte oturan Paul ve Brutal`dan kolayca kurtulabilir, özgürlüğüne kavuşabilirdi. Ama yapmadı. Kamyonu kullanan Harry ise hala kararsızdı,başlarına gelebilecek şeyleri düşündükçe . Yakalanırlarsa kimse onların anlattıklarına inanmayacaklardı. Sonunda yola çıktılar. Hal Moore`un evine geldiklerinde, Harry hala geri dönmek için geç olmadığını düşünüyordu. Ama Paul`e bir şey söylemedi. Hem belki de bu işin sonunda bir insanın hayatını kurtaracaklardı, Yaşlı Sparky`le kucaklaşmak pahasına da olsa. Paul ve Brutal kapıya doğru ilerledi. Kamyon sesi yüzünden Hal silahıyla dışarı çıkmıştı. O günlerde bir grup serseri, geceleri evleri basarak soygun yapıp cinayet işliyorlardı. Hal bu çete yerine onları gördüğüne pek sevinmemişti. Onların nöbette olması gerekiyordu. Burada ne yapıyorlardı? Sonra arkadaki gölgeleri fark etti. Coffey ve Harry. Hal Tam o sırada Melinda`nın sesi duyuldu, korkunç şeyler söylüyordu. Hal`ın afallamasını fırsat bilip, Coffey` i içeri soktular. Melinda`nın yanına çıktılar. Hal onları durdurmaya çalıştı, ama Paul ona engel oldu. Melinda`nın o güzel yüzü sapsarı olmuştu, gözleri çökmüş ve sanki on yaş yaşlanmıştı. Coffey gelince Melinda sustu. Coffey kendini tanıttı: "Ben John Coffey, kahve gibi okunuyor ama yazılışı farklı. Buraya size yardım etmeye geldim bayan.” Coffey ona yaklaştı, büyük bir kuvvetle, derin bir nefes aldı. Melinda`nın ağzından bir şeyler çıkıyor ve Coffey`in ağzından içeri giriyordu. Odadaki herkes hayretle bakıyordu onlara, özellikle Hal. Coffey kafasını kaldırdığında Melinda eski güzelliğiyle karşıda duruyordu. Hastalığıyla ya da olanlarla ilgili hiç bir şey hatırlamıyordu. Coffey her zaman ki gibi öksürük nöbetine tutulmuştu. Melinda rüyasında Coffey`i gördüğünü, onun kendisine yardım ettiğini anlattı ve sonra ona adını sordu. Coffey: "John Coffey” diye başlamıştı ki, Melinda: "kahve gibi okunuyor ama, yazılışı farklı.” diye tamamladı. Melinda boynundaki altın hacı çıkarıp Coffey`ye verdi, bunu onu her türlü kötülükten koruyacağını söyledi. Hal hala olanları anlamaya çalışıyordu. Grup evden çıkarken, Coffey hala öksürüyordu. Bu sefer böceklerin çıkması bir hayli uzun sürmüştü. Bir şeylerin ters gittiği belliydi. Koğuşa döndüklerinde her şey normal görünüyordu. Dean onları gördüğüne çok sevinmişti, başlarına bir şey geldiğini düşünmeye başlamıştı çünkü. Wharton hala uyuyordu. Coffey`i hücresine yerleştirdikten ve ona yaptığı iyilikler için teşekkür ettikten sonra, sıra tecrit hücresinden Percy`i çıkarmaya gelmişti. Percy sorun çıkaracaktı, hepsi bunun farkındaydı. Ama artık hiç bir şey umurlarında değildi. Coffey öksürmeye devam ediyordu. Percy`yi çıkardıklarında, tam da tahmin ettikleri gibi tehditler savurarak koridora çıktı. Fakat bu sırada Coffey`in hücresine fazla yaklaşmıştı. Coffey onu kollarından yakaladı. Percy korkmuştu, çığlık atıyordu. Paul neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hepsi öylece kalakalmıştı. Coffey Percy`nin kafasından tuttu, artık onu kimse kurtaramazdı. "Coffey onu öldürecek.” diye düşündü, Paul. Coffey öksürmeye devam ediyordu. Coffey, Percy`e Melinda` ya yaptığını aynısını yapıyordu ama, ters yönde. Melinda`nın içinden her ne çektiyse, onu Percy`e aktarıyordu. Coffey, Percy`i bıraktığında, Percy sakindi. Gözlerinin kayması dışında normal ve sakin görünüyordu. Yürümeye başladı. Bu sırada Wharton uyanmıştı. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu; bunun için Percy`ye soru soruyordu, yarı bulanık beyniyle...Percy ona doğru döndü, silahını çıkardı ve onu öldürdü. Sonra da çıkıp gitti. Koğuştakiler bu gördüklerini bir rüya olduğunu sanıyorlardı,öyle çabuk olmuştu ki her şey. Coffey iki kötü insanı cezalandırdığını düşünüyordu. Paul bundan bir şey anlamamıştı. Herkes Percy`nin Wharton ile bir sorunu olduğunu söyledi ve konu kapandı. Percy o çok gitmek istediği akıl hastanesine gönderildi ama bir farkla: hasta olarak.Onu çok güvendiği vali amcası bile kurtaramazdı artık. Coffey`in idam günü yaklaşmıştı. Hiç kimse onun gibi iyi bir insanın ölmesini istemiyordu ama, yapılabilecek hiç bir şey yoktu. Bir gün Paul Coffey`e, Wharton`ı neden öldürttüğünü sordu. Öyle ya, o zaten idamlıktı. Coffey onun kolunu tuttu: "Şimdi anlayacaksın” dedi. O an Paul müthiş acılar çekmeye başladı. Detterick ikizlerini gördü, veranda da uyuyorlardı. Yanlarına kısa bir süredir babalarına yardım eden, fakat bir önceki gün işten ayrılmış işçi geldi. Onlara, onunla gelmelerini ve bağırmamalarını söyledi. Eğer herhangi biri bağıracak olursa, önce diğerini öldüreceğini söyledi ve detterick ikizlerin tecavüz edip onları öldürdü. Bu işçi çocuk Wharton`dı. Bu olaydan sonra kaçmış ve suç listesine yenilerini ekleyip E bloğa düşmüştü. Ama tüm suçlarını içinde bu korkunç cinayet yoktu. Coffey : "Onları birbirlerine olan sevgileriyle öldürdü. Bütün bunlara rağmen bu suçunun cezasını çekmeyecek olması adil değildi.”dedi. hiçbir suç cezasız kalmazdı, çünkü. Artık her şey çözüme kavuşmuştu, Paul`un kafasındaki tüm sorular cevaplarını bulmuştu. Janice, Coffey için bir şeyler yapmak istiyordu. Onun son yemeğinde yiyebilmesi için, en sevdiği yemekleri hazırladı: rosto ve patates püresi...Melinda`nın verdiği kolyeyi çıkarmak zorundaydılar. Aksi takdirde, metal kolye ona büyük acı verebilirdi. Paul onun için yapabileceği bir şey olup olmadığını sordu, yola çıkmadan önce. Coffey kendisi için dua etmesini istedi. Çünkü dua etmeyi bilmiyordu. Coffey onun için hissettiklerini anlatmaya çalıştı ama, sözünü tamamlayamıyor gözyaşlarına boğuluyordu. Kendilerini toparlamaya çalıştılar. Yeşil yola çıkma vakti gelmişti. Salona girdiler; Detterickler oradaydı, nefret dolu bakışlarıyla birlikte. Coffey Paul`e doğru eğildi, ağlayan gözlerle : "Burada benden nefret eden çok insan var, korkuyorum patron...” dedi. O sırada Bay Detterick :”Şimdi cezanı bulacaksın,pis herif..Dilerim, kızlarımın çektikleri acının kat kat fazlasını çekersin, cehennemde.” dedi. Bu sözler üzerine Bayan Detterick hıçkırıklara boğuldu. Paul, Coffey`i Yaşlı Sparky`e oturturken gözlerinin içine baktı ve : "Eğer senden nefret edenler varsa, bu seni tanımamalarından kaynaklanıyor. Biz seni çok seviyoruz. Bizim kalbimizi hissetmeye çalış.”, dedi. Dean artık göz yaşlarına engel olamıyordu. Paul ona kendisini toplaması gerektiğini söyledi ama, kendisi ondan daha kötü durumdaydı. Hal olanları uzaktan izliyor ve içten içe ağlıyordu. Coffey ile daha farklı şartlarda tanışmış olmayı diliyordu. Paul siyah örtüyü Coffey`in kafasına geçirmek istediğinde, Coffey: "Patron, lütfen onu başıma geçirme. Biliyorsun karanlıktan korkuyorum, beni karanlıklar içerisinde gönderme. Lütfen.”, dedi. Paul onun bu son isteğini kırmadı. Şalteri indirmelerini isterken, içinden onun fazla acı çekmeden ölmesi için tanrıya yalvarıyordu. Artık ayakta duracak gücü kalmamıştı... Sonunda her şey bitmişti. Melinda`nın altın hacını, Coffey`in boynuna taktılar. Onun huzura kavuştuğunu biliyorlardı. Bu yüzden onun için mutluydular ama o ölmüştü işte. Yazık ki, dünya ne kaybettiğini bilmeden dönüyordu. Dean, Harry, Brutal ve Paul bir daha E blokta idam yönetmediler. Hepsi diğer koğuşlara dağıldılar, Hal onlara yardımcı oldu. Paul kısa bir süre sonra emekli oldu. Detterick ikizlerinin ölümlerindeki sırrı öğrenmesi sırasında Coffey`den bir güç akışı olmuştu ona. Tanrı, Coffey gibi birini öldürdüğü ve onunla ilgili gerçeği söylemediği için ceza olarak bu geçişi gerçekleştirmişti ona göre. Bu güç onun çok uzun yıllar yaşamasına neden oldu. Öyle ki sevdiği tüm insanlar,eşi Janice, oğlu, arkadaşları Brutal, Harry, Dean ve Hal hepsi ölmüşlerdi. Ellili yıllarda Janice`le büyük bir kaza geçirmişlerdi. Tüm arabalar birbirine girmişti. Her yer arabalardan fırlamış cesetlerle doluydu. Paul hayattaki dayanağı Janice`ı bulmak için arabanın fırlattığı terden kalkıp, aramaya başladı. Onu bulduğunda onun için her şey bitmişti. Ellerini havaya kaldırıp : "Coffey! Beni kurtardın, onu niye öldürdün. Bu dünyadaki cezam bitmedi mi? Beni de al..” dedi. Bir ses kulağına : "kahve gibi okunuyor ama, yazılışı farklı...” diye fısıldadı. İşte o zaman yıllar boyu sürecek olan laneti fark etti. Janice`ın üzerine kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kimsesiz olarak bir huzur evine yerleşmişti. Buradaki insanlar ona E bloğu hatırlatıyordu. Percy, Brutal ve diğerleri. Birde Elaine vardı, Janice benziyordu. Şimdi en yakın arkadaşı o idi. Onunla birlikte konuşuyor, kırlarda esrarengiz geziler yapıyor ve 1932` nin yaz aylarında başlayan ,tüm hayatını etkileyen olayları yazıyordu. Yaşadığı bu garip olayı Elaine`ye anlattı. İnanmayacağını düşünüyordu ama, yanılıyordu. Bir gün, Elaine kırlara yaptığı esrarengiz gezileri sordu. Sabah ve akşama doğru, birer dilim ekmekle gidiyor. Saatler sonra geri dönüyordu. Paul yıllardır sakladığı bu son sırrı da ona anlatmaya kara verdi. Onu kırlara götürdü. Beraber tepelere tırmandılar ve ormanın gizli kalmış köşelerinden birinde, bir barakaya geldiler. İçeri girdiler. Paul elini tozlu masaya bir iki defa vurdu. Birden bir fare çıktı ortaya, Mr.Jingles. Coffey`in ölümünün laneti onu da bulmuştu. Oldukça yaşlanmıştı, ama hala makaralarla oynamaya bayılıyordu. Gerçi artık o kadar hızlı hareket edemiyor, eskisi kadar iyi göremiyordu ama. Ona mutfaktan aşırdıkları ekmekten verdiler. Paul masanın altından bir kutu çıkardı içinde makara parçaları ve Del`in verdiklerine benzeyen naneli şekerlerden vardı. Elaine`i de öldüğünde Paul, tanrıya artık cezasının bitmesi için yalvarıyordu, ama onun YEŞİL YOL`u oldukça uzundu.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|