Dursun Murat Özden

Bilgilik / İpucu

Dursun Murat Özden

    Kategori: TARİH
    Konu: Trabzon`un Fethi


Bilindiği gibi Osmanlılar, eskiden beri Anadolu birliğini kurmak ve burada güçlü bir Müslüman Türk Devleti meydana getirmek için uğraşıyorlardı. Bu gayelerine ulaşmak için gösterdikleri gayretlerinin bir sonucu olarak onlar, Anadolu`nun büyük bir kısmını hakimiyetleri altına almaya muvaffak oldular. Bununla beraber, kuzeyde Karadeniz`e kıyısı bulunan kısımlar (Samsun hariç), başkalarının elinde bulunuyorlardı. Bunlar, Trabzon Rum Tekfurluğu, İsfendiyarogulları Beyliği ve Amasra (Amasteri) Cenevizlilerin idaresinde idi. Karadeniz`in bu sahil bölgesinde büyük ve önemli birçok şehir bulunuyordu. İstanbul’u feth etmiş bulunan Osmanlıların, gerek ekonomik, gerek siyasî gerekse dinî bakımdan buralara da hakim olması icap ediyordu. Osmanlıların bu niyetini fark eden Venedik ve Ceneviz gibi deniz ticareti ile geçinen devletler, İstanbul’un fethi üzerine büyük bir telaşa kapılmışlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse bu durum sadece onları değil, Avrupa’yı da ciddi endişelere sevk etmişti. Doğudaki bazı küçük beylik veya emîrlikler ise, sıranın yavaş yavaş kendilerine geleceğini düşünüyorlardı. Bu sebeple, Osmanlılara karsı bir doğu ve bati ittifakı tehlikesi ufukta görünüyordu. Bir taraftan, Barı’nın böyle bir hareket için Anadolu emîrliklerini tahrik etmesini önlemek, diğer taraftan da Anadolu birliğine vücuda vermek ve devlet merkezinin hem jeopolitik, hem de askerî emniyetini temin için, Karadeniz sahillerini elde bulundurmak gerekiyordu. Bu sebeple Fâtih Sultan Mehmet, buraları elde edebilmek için bir plan hazırlar. O, hazırladığı planının gereği olarak aynı mevsimde arka arkaya üç sefer tertiplemek zorunda kalır.
Fâtih, düşünce ve hareketlerini gizli tutmakla meşhurdur. Seferin nereye yapılacağını kendisinden başkası bilmezdi. Karadeniz seferinde de bu gizliliğe riayet edilmişti. O, donanmayı, Vezir-i a`zam Mahmut Paşa komutasında sevk ederken, kendisi de karadan hareket etmişti. Hedefin neresi olduğunu bir münasebetle soran kadı askere "Hocam, eğer sakalımın tellerinden biri, zihnimden ne geçtiğini bilecek olursa onu bile hemen koparır yakarım" diyerek, askerî harekât esasının gizlilik olduğunu göstermiş olur.
Fâtih Sultan Mehmet bakımından Karadeniz sahillerinin fethi büyük bir önem taşıyordu. Hatta o, şimdiye kadar dedeleri tarafından buraların (Amasra gibi) fethedilmemiş olmasını hayretle karşılıyordu. Gerçekten o, Amasya için Mahmut Paşaya: "Mahmut! Ol hisar ne yerdir kim âni benim atam dedem almadı?" diyerek, atalarının şimdiye kadar burayı almamalarını adeta tenkit konusu yapar. Zeki sadrazam, Fâtih`in bu sorusunu: "Sultanım bunun alınmadığına sebep ol kim Hak Teâlâ`nin takdirinde bu, feth olunmak sultanım elinden ola" diyerek, bu fethin, Allah tarafından kendisine nasip olacağını söyleyerek cevaplamıştı. Bu cevabiyle o, bu ise hemen başlanabileceğini de ima etmiş oluyordu.
Amasra, Cenevizlilerin önemli bir ticaret merkezi idi. İstanbul’un fethinden sonra müşkül bir duruma düşmüş olmasına rağmen eskiden olduğu gibi hareketlerine devam etti. Gerçi buradakiler, bir miktar vergi veriyorlardı. Fakat bunu bazen zamanında bazen da geç veriyorlardı. Bununla beraber etraflarını vurmaktan ve bilhassa denizde soygunculuk yapmaktan da vazgeçmiyorlardı. Böylece, bir yılda verdikleri vergiyi adeta bir günde geri alıyorlardı. Bundan başka bu şehir, Anadolu`dan kaçan esirlerin sığındığı bir yerdi. "Memâlik-i müslimine hayli zarar edüp nice kimseleri girift edüp diyar-i efrence gönderip Beyden" ve Karadeniz de sefer yapan Müslüman gemilerine bilhassa musallat olan Amasralılar, bu taarruzlarının sebebi sorulduğu vakit inkâr ediyor, bunu yapanların "levent gemileri" olduğunu ve bunların kendilerini de dinlemediklerini söylüyorlardı. Aradaki anlaşmaları birkaç defa bozan Amasralıların, İstanbul’un zaptından ve Osmanlılarla Cenevizlilerin arasının açılmasından sonra, etraftaki tecavüzleri daha çok artmıştı. Amasralıların yaptıklarına son vermek ve problemi temelinden halletmek üzere kendisi karadan, Mahmut Pasa da denizden Amasra`ya gidip şehri kuşatma altına alırlar. Bu kadar muazzam bir ordu ile basa çıkamayacağını anlayan Amasra idarecileri, Mahmut Paşanın ikna edici konuşması karsısında teslim olmuşlardı. Onlar, pâdişaha şehrin anahtarını teslim etmekle hayatlarını kurtardılar. Böyle bir hareketten dolayı pâdişah onları esir muamelesine tabi tutmamıştı. Fâtih, basta tekfur olmak üzere Amasralıların ileri gelenlerini İstanbul’a gönderdi.
Silah kullanmadan Amasra’yı ele geçiren Fâtih Sultan Mehmet, Bursa`ya dönmüşken tekrar Karadeniz`e yönelir. Burada müstahkem bir kale olan Sinop`ta Isfendiyaroglu İsmail Bey hüküm sürüyordu. Mahmude Paşa`nın teklifi ve idareci özelliği ile olsa gerek ki Mahmut Bey ile İsfendiyaroglu arasındaki konuşmalardan sonra İsmail Bey, Fâtih Sultan Mehmet’e bey`at edecektir. Halbuki o sırada, İsmail Bey`in idaresinde Sinop`ta 400 top, 2000 topçu, limanda demirli birçok gemi ve on bin muharip asker vardı. Buna rağmen böyle bir kalenin, silah atılmadan teslim olmasını, İsmail Bey`in ne derece büyük bir iman sahibi olduğunu ve Anadolu birliğinin kurulmasına taraftar bulunduğunu, bunun da ancak İstanbul’un Fâtihi vasıtasıyla mümkün olacağına olan inancı ile izah etmek mümkündür. İsmail Bey, Fâtih`e bey`ata karar verirken kendisinin sahip bulunduğu yüksek dinî şuur ve fazileti ile birlikte, Sultanın İstanbul’u fethetmek suretiyle İslâm âleminde kazanmış olduğu prestijin de etkisinin bulunduğu söylenebilir. İsmail Bey, vezir-i âzamin delâletiyle ordugahta Osmanlı ricali tarafından büyük bir merasimle karşılanmıştı. Hatta Fâtih bile çadırında ayağa kalkıp birkaç adım yürümek suretiyle onu karşılamıştı. Nitekim Dursun Bey "Erkân-i devlet, İsmail Bey`i izzet ü ikram ile pâye-i serir-i saltanata yitirtirdiler. pâdişah dahi visaktan taşra bir kaç kadem istikbal edip musafaha manası oldu." diyerek bütün bir devlet erkânı ile birlikte pâdişahın da onu karşıladığını anlatır. Iskenderoglu`nun, Fâtih`in elini öpmeye kalkışması üzerine hükümdar: "İsmail Bey, sen benim ulu kardaşımsın, reva mıdır kim elim öpesin" diyerek bu hükümdarı tahtında kendi yanına oturtmuştu. Dirlik olarak İsmail Bey`e istediği Yenişehir, İnegöl ve Yarhisar kazaları verilmiştir.
Pâdişahın, Koyulhisar seferine çıkışını firsat bilen Karamanoglu İbrahim Bey, İsmail Bey`e haber göndererek, isyan etmek için zamanın müsait olduğunu bildirir Karamanoglu`nun birlikte hareket edebilecekleri teklifine karşılık İsmail Bey, böyle bir şeye rıza gösteremeyecegini söylemişti. Bu durumun Osmanlılarca duyulması üzerine bir ihtiyat tedbiri olarak, İsmail Bey`e dirlik olarak Filibe verilerek kendisi oraya gönderilmişti.
Bizans Imparatorlugu`nu ortadan kaldıran ve Mora`da ki Rum varlığına son veren Fâtih Sultan Mehmed, Latinleri kendi aleyhine tahrik etmek isteyen Trabzon Rum Tekfurluğu`nu da ortadan kaldırmaya karar vermişti.
Tek bir nefes şehid vermeden ve bir ok dahi atma ihtiyacı hasıl olmadan Amasra, Kastamonu ve Sinop`u alan Osmanlı hükümdarı, birbirine bağli üç kısımdan meydana gelmiş olan Trabzon kalesini hem denizden hem de karadan kuşatır. Bu durum, Tekfur David Komnen`i ümitsizliğe düşürür. Hamisi olan Uzun Hasan`dan da yardım alamayacağını anlayan Imparator, Mahmud Paşa`nın akrabasından olan baş mabeyincisi Yorgi Amiruki vâsıtasıyla Mahmud Paşa ile anlaşarak şehir ve kaleyi teslime karar verir. Imparator, pâdişah adına Mahmud Paşa tarafindan yapılan teklifi kabul eder. Böylece, 258 sene devam eden Trabzon Tekfurluğu 15 Agustos 1461 günü tarihe karışır.
Karadan Trabzon üzerine varmakta olan Fâtih Sultan Mehmed`e elçilik heyeti ile birlikte Uzun Hasan`ın annesi Sâre Hatun da gelmişti. Fâtih, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan`ın annesine büyük bir saygı göstererek ona "ana" diye hitap etmişti. Ordusuyla Trabzon`u çeviren sarp dağları aşarken zaman zaman yaya yürümek zorunda kalan pâdişaha Sâre Hatun: "Hey oğul! Bu Trabzon`a bunca zahmet nedendir?" diye sorunca, Fâtih su manidar cevabı vermişti: "Hey ana, bu zahmet din yolundadır. Zira bizim elimizde Islâm`ın kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti çekmezsek bize gâzi demek yalan olur. Bugün yahut yarın huzur-i Ilâhîye çıkınca mahcup olurum" diyerek gazilik unvanı ile cihâd ve bu uğurdaki çalışmaya nasıl ehemmiyet verdiğini anlatmak ister.
Kurtuluş ümidi görmediği için teslim teklifini kabul eden imparator, sekiz oğlu ile birlikte Edirne`ye göndermişti. David`in en küçük oğlu hak dini kabul ederek Islâm`la müşerref olmuştu. Böylece Bizans`ın son Anadolu bakiyyesi de Osmanlı ülkesine katılmış oldu.
|  anasayfa   |  sayfa başı  |   geri  |