|
Karşıyaka Ortaokulu’nda ve İzmir Atatürk Lisesi’nde başladığı orta öğrenimini İstanbul Işık Lisesi’nde tamamlayan Atilla İlhan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde sürdürdüğü öğrenimini yarıda keserek Paris’e gitti; bir yıl sonra yurda döndü. 1951’de yeniden Paris’e gitti ve iki yıl kaldı. Yurda dönüşünde çeşitli dergi ve gazetelerde çalıştı. Ali Kaptanoğlu takma adıyla film senaryoları yazdı; yönetmen yardımcılığı yaptı. 1962’de bir kez daha gittiği Paris’te üç yıl kaldı ve Fransız edebiyatından çeviriler yaptı. 1965’de İzmir’e yerleşti.1968’de girdiği “Demokrat İzmir” gazetesinde başyazar ve genel yayın yönetmeni oldu. Daha sonra bir yayınevinin danışmanlık görevinde de bulunan Atilla İlhan, Yeni ulus, Yeni Ortam, Dünya, Milliyet gibi gazetelerde yaptığı fıkra yazarlığının yanı sıra ,televizyon dizi programları için toplumsal sorunları irdeleyen senaryolarda yazdı. 1984’de “Sanat Olayı” dergisini yönetmeye başladı. “Balıkçı Türküsü” adlı şiiri ile CHP şiir yarışmasında ödül alan Atilla İLHAN ününün yaygınlaşmasıyla ilk düz yazı denemelerine başladı. ŞİİR KİTAPLARI İlk şiirlerini topladığı ‘Duvar’ adlı yapıtında, toplumcu-gerçekçi bir dünya görüşüyle, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Anadolu insanının acı ve bunalımlarla örülmüş yaşantılarından kesitler sundu. Halk şiirleriyle toplumcu-gerçekçi şiirin bileşimini kurarak, yerli renklerden kopmadan belirli tiplerin canlı ve küçük öykülerini destansı bir hava içinde, coşkun bir duyarlık, sağlam bir imge düzeni, işlek bir dil ve akıcı bir anlatımla işledi. ‘Sisler Bulvarı’nda toplumsal konulardan çok bireysel yaşantıları dile getirdi. Bir anlamda, bir başkalaşmanın ürünlerini kucaklayan Sisler Bulvarı’nda bunaltı, umutsuzluk, yalnızlık, yolculuk ve aşk konuları ön sırayı alırken, özgürlük, insan sevgisi, barış,kardeşlik, vb. konular biraz olsun geriye itildi; ama sıcak bir içtenliğe yaslanan anlatımı, uyumlu bir söyleyiş ve işlek bir dille örtüşerek lirik bir havaya büründü. ‘Yağmur Kaçağı’nda gereksiz uzatma ve betimlemelerden uzaklaşarak, duru ve yalın bir anlatıma ulaştığı görüldü. ‘Ben Sana Mecburum’ adlı yapıtında kümelenen şiirlerinde de karamsarlık, tedirginlik, yabancılaşma ana konular olarak ön planda yer aldı; ama ses ve imge düzeni daha yetkin ve daha çarpıcı düzeye ulaştı. ‘Bela Çiçeği’ndeki bazı şiirlerinde eski şiirin sesini ve biçimlerini çağdaş bir özenle geliştirmeye çalıştı. BEN SANA MECBURUM Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu şehir o eski İstanbul mudur? Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu Ben sana mecburum sen yoksun Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan Kimi zaman ellerini kırar tutkusu Birkaç hayat çıkarır yaşamasından Hangi kapıyı çalsa kimi zaman Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor Eski zamanlardan bir cuma çalıyor Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalanıyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen yoksun
Belki haziran da mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin Kötü rüzgar saçlarını götürüyor.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|