|
Laiklik ne bir ideoloji, ne bir din, ne de bir felsefedir. O, hiç kimsenin hiçbir kitleyi Tanrı adına yönetme yetkisinin olmadığı temel tezinden hareket eden ve bu tez doğrultusunda insanı sadece "insan" olarak saygın görmeyi esas olan, hiç kimseye inancı yüzünden farklılık tanımayan bir sosyal-hukuksal tavır ve tarzdır. Bu kuralın yeni bir din yaratmak gibi bir hedefi olamaz. Laiklik bir yandan, kamu otoritesinin inançlar karşısında yapıcı tarafsızlığından başka bir şey değildir; öte yandan da ifade ve ibadet özgürlüğünün hukuksal güvencesidir. İki yüzyıllık tarihi boyunca laiklik ideoloji ile karıştırıldı. Günümüzde laiklik kendi merkezine oturmuştur ve ideolojik hiçbir derinliği yoktur. Laiklik; küresel düşünce sistemi anlamında bir felsefe ve en azından ötekilere karşı duran bir felsefe bile olamaz. Düşünce benzerliği gösteremez, bir varoluş seçeneği kapsayamaz. Bununla birlikte laikliğin Fransa`daki büyük bozuluşu, onun bir felsefe olarak görülmesinden değil, daha çok militan, dogmatik ve pozitivizmin egemenliğinde bir felsefe olarak sunulmasıdır. Laikliğin temel amacı ve ruhu, Tanrı adına vekalet veya avukatlık yetkisi kullanmaya kalkan ve bu sayede icraatını kutsal-dokunulmaz ilan eden "ruhban sınıfı" nın üstünlüğünü tarihe gömmek ve kitleleri bu sınıfın hegemonyasından kaynaklanan baskı, saptırma ve zulümlere karşı korumaktır. Böyle baktığınızda, Müslümanlar için laiklik, dinlerinin, Ortaçağ kilise kabullerinden en esaslı farkını kristalize eden bir değerdir. Daha ilk adımda şu söylenebilir: Bir ruhban-din sınıfının varlığına asla müsaade etmeyen İslam, bu tutumuyla laikliğin en radikal destekçisidir. Ve bu anlamda, tüm Müslümanlar laiktir. Çünkü bir Müslüman, ruhban sınıfı mensubu olmamak ve dini içine böyle bir sınıfı kurum, hatta bilinç olarak sokmamak borcundadır. Laik adı verilen kişilerden anladığımız, kilise tarafından tanınmış kutsal düzenin ya da din devletinin üyeleri dışındaki tüm inananlardır. Laik sıfatı, papaz olmayanlar için kullanılır. Laikliğin özünde, ürettiği hizmet ve değerle seçkinleşmek yerine, Tanrının vekili ve temsilcisi sıfatıyla yetki kullanarak kitleler üzerinde hegemonya kuran sömürü ve tasallut sınıflarının bertaraf edilmesi vardır. Oysa ki, insanlığın bugün ulaştığı noktada şunu kesinlikle anlamış bulunuyoruz: Otorite yalnız ilkelerdir. İlkeler doğrultusunda hizmet verenler, bu hizmeti vermek için, hizmetin muhatapları tarafından yetkilendirilirler. Bu onları sadece, görevli ve yetkili kılar. Dokunulmaz ve eleştirilmez değil. Laikliğe sataşmanın her türü, açıkça söylensin veya söylenmesin, bir tek kaygıdan kaynaklanır ki o da, işte bu "dokunulmaz ve eleştirilmez" niteliğinin bir sınıf veya zümreye verilmemesidir. "Hiç kimsenin kendini ruhsal açıdan muhteşem (diğer ruhları yönetici) görmeye hakkı yoktur. Hiçbir otorite, hiçbir kurum neyin doğru olduğunu söyleme yetkisine sahip değildir." Laiklik; din ve kutsalı hegemonya aracı yaparak kitle üzerinde egemen olmaya kalkan sınıfı/sınıfları saf dışı etmekle kalmaz, bu sınıfın/sınıfların kendileri aleyhinde ürettikleri egoist istismar ve yıpratmaları da saf dışı eder. Sömürü aracı olmaktan çıkarılmış bir değer, sömürülebilirlik gücünü her hal ve şartta yitirir. O halde, laiklik, bizzat samimi dindarların da güvencesi ve huzur garantisidir. Çünkü laiklik: "Din adamlarını başlangıçtaki rollerine; gerçeği elinde bulundurmayan ama araştıran, Tanrının vasisi değil tanığı olmak şeklindeki rollerine geri gönderir. Bu durum tüm dinler için geçerlidir." İslam dünyasında laiklik meselesine gelince, Bin Şeyhe göre İslam dünyasındaki laiklik değerlendirmeleri bilgi ve bilinç dışıdır; içgüdülere ve saçmalıklara dayanılarak yapılmaktadır. Bu değerlendirmelere göre, laiklik, devletin dine el koyma isteğinin bir görünümüdür. Yazara göre, bu tutarsız yaklaşım, laikliği kuşa çeviren bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımla kitle ikiye bölünmekte ve bir tür "inanan - inanmayan" çatışması yaratılmaktadır. Oysaki işin esası şudur: "Laiklik hem dinin hem de devletin yararına bir ilkedir. İlk olarak, haksız ve tehlikeli bir siyasal el koymayı ortadan kaldırır; ikinci olarak da anlaşılabilir, düzeltilebilir, değiştirilebilir ölçütlere göre işlev görmek için dogmatizmden kurtarır." Yazar, şunun altını da çiziyor: "Müslüman ülkelerde İslam, hükümetle muhalefet partileri arasında açık artırmaya çıkmış bir nesneye dönüştürülmektedir. İslam’ın siyasallaştırılması çok vahim sonuçlar doğurur. Vatandaşlık kimliği bulanıyor ve sosyo-ekonomik tüm reformların yolları puslanıyor... İslam bütün ülkelerde siyaset üstü kalmalıdır. İslam adına hem bir şeyi hem de karşıtını haklı gösterebilen siyasal müdahalelere insanlar nasıl güvenebilirler? Hem babadan oğula geçen totaliter monarşiler meşru gösteriliyor, hem de aynı İslam adına "İslam" denen cumhuriyetler ya da Libya usulü cemahiriye kuruluyor." Yazar, Kuransal dayanaklarını açıkça göstermemekle birlikte kitlenin raiye (kelime anlamı: davar sürüsü) olmasını yasaklayan Bakara Suresi 104. ayetindeki buyruğun, ancak laiklik sayesinde işlerlik kazanabileceği noktasına gelmiş bulunuyor. Bu noktaya gelmek, tebaa veya raiye olmaktan vatandaş olma noktasına yükselmektir. Laiklik bunun yolunu açıyor, garantörlüğünü yapıyor. "Vatandaş ile tebaa arasında belirleyici bir fark vardır: Vatandaş, devlet başkanını göreve getirebilir ve azledebilir. Ama tebaa sadece lütuf ve yardım dileyebilir. Vatandaş, dikkatlice hesaplanmış bir vergi öder, tebaa keyfi bir haraç verir." Bin Şeyhin şu satırları da laiklik saf dışı edildiğinde din adına nelerin devreye sokulmuş olacağını göstermesi açısından ilginçtir: "İslam adına uygulanan barbar şiddet, dinin toplumsal konumu hakkında ciddi sorgulamalara gerekçe yaratıyor. Nasıl oluyor da İslam bu kadar değişik ve çelişkili isteklerin bayrağı haline getirilebiliyor?" Şu tespit de gerçekten muhteşemdir: "Dinsel aşırılık, çağımızı akıl yoluyla yeniden okumak için düşünürleri ve din adamlarını İslam hukukunu kutsallıktan çıkarma cesaretini göstermeye mutlaka teşvik edecektir." Cezayirli yazar (aynı zamanda Marsilya müftüsü) kitabında İslam`ın Fransa`daki tarihini de inceliyor. Bu bölümde Müslümanlara birçok öneri, tarihsel ve dinsel gerekçeleri açıklanarak sunulmuş. En dikkat çekicilerinden biri şu: Laikliğe asla karşı olmayın, sizin selametiniz gerçek bir laiklikle mümkün olur. Ve sakın, laiklikle laik yasaları birbirine karıştırmayın. Laikliğe dayanılarak yapılmış yasalar, birçok sakatlık taşıyabilir, uğraşılır ve gerekli düzeltmeler yapılır. Ama laikliğe tümden karşı çıkılırsa onun yerine gelecek "kutsal" kılıflı despotizm, gerçek dindarlara nefes aldırmaz. İslam`da din temsilciliğini elinde tutan bir sınıfın veya kişinin olmaması, İslam`ın evrenselliğinin ve insan özgürlüğü ile insan-Allah arası direkt ilişkiye verilen önemin en önemli kanıtı olarak ele alınıyor. "İslam`da din adamı/din sınıfı bulunmamasının anlamı insanın Tanrıya aracısız başvurmasıdır. Tanrının iradesinin veya öğütlerinin tercümanlığını hiç kimse sahiplenemez." "Eğer bir din adamından söz edilecekse, her Müslüman`ı bir din adamı saymak gerekir. Ama en doğru yöntem, imamlar da dahil, tüm Müslümanların laik olduğunu söylemektir." "Cumhuriyetçi Bir İslam`ın Önündeki Engelleri de inceleyen yazar, bu engellerin başına, atalardan kalma kabulleri din diye benimsemeyi koyuyor. İşin en ilginci, bu gelenekleri/folkloru İslam`la eşitlemede, saptırılmış bir İslam`ın yarattığı sıkıntılardan şikayetçi olanların, geleneksel dinci kesimden hiç de geri kalmamasıdır. Laik ve aydın diye ortaya çıkanlar, İslam`ın temsilcisi olarak hemen her yerde, folklorik dini esas alanları, fanatikleri öne çıkarmaktadırlar. Hatta bu kesimlere yardım ve destek veriyorlar. Kitabın en dikkat çekici tespitlerinden biri de bu bölümde verilmektedir ve şudur: Laiklik, her şeyin çoğunluğun arzusuna göre belirlendiği demokratik oylamaya sunulmuş basit bir seçim gibi görülemez. Laiklik demokrasiden önce gelmeli ve onu aşmalıdır. Çünkü laiklik, aynı zamanda çoğunluğu da koruyan bir ilkedir." İslam`ın dünya genelindeki imajının çok kötü olduğunu ısrarlı bir biçimde gündeme getiren yazar, bu konuda şunları gözlemliyor: "İslam`ın meşrulaşmasından duyulan bir korku var. Bu din, iyi bilinmemektedir. Barbarlar onun adına canavarca cinayetler işliyorlar. Fransa`da bile İslam adına cinayet işlenmektedir." "Dünyanın herhangi bir yerinde bir suikast olduğunu öğrendiğim anda, soluğumu tutup saldırganın Müslüman olmamasını diliyorum.”
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|