|
KAN Yaşam için gereken maddelerin bir yerden bir yere taşınmasında difüzyon ile yetinemeyen ve bu nedenle bir kan dolaşımı sistemine ihtiyaç duyan hayvanların (tüm omurgalılarla omurgasızların çoğu) kalplerinden damarlar aracılığıyla tüm vücuda pompalanan vücut sıvısıdır. Erişkin bir insanda yaklaşık beş litre kadar kan vardır. Bunun yarısı plazmadır, öteki yarısını da kan hücreleri (eritrositler veya alyuvarlar, lökositler veya akyuvarlar, trompositler) oluşturur.
KANIN İŞLEVİ Kan, dolaşımı nedeniyle, birbirinden farklı işlevleri üstlenir: Solunum işlevi: Oksijeni akciğerlerden dokulara taşırken, dönüşte de dokulardaki susuz karbonu dışarıya atılmak üzere götürür. Beslenme işlevi: Sindirim sonunda barsağın emdiği ya da organizmanın kendi kendine yaptığı besleyici maddeleri hücrelere ulaştırır. Boşaltım işlevi: Hücresel metabolizma sonucu açığa çıkan artıkların boşaltım organlarına (özellikle böbrekler) gitmesini sağlar. Koruma ve savunma işlevi: Enfeksiyonlara karşı savaşımda ve bağışıklık tepkimelerinde rol alan birçok hücreyi içerir. Beden sıvısı dengesini sağlama işlevi: Organizma tarafından salgılanan hormon ve enzim gibi maddelerin metabolizma tepkimelerinde ve bireşim olaylarında biyokatalizörler gibi seçici olarak araya girmesini sağlar. Sıvı-mineral dengesini (su ve elektrolitler) ve kimyasal dengeyi (asit baz) sağlama işlevi Sıcaklık düzenleme işlevi: Derin dokulardaki ısıyı ve suyu, bedenin yüzeyine doğru taşıyarak etkisiz kılar. Atardamar basıncını (tansiyon) düzenleme işlevi.
KAN HASTALIKLARI Kanda üç tip hücre bulunduğu için kan hastalıkları da başlıca üç grupta incelenir. Kan hücrelerinin sayısı yaşa, günün saatlerine, mevsime, karnın aç ya da tok olmasına ve başka koşullara bağlı olarak dar sınırlar içerisinde değişebilir. Ama bu hücrelerin herhangi bir türünde büyük bir artış ya da azalma olması bir hastalık belirtisidir. Kansızlık ya da anemi; adı altında toplanan hastalıklar alyuvarlarla ilgilidir. Bu tip hastalıklarda alyuvarların ya sayısı az ya da biçimleri bozuk olduğundan dokulara yeterince oksijen taşınamaz. Akdeniz kansızlığı ile orak hücreli kansızlık, genetik yapıdaki bozukluklardan kaynaklanan kalıtsal hastalıklardandır. Hemolitik kansızlıkta ise parçalanan alyuvarların yerine eşit sayıda yeni hücre yapılamaz. Kalıtsal olmayan kansızlıklar hastaya kan vermekle ve çeşitli ilaçlarla tedavi edilebilir. Polisitemi denen hastalıkta ise kansızlığın tersine alyuvar sayısı olağandan çok artmıştır. Hasta baş ağrısından, baş dönmesinden ve kaşıntıdan yakınır. Bu durumda da koldaki toplar damarlardan kan almak ve ilaç tedavisi uygulamak gerekir. Akyuvarlarla ilgili kan hastalıklarının bir bölümü lösemi ya da kan kanseri adı altında toplanır. Bu hastalıklarında birçok değişik tipi vardır. Bazılarına özellikle çocuklarda, bazılarına ise erişkinlerde rastlanır. Üçüncü grup, trombositlerle ve pıhtılaşma bozukluklarıyla ilgili kan hastalıklarını kapsar. Trombositlerin iyice azalmasından ileri gelen ve deri altındaki kanamalar nedeniyle vücutta yer yer morarma gösteren hastalıklar kan nakli ve ilaçla tedavi edilir. Kalıtsal bir hastalık olan hemofilide ise trombositlerle hiçbir sorun yoktur, ama kanın pıhtılaşması için gerekli olan maddelerden biri eksiktir.
KANSIZLIK KANSIZLIK HASTALIĞI NEDİR? Kandaki hemoglobin miktarının anormal derecede azaldığı ve buna bağlı olarak da kanın oksijen taşıma yeteneğinin son derece düştüğü bir hastalık türü olan kansızlığın diğer adı da anemidir. Bu hastalar kendilerini bitkin, yorgun hissederler, sık sık solukları kesilir, renkleri soluktur, nabızları da hızlıdır. KANSIZLIK HASTALIĞININ KENDİ ARASINDAKİ ÇEŞİTLERİ Kansızlığın birçok çeşidi vardır. Bunların en önemlileri aşağıda açıklanmıştır. Demir noksanlığına bağlı kansızlıkta alyuvarlar normale oranla daha küçük ve daha soluk renklidir. Bu çeşit kansızlığa yol açan başlıca nedenler yetersiz beslenme –özellikle gebelik sırasında yeterli demir alınmaması-, besinlerle alınan demirin barsaklardan yeterince emilememesi, uzun zamandan beri devam eden kan kayıpları (mide-barsak kanalı kanamalarında ya da şiddetli adet kanamalarındaki gibi)dır. Tedavide vücudun gereksinim duyduğu demirin sağlanması kesinlikle gereklidir. Zaman zaman kan verilmesine bile gereksinim duyulabilir. Megaloblastik anemide alyuvarlar normalden daha büyüktür. Bu durum besinlerle yeterince B12 vitamini veya folik asidin alınmaması sebebiyle ortaya çıkmış olabilir veya bu duruma yol açan şey, pernisiyöz anemidir. Pernisiyöz anemili kimseler besinlerle alınan ve alyuvar yapımı için kesinlikle gerekli olan B12 vitamininden yararlanamazlar. Çünkü bunun barsaklardan emilebilmesi için gerekli olan ve intrinsik adı verilen faktör, mide tarafından salgılanamaz. Hastanın yaşamını sürdürebilmesi için devamlı olarak B12 vitamini zerkleri yaptırması gerekir. Aplastik anemide bazı belirli ilaçların, zehirlerin ya da radyoaktif ışınların etkisi nedeniyle kemik iliği yeterli sayıda alyuvar yapamaz. Tedavisinde kan verilir ve erkeklik hormonlarından yararlanılır. Hemolitik anemide alyuvarların yaşam süreleri normale göre azalmıştır. Bu durum alyuvarların ileri derecede nazik ve kolay zedelenebilir olmalarına ya da kandaki bazı antikorlara bağlıdır. Hemolitik anemilerin bir çeşidi olan orak hücreli anemide anormal bir hemoglobin yapımı söz konusudur. Kalıtsal olan bu hastalık, özellikle zencilerde çok görülmektedir. Son olarak, aralarında romatoid artrit, kronik enfeksiyonlar ve üremide bulunan birçok hastalık; alyuvar yapımını azaltarak kansızlığa neden olabilmektedir.
KANSIZLIK HASTALIĞI NASIL MEYDANA GELİR? Kansızlık hastalığı diyetinizdeki demir eksikliğinden kaynaklanır, çünkü demir hemoglobin yapımı için gereklidir. Diyetinizdeki vitamin B12 veya folik asit eksikliği de kansızlığa neden olabilir çünkü onlar hemoglobini taşıyan kırmızı kan hücrelerinin yapımına yardımcı öğelerdir. Orak hücreli kansızlık gibi kalıtsal hastalıklar kırmızı kan hücrelerini zayıf ve daha az oksijen taşıyabilir yapar ve kırmızı kan hücreleri mikroplar, ilaçlar ve diğer hastalıklarla zarar görebilirler. Kansızlık ayrıca kanama, kanser ve lösemi hastalıkları tarafından da oluşabilir. 50 yaşın üzerindeki insanların kansızlıktan korunabilmeleri için her gün yaklaşık 10 miligramlık demire ihtiyaçları vardır. Özellikle tek başına yaşayan az iştahlı daha yaşlı kişilerde demir ve vitamin B12 noksanlığına bağlı kansızlık hastalığı riski fazladır. Alkolikler ve fazla içki içen kişilerde folik asit noksanlığı artabilir. Zenci insanların %1’i orak hücreli kansızlık hastalığına sahiptir.
KANSIZLIK HASTALIĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR? Belirtiler şunlardır: Yorgunluk, cansızlık Benzin, avuç içinin, diş etlerinin, gözlerin ve tırnak diplerinin solgunluğu Bilinçsizlik, nefes darlığı, hızlı kalp atışları ve göğüs bölgesinde acılar, Sarılık hastalığı (eğer kansızlık kırmızı kan hücrelerinin bozunumuna sebep oluyorsa).
KANSIZLIK HASTALIĞININ TEŞHİSİ NASIL KONUR? Haliniz kansızlığın belirtisidir ve basit bir kan testi bunu destekler. İleri kan testleri ve olası bir kemik iliği biyopsisi nedenin belirlenmesi için gerekli olabilir.
KANSIZLIK HASTALIĞININ TEDAVİ YOLLARI Genellikle demir eksikliği demir haplarıyla tedavi edilebilir. Yine aynı yolla B12 veya folik asidi perhiz uygulamaları, hap uygulamalarının yanı sıra uygulanabilir. Doktorunuz ayrıca size kansızlık hastalığına neden olan diğer hastalıklarla ilgili tedavi yolları önerecektir.
KENDİMİZE BAKMA YOLLARI Doktorunuzun kansızlığınızın tedavisi ve diğer neden olan hastalıklarla ilgili öğütlerini takip edin. Hayatınızın geri kalanında içmek zorunda olabileceğiniz ilaçları gerekli olduğu sürece alın. Çok iyi dengelenmiş, çeşitli diyetler uygulayın. Düzenli olarak günde üç veya dört öğün yiyin. Eğer tek başınıza yaşıyorsanız yiyeceklerinizin çeşidini, yemeklerinizi arkadaşlarınızla paylaşarak arttırın. Eğer bütçeniz el veriyorsa bazı zamanlar dışarıda yiyerek yiyeceklerinizin çeşitliliğini arttırın.
LÖSEMİ LÖSEMİ HASTALIĞI NEDİR? Bu hastalık grubunun bir adı da kan kanseridir. Çünkü öbür kanser türleriyle aynı özellikleri gösteren bu hastalıklar, vücuttaki bütün iri kemiklerin iç boşluğunu dolduran ve kan yapımında sorumlu olan kemik iliğinde gelişir... Hastalık uzun bir yıldan sonra daha kötüye gider. Kanserin yavaş gelişen türü bir insanın ölümüyle sonuçlanmayabilir. Doğrusu lösemili hastaların çoğunluğu diğer nedenlerden dolayı yaşamını yitirir. Lösemi hastası olanların %90’ı 50 yaşın üzerindedir. Kadınlardan çok erkek bireylerde daha sık görülür.
LÖSEMİ HASTALIĞININ KENDİ ARASINDAKİ ÇEŞİTLERİ Lösemi adı altında toplanan hastalıkların birçok değişik tipi vardır. Ama hepsinin ortak özelliği kandaki akyuvarların denetlenemeyecek şekilde çoğalmasıdır. Bu çoğalan akyuvarlar hem vücudu mikroplara karşı savunmayacak duruma gelir, hem de alyuvarla trombositler gibi öbür kan hücrelerinin görevini aksatır. Normal olarak 1mm3 kanda 5 milyon kadar alyuvar ve 4000-11000 arasında akyuvar bulunur. Oysa lösemide 1mm3 kandaki akyuvar sayısı 1 milyona kadar yükselebilir. Lösemide hangi akyuvar türü aşırı çoğalarak kanserleşme özelliği gösteriyorsa hastalık da o akyuvarın adıyla tanımlanır. Örneğin lenfosit lösemisi (lenfositik lösemi), bir akyuvar türü olan ve lenf sisteminde bulunan lenfositleri, yani lenf hücrelerini etkiler. Akut lenfosit lösemisi çocuklarda en çok görülen lösemi tipidir. “Akut” terimi, tedavi edilmediğinde birkaç hafta ya da birkaç ay gibi kısa bir sürede ölümle sonuçlanabilen hastalıklar için kullanılır. Lenfosit lösemisi erişkinlerde de görülür, ama bu durumda hastalık kronik ya da süreğendir; yani yavaş yavaş gelişir ve hasta uzun yıllar yaşayabilir. Löseminin en yaygın ikinci türü olan granülosit ya da miyeloblast lösemisi ise erişkinlerde çocuklarınkinden daha sık görülür.
LÖSEMİ HASTALIĞI NASIL MEYDANA GELİR? Lösemili hücreler lenf düğümlerinde ve vücudun diğer bölgelerindeki akyuvarların sayısının artmasından ileri gelir ve vücudun geri kalan hücrelerinin mikroplarla mücadele etme yeteneğini azaltır. Lösemili hücreler ayrıca lenf düğümlerinden kan dolaşımına karışabilir ve bu da lösemili hücrelerin dalağa, karaciğere ve vücudun diğer organlarına yerleşmesine neden olabilir. Lösemili insanların kemik iliğindeki lenfositiklerin büyük bir çoğunluğu gerekli olan alyuvarları yapan iliğin bu yeteneğine engel olabilir. Daha sonra kansızlık, mikrop riskinin artışı ve kanama gibi problemlere sebep olabilir. Kronik lenfositik löseminin tam olarak nedeni bilinememektedir.
LÖSEMİ HASTALIĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR? Lösemi hastalığının genelde çok az belirtisi vardır. Bazı insanlarda hastalığın ilk işaretleri şunlardır: Boyundaki, kol ile omuzun birleşme noktasındaki veya kasıktaki lenf düğümlerinin genişlemesi, Karın boşluğunun sol üst kısmında, genişleyen dalaktan bir doluluk hissi, Kansızlık Temizlenemeyen bir mikroplanma, Genel bir yorgunluk, İştahsızlık Kilo kaybı Ateş Geceleri aşırı terleme
LÖSEMİ HASTALIĞININ TEŞHİSİ NASIL KONUR? Bazen başka bir nedenle yapılan kan testinin sonucunda fark edilebilir ve anormal derecede yüksek bir lenfositik sayımı tespit edilir. İnsanlar yorgunluktan, lenf düğümlerindeki şişliklerden şikayetçi olabilir veya düzenli ve sık mikrop kaptığını gözlemler.
LÖSEMİ HASTALIĞI NASIL TEDAVİ EDİLİR? Hastalığın ön safhalarında tedaviye ihtiyacınız olmayabilir. Tedaviye lenf düğümleriniz, dalağınız ve karaciğeriniz aşırı genişlediğinde veya hastalığın ciddiyetinin artığını gösteren işaretlerden sonra ihtiyaç duyulur. Doktorunuz sizi düzenli olarak kontrol etmek ister. Tedaviye ihtiyacınız olduğu zaman doktorunuz yüksek sayıdaki lenfositlerin sayısını düşürmek için kemoterapi uygulanır. Löseminin tedavi edilebilir hastalıklar arasına katılması çağdaş tıp biliminin çarpıcı başarılarından biridir. Günümüzde, lösemili çocukların yarıdan çoğu iyileştirilebilmektedir. Aslında kanser grubu hastalıklar çocuklarda çok sık görülmez; ama, çocukluk çağında ortaya çıkan her üç kanser olayından biri akut lösemidir ve tedavi edilmediğinden ölümle sonuçlanır. Hastalığın tedavisinde güdülen amaç kandaki akyuvar sayısını azaltmaktır. Böylece bir şey ameliyatla yapılamayacağından, lösemi tedavisinin temeli kanser önleyici ilaçların kullanımına dayanır. Kemoterapi denen bu ilaçla tedavi yöntemi çoğu kez radyoterapi ile (ışın tedavisiyle) desteklenir; yani hücre çoğalmasını durdurmak için hastalıklı dokulara belirli dozda X ışınları uygulanır. Değişik lösemi tiplerine uygun ilaçların seçilmesi, verilecek ilaç dozunun özenle saptanması ve tedavi süresinin iyi ayarlanması iyileşme oranın büyük ölçüde arttırmıştır. Bu yoğun tedavi hastayı çok sarsabilir, ama çoğu zaman başarıyla sonuçlanır. Bazı olaylarda hastalık bir süre sonra yeniden ortaya çıkar; bu durumda tedavinin yinelenmesi gerekir. Kemik iliği nakliyle tam olarak iyileşen hastaların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu tedavi yöntemi genellikle akut ve ölümcül lösemi türlerine yakalanmış olan ya da ilaçla iyileşmeyen çocuklara uygulanır. Kemik iliği nakli, ilkesel olarak kan nakline benzemeyen bir cerrahi yöntemidir. Önce hastanın kemik iliğindeki kanserli hücreler parçalanarak yok edilir. Sonra, genellikle hastanın yakın bir akrabasından alınan sağlıklı kemik iliği vücuda şırınga edilir. Bu yeni ilik, kemiklerin ortasındaki boşluklara yerleşir ve eğer bir doku uyuşmazlığı olmazsa sağlıklı akyuvarlar üretmeye başlar. Bütün doku ve organ nakillerinde olduğu gibi, kemik iliği naklinde de lösemili hasta ile vericinin kemik iliği hücrelerinin mutlaka uyuşması gerekir. Yoksa, lösemili hastanın bağışıklık sistemi bu yeni hücreleri yabancı madde olarak kabul edeceği için “reddeder”; yani tıpkı mikroplara ve vücuda giren öbür yabancı maddelere yaptığı gibi ilik hücrelerini de parçalayıp öldürür. Daha da kötüsü, vericiden alınan yeni hücreler hastanın kendi hücrelerine saldırabilir. Bu sorun özellikle yaşlı hastalarda çok sık görüldüğünden, 50 yaşın üstündeki lösemi hastalarına çok ender olarak kemik iliği nakledilir. Günümüzde, her üç hastadan yalnızca birine kemik iliği nakli için uygun bir verici bulunabilmektedir. Lösemililerin bağışıklık sisteminin, kendi ilik hücreleriyle tam özdeş olmayan yeni hücrelere karşı şiddetli bir tepki vermesini engellemek üzere araştırmalar sürdürülüyor. Bilim adamları, vericilerin kemik iliğindeki bazı özel hücreleri ayırarak bu bağışıklık tepkilerinin önlenebileceğine inanıyorlar. Ama bu tür araştırmalar kuşkusuz çok uzun zaman alır. Gene de, kemik iliği nakli günümüzde bir çok lösemi hastasına iyileşme umudu vermiştir.
KENDİMİZE BAKMA YOLLARI Reçetesiz ürünler veya diğer tedavi yolları gibi yolları uygulamadan önce doktorunuzla irtibat kurun. Dengeli beslenmeye devam edin ve düzenli olarak eksersiz yapın. Eğer boğazınızda bir ağrı acınız veya ateşiniz varsa öğütleri için doktorunuzu arayın. Ani tedaviye ihtiyacınız olabilir. Düzenli check-up`lar yapmak ve doktorunuzun kendinize nasıl bakmanız gerektiği konusundaki öğütlerini takip etmeniz çok önemli.
HEMOFİLİ HEMOFİLİ HASTALIĞI NEDİR? Hemofili, kanın pıhtılaşmasının yeterli olmaması ile karakterli, doğumsal bir hastalıktır. Kanın pıhtılaşması, trombosit adı verilen bazı hücrelerle pıhtılaşma faktörü denenprotein yapısındaki bazı maddeler yardımıyla oluşur. Herhangi bir yerimiz kesildiğinde veya yaralandığında trombositler bir araya gelerek bir tıkaç oluştururken, pıhtılaşma faktörleride pıhtının meydana gelmesini sağlar. Kanayan bölgeyi örten pıhtı kanamayı önler. Pıhtılaşma faktörlerinden herhangi biri eksik olursa pıhtılaşma olayı aksar ve kanama uzun süre devam eder. Hemofilik çocukların çoğunda 8. faktör eksiktir. Bu hastalığa Hemofilik-A denir. Eğer 9. Faktör eksik ise hastalığın adı Hemofili-B’dir. Oldukça nadir görülen faktör 11 eksikliğine ise Hemofili-C adı verilir.
HEMOFİLİ HASTALIĞI NASIL OLUŞUR? Hemofili kalıtsal bir hastalıktır. Bulaşıcı değildir. Çocuklara kendi ebeveynlerinden iletilmektedir. Hamileyken alınan herhangi bir ilaç, stress ya da herhangi bir enfeksiyonun hastalığın ortaya çıkmasında rolü yoktur. Nasıl saç rengi, göz rengi, burun şekli gibi özellikler anne ve babadan çocuğa iletilirse hemofili hastalığı da ebeveyninden erkek çocuğuna bu şekilde geçmektedir. Hemofilik hastalarda faktör 8 veya 9 eksikliği doğumdan itibaren mevcuttur. Bunun nedeni dişi cinsiyet kromozomunda faktör yapımında görevli bölgelerde gen kusuru nedeniyle karaciğerde faktörün yapılamamasıdır. Hemofili hastalarının hemen hemen tamamı erkektir. Bir kız çocuğunda hemofili hastalığının çıkabilmesi için annesinin hemofili taşıyıcısı, babasının da hemofili hastası olması gerekir. Hemofilik bir baba sağlıklı bir kadınla evlendiklerinde kız çocukları taşıyıcı olacak ve kendi erkek çocuklarına bu hastalığı geçirmeyecektir. Hemofilili çocukların %70’inde anne tarafının erkek bireylerinde (çocuğun dayısında, erkek kardeşlerinde, teyzesinin erkek çocuklarında) aynı hastalık vardır. Ancak az sayıda hemofilikte ailede benzer birey yoktur. Bu hastalara hemofili anne tarafından geçmemiş, çocuk genlerinde nedenini bilemediğimiz yeni bir bozukluk oluşmuştur. Artık bu bozukluk bir sonraki kuşağa aktarılacaktır.
HEMOFİLİ HASTALIĞININ BELİRTİLERİ Hemofili hastalığının belirtileri çok değişkendir. En tipik kanama şekli eklem içine kanamalardır ve eklemlerde ağrılı şişlikler oluşmaktadır. Bazı hastalarda her kesik ve yaralanma sonrası geç başlayan, uzun süreli sızıntı tarzında kanamalar gözlenirken, bazılarında ağır yaralanmalar veya operasyonlardan sonra kanmalar görülmektedir. Hastaların bir bölümü ise erişkin yaşlara kadar belirti vermeden gizli kalabilirler. Hemofili hastalarında çeşitli yaş gruplarında, değişik şekillerde kanamalar görülmektedir. Doğum sonrasında; göbek kordonundan kanama, deri altına veya beyin içine kanama olabilir. Süt çocukluğu döneminde; iğne veya aşı yapılan yerlerde morarma ve şişme, kesilen yerin uzun süre kanaması, yürümeye başlamasıyla çarpılan diz veya dirsek eklemlerinde ağrılı şişmeler, kendiliğinden oluşan veya darbelerden sonra gelişen deri morarmaları, diş etlerinde veya burunda uzun süren kanalar gözlenir. Okul çocuklarında; darbelere ve çarpmalara bağlı olarak eklem içine kanama olur. Kanamalar en sık diz, dirsek, ayak bilekleri ve omuz eklemlerindedir. Bu eklemlerde ağrılı, sakat bırakabilen şişlikler oluşur. Diş çekimi, bademcik ameliyatı gibi küçük operasyonlar ve sünnetten sonra gelişen kanamalar (bu tip kanamaların işlemden hemen sonra değilde saatlerce sonra sızıntı tarzında başlaması tipiktir) saptanır. Kız çocuklarının adet kanaması erken başlar ve uzun sürer. Tekrarlayan idrar yolları veya mide-barsak kanamaları gözlenebilir. Kendiliğinden veya darbeler sonrası gelişen beyin kanamaları olabilir.
HEMOFİLİ HASTALIĞININ TEDAVİ YOLLARI Hemofili hasta birçok uzmanlık dalının birlikte çalışmasıyla normal yaşamını sürdürebilir. Bu uzmanlık dallarından biri de fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanlığıdır. Fizik tedavide verilen egzersizlerle eklemin hareket yeteneği, kas gücü artar, kaslar birbiri arsında uyumlu çalışır ve şekil bozuklukları önlenir. Verilen egzessizler; çocuğa ve ailesine anlatılır, önemi belirtilir, karşılıklı yapılarak hastanın korkusunun atılması ve kendine güvenini kazanması sağlanır. Bunları yapan çocuk yeterli motor aktiviteyi kazanır, spor aktivitesine başlayabilir ve psikolojik yönden de desteklenir. Akut Devre Tedavisi: Hematoloji uzmanının önerdiği şekilde faktör verilir. Bölgesel tedavi yapılır. Bu tedavinin amacı: Kanamadan dolayı dokunun zarar görmesini önlemek veya zararı hafifletmektir. İstirahat Tedavisi: Kanamanın biran önce rezorprsiyonuna (emilmesini) sağlamak, daha fazla kanama riskini azaltmak için uygulanır. Kanamanın yeri ve büyüklüğüne göre basınçlı sargı ve flaster ile en iyi fonksiyon ve rahat pozisyonda yapılır. Eklemin pozisyonu derece derece düzeltilerek sertleşmesi önlenir. Bu hastalar istirahat sonrasında kesinlikle dizlerinin altına yastık koymamalıdır. Konduğu takdirde eklemde hareket kısıtlılığı ve düzensizlik gelişir. İstirahatın süresi dikkatle ayarlanmalıdır. Erken hareket daha fazla kanamaya neden olurken, uzun süreli hareketsizlik de, eklemin tamamen hareketsiz kalmasına neden olur. İsrirahatın süresi ağrı ve şişliğin azalmasına göre ayarlanır. Soğuk Uygulama Tedavisi: Ağrıyı, kas setliğini, metabolizmayı, şişliği azaltır, dolaşımı düzeltir. Kanamayı takiben ilk 48-72 saatte uygulanabilir. Uygulama, soğuk paket şeklinde veya evde kolaylıkla hazırlanabileceği şekilde buzu kırıp naylon torbaya koyarak veya suyu sıkılmış ıslak havluyu buzdolabının buzluk kısmında beklettikten sonra 15 dakika süreyle kanama olan bölgeye konarak yapılır. Bölgenin ısısı arttıkça bu işlem gün boyunca tekrarlanır. Bu devrede sıcak uygulama yasaktır. Splint Tedavisi: Hareketin korunmasına ve şekil bozukluğunun oluşmasının önlemesine yardımcı olur. Günboyunca dinamik, gece boyunca statik splint kullanılması en uygundur. Süresi hastanın durumuna göre ayarlanır. Isıtıcılı splint kullanılmamalıdır. Egzersizle Tedavi: Harekete başlamak için faktör 8 seviyesinin istenen düzeye gelmesi, şişliğin sabit kalması veya azalmaya başlaması gereklidir. Bu, diz çevresi ölçümüyle de anlaşılabilir. Kanamanın olduğu bölgeye izometrik egzersiz, üstündeki ve altındaki ekleme kronik egzersizler uygulanmalıdır. İzometrik egzersize ağrı toleransı içinde başlanır. Kontrolu, hasta tarafından yapılan bir egzersizdir. Bu şekilde kasın kasılıp, gevşemesi bir tür pompalama hareketi yaptırır, beslenme düzenlenir, bağların gücü, elastisitesi, kemik mineralizasyonu artar. KAN UYUŞMAZLIĞI Bazı insanların alyuvarlarında, ilk defa Rhesus maymunun kanında tespit edilen bir özel protein daha bulunur. Alyuvarında bu Rh proteini bulunan kana Rh (+), bulunmayan kana Rh (-) kan denir. Kan naklinde verilen kanın alyuvarındaki antijenine, kan alan kişinin plazmasındaki antikoruna bakılır. Meselâ A grubu kan B grubu kanı olan birine verilirse A antijeni (alyuvardaki özel protein), B grubu kanın plazmasında oluşan anti-A antikoru tarafından çökertilir (aglütinasyon). Rh negatif bir anne, Rh pozitif bebeğe hamile kalırsa bebeğin kanı plasenta aracılığıyla bir miktar anne kanına karışır. Anne karnındaki bebeğin kanındaki Rh antijenine karşı antikor teşekkül eder. fazla antikor teşekkül etmediği için genellikle ilk çocuk sağlıklı doğar, ikinci hamilelikte bebek yine Rh (+) olursa anne kanında fazla miktarda antikor oluşacağından bebek kanı çökelir (aglütinasyona uğrar), bebek ölü doğar veya doğduktan sonra kanı değiştirilmezse ölebilir (eritroblastozis fetalis). Anne rr, çocuk Rr’dir. Anne baba RR veya Rr’dir. Eğer RR olursa kan uyuşmazlığı ihtimali %100 olur. Baba Rr olursa negatif kan gruplu çocuk çıkabileceğinden kan uyuşmazlığı ihtimali %50 olur.
KAN ÜRÜNLERİNE BAĞLI GELİŞEN HASTALIKLAR 1.AIDS: Aslında AIDS hastalığına neden olan virüs ile hemofili hastalığı arsında direkt bir ilişki yoktur. Hemofilili kişilerde bu hastalığa yatkınlık yoktur. Ancak şüpheli kan ürünlerinden bu hastalığın bulaşma riski vardır. Ancak yurdumuzda kan bankalarında düzenli kontroller yapılmaktadır. Piyasada satılan faktör ilaçlarından bu hastalığın bulaşma riski, modern temizleme metotları sayesinde yok denecek kadar azaltılmıştır. 2.BULAŞICI SARILIK(HEPATİT-B, HEPATİT-C): Söz konusu virüsler kronik karaciğer hastalığı ve siroza neden olmaktadır. Hepatit-B’ye karşı etkili ve güvenli bir aşı bulunmaktadır. Tüm hemofili hastalarının tanı konur konmaz aşılanmaları hayati önem taşımaktadır. Hepatit-C ise daha tehlikeli bir virüstür. Aşısının bulunmaması önemli bir dezavantajdır. Son yılların modern teknolojileriyle virüsün tahrip edilmesi mümkün olduğundan ve vericilerde HCV taraması yapıldığından modern faktör konsantreleriyle bulaşma riski çok azdır.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|