|
1) KİTABIN ADI:Yaban 2) YAZARI:Yakup Kadri Karaosmanoğlu 3) SAYFA YAPISI:198 Sayfa 4) BASIM EVİ VE YILI:İnkılap Kitapevi (38. Basım),2001 5) YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU`NUN HAYATI VE EDEBİ KİŞİLİGİ Yirminci yüzyıl edebiyatının büyük romancısı 27 Mart 1889`da Kahire`de doğdu. Manisa`nın tanınmış bir ailesi olan Karaosmanoğullarından Abdülkadir Beyin oğludur. Ortaokul ikinci sınıfına kadar Manisa`da okudu. 1903`de İzmir Lisesi’ne girdi. Sonra ailesiyle birlikte gittiği Mısır`da, Fransız Kolejine devam etti (1906-1908). İstanbul`a gelerek Fecri-Ati topluluğuna katıldı (1909). Bir yandan gazete ve dergilere makale ve hikayeler yazıyor, öte yandan edebiyat ve felsefe öğretmenliği yapıyordu (1910-1917). Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu`ya geçti. Sakarya`yı, Batı Cephesi`ni dolaştı. Zafer sonu Mardin ve Manisa`dan birkaç kere milletvekili seçildi. Aylık fikir dergisi "Kadroyu" çıkardı (1932-1934). Sırasıyla Tiran, Prag, Lahey, Bern elçiliklerinde bulundu (1934-1942). Emekliye ayrıldıktan sonra, verimli bir yazı hayatına atıldı. Ulus gazetesi başyazarı, Kurucu Meclis üyesi oldu. Manisa milletvekilliği yaptı (1961-1965). Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanlığı (1965-1974) görevinin yanı sıra yazarlığını sürdürürken Ankara`da öldü (13 Aralık 1974). İstanbul`da Beşiktaş`taki Yahya Efendi mezarlığında annesinin yanında toprağa verildi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu eserlerinde Türk toplumunun Tanzimat`tan Atatürk Türkiye’si dönemlerindeki yaşantısını iyi şekilde yansıtan, hikaye, makale ve roman yazarımızdır. Anlatımında kendine özgü bir sanatçı olarak tanınmıştır. Romanlarında birbirini tamamlayan bireysel ve toplumsal hayat zinciri tasvir edilir. Yapıtlarında çoğunlukla, içinde yaşadığı toplumun sorunları üstünde düşünür. Anadolucu, Atatürkçü, Devletçi, Laik bir görüş içerisindedir. Romanlarındaki tiplerin çoğu, iç dünyaları zengin, kötümser, düzensizlik kurbanı, törelere, geleneklere bağlı kişilerdir. Çözümlemeci, tasvirci, fikir ve tezci yönleri derhal dikkati çeker. Servet-i Funûn etkisiyle ağırlaşan ilk dili, ulusal edebiyat akımını benimsedikten sonra berraklaşır. Şiir, deneme, makale, anı, monografi, hikaye, tiyatro ve roman türlerinde yazmıştır. Yakup Kadri`nin sanat anlayışında iki dönem vardır. Birinci dönemde, yazar "Edebiyat-ı Cedide "den "Fecri-i Ati"ye geçen "Sanat,sanat içindir" ilkesini benimsemiştir. İkinci dönemde (1916`dan sonra), toplumsal olayların etkisiyle, topluma yönelmiş, "Sanat, toplumun malıdır" görüşüne ulaşmıştır. Bu dönemde yazdığı hikayelerinde, çoğunlukla, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili gözlemlerinden yararlanmıştır. Romanları: Kiralık Konak, Nur Baba (1922), Hüküm Gecesi (1927), Sodom ve Gomore (1928), Yaban (1932), Ankara (1934), Bir Sürgün (1937), Panorama (1954) Hikayeleri: Bir Serencam (1913), Rahmet (1922), Milli Savaş Hikayeleri (1947) Çeşitli Makaleleri: İzmir`den Bursa`ya, Kadınlık ve Kadınlarımız, Seçme Yazılar ve Ergenekon Oyunları: Nirvana, Veda, Sağanak ve Mağara`dır. Mensur Şiirleri: Erenlerin Bağından ve Okçudur. 6)"YABAN" ROMANININ ÖZETİ Ahmet Celal, bir paşa oğludur. Yedek subay olarak Birinci Dünya Savaşı’na katılır. Çanakkale`de aldığı bir kurşun yarasıyla sağ kolunu kaybeder. Harp malulü bir gazi olarak yapayalnızdır. İstanbul`un işgali üzerine hizmet eri Mehmet Ali`nin Porsuk çayı yöresindeki köyüne gider. Şehirden her gün gazete getirterek coşkuyla savaşı izler. Fırsat buldukça köylülere durumun önemini anlatır. Köylüler ağalarına bağlıdırlar. Onun yalan yanlış sözlerinin etkisiyle Ahmet Celal`i dinlemezler. O köyde umduğu yakınlığı bulamaz. Köylülere göre Ahmet Celal bir yabandır. Konuşması, tavırları, giyimi, düşünceleri, duyarlığıyla onların dünyalarının dışındadır. Kafasındaki, benliğindeki acılardan kurtulmak için buraya gelmiştir. Ama olaylar bunun olanaksız olduğunu gösterir. İlk günden beri köye uyum sağlamaya çalışır. Fakat nedenini bilmediği etkenlerden dolayı uyum sağlayamaz. Mehmet Ali’ye göre bunun sebebi, her gün tıraş olmak, bu dağın başında sabah akşam diş fırçalamak, saç taramak ve geceleri kitap okumaktır. Ama bunlar A. Celal`in tutkularıdır. Ahmet Celal`in bu ilk defa Türk köylüsüyle karşı karşıya gelmesidir. Yoksulluk, cahillik ve pislik içerisinde yüzen köylülerimizin yürekler acısı durumuyla adeta şoke olur. Çıplak doğanın ortasındaki bu köyde herkes, çıkarcı Salih Ağanın buyruğu altındadır. O ne derse olur. Yıllar yılı emek verdiği hizmet eri Mehmet Ali bile subayına değil, ağasına inanır. Mehmet Ali`nin anası Zeynep Kadın ile kardeşi İsmail, Ahmet Celal`in bulabildiği dostlarıdır. Ailenin reisi olan Zeynep Kadın, zor koşullarda bile bir meşe kütüğü kadar sağlamdır. İsmail yaşına göre daha çocuksu ve cüce görünüşlüdür. Bütün bu olumsuz durumlara üzülen genç Subay bunalım geçirir. Hava almak için çıktığı bir günde komşu köyden bir kıza elinde olmayarak aşık olur. Bu aşkını Donkişot ile Dulcine’ye benzetir. Köyde Mustafa Kemal`in açtığı Kurtuluş Savaşını anlatmaya çalışan Ahmet Celal`e kimse inanmaz. Köy halkı başka anlayış içindedir. Her yıl köye gelen Şeyh Yusuf`un zehirli düşünceleri, köylünün inançları olur. Ahmet Celal, okumuş ile okumamış insanlar arasındaki o derin uçurumu tüm çıplaklığı ile yaşar. Anadolu`nun yüzyıllar boyunca ihmal edilmişliğini anlar. Her gün olup bitenleri anı defterine yazar. Öte yandan, Yunanlılar köyleri yağmalar, ateşe verir, halka işkence ederler. Bir gün Ahmet Celal`in bulunduğu köye girerler. Köylüler kaçarak dereye gizlenirler. Ahmet Celal ise, her şeye karşın, Türk askerlerinin geleceğine ve zaferin onlardan yana olacağına inanır. Düşman onları kolaylıkla bulur, yakalayıp köy meydanında öldürür. Ahmet Celal ile Emine de vardır aralarında. Genç subay, bir ara, karışıklıktan yararlanarak Emine’nin elini tutar, birlikte koşmaya başlarlar. Düşman ateş açar, ikisi de yaralanırlar. Zorlukla köyün mezarlığına ulaşırlar. Orada sabaha kadar beklerler. Ertesi gün yola çıkacaklardır. Fakat Emine yürüyecek halde değildir yarası ağırdır. Ahmet Celal yazdığı bir defteri kızın eline sıkıştırır. Bilinmeyen bir geleceğe doğru umutsuzca yürür gider 7) ROMANIN KAHRAMANLARI VE TANITINI VE ÖZELLİKLERİ Ahmet Celal: Birinci Dünya Savaşında bir kolunu kaybeder ve Mehmet Ali`nin isteği üzerine onun köyüne yerleşir. Bütün köye tek başına karşı koyan güçlü bir karakter olarak karşımıza çıkar. Ahmet Celal köylüleri kendine alıştırmak istese bile, köyde umduğu yakınlığı bulamaz. İyi bir kişiliğe sahip olan Ahmet Celal İstanbul`da okumuş ve şehir terbiyesi almış birisidir. Köylüler tarafından dışlanınca üzülür ve bunalım geçirir. Ahmet Celal`in aklı fikri Kurtuluş Savaşındadır. Kurtuluş Savaşı karşısındaki duyarlığı anılarına, dünya görüşüne bağlı olarak verilirken, bireysel durumları, yalnızlığı, içine kapanışı dengeli ruhsal çözümlerle yansıtılır. Salih Ağa: Köyün en zengin adamlarından biridir ve köyün ağasıdır. Kılık kıyafeti ile bir dilenciden farkı yoktur. Kara çatlak topuklu ayakları ile dikkati çeken Salih Ağa çok kurnaz birisidir. Köyü adeta sömürür ve Zeynep Kadının tarlasına el koymak ister. Bütün köy halkını emri ve nüfuzu altına almıştır ki köyde herkes ne yapacağına Salih Ağaya sorar. Çıkarları yüzünden düşmana yardımcı olan Salih Ağa köy halkını kaderleriyle baş başa bırakır. Mehmet Ali: Dört yıldan beri hep Ahmet Celal’in yanında kalmasına rağmen, köyde köylüden farkı yoktur. Askerde uyumlu ve subayına bağlı olan Mehmet Ali köye geldikten sonra karakter olarak değişmiştir. Bu gözlem Ahmet Celal`i şu doğruyu saptamaya götürecektir. "Talim terbiye iyi örnek, bunların hepsi geçici şeylerdir. Ve çevre değiştirmedikçe, insan yetişmesine imkan yoktur." Mehmet Ali`nin sert tavırları, onun gittiği yere uyum göstermesi başlıca karakteridir. Bekir Çavuş: Daha önce askerlik yapmış olduğu için Ahmet Celal`e öbür köylülerden bir daha yakındır. Konuşmalarıyla iyimser ve cahil olması göze çarpar. Düşünce yapısıyla köylülerden farklı olmadığı izlenimi veriyor. Emine: Tipik bir Türk kızı. Ahmet Celal`e biraz sevgi göstermesine rağmen Mehmet Ali`nin kardeşi İsmail ile evlenmiştir. Bunun sebebi ise onun da köylüler gibi düşünmesidir ve Ahmet Celal`i yaban olarak adlandırmasıdır. Köyün en güzel kızlarından olan Emine zarifliği ve utangaçlığı ile Ahmet Celal`in ilgisini çekmiştir. Cahilliği ve bilgisizliğiyle ne yapacağını bilemeyen Emine, halasına bağlı birisidir. İsmail:Romanın başlarında 14 yaşındadır. Küçük ve mustarip bir vücudu vardır. Kafası omuzları arasında kaybolmuş gibidir. Bir çocuk gibi değildir. Yirmi yaşında bir gencin zor dayanacağı ağır işleri yapmaktadır. Yürüyüşlerinde bile olgun bir adamın ağırlığı vardır. Okula gitmiyordur.18 yaşlarına geldiği zamanlar Emine ile evlenmiştir. Süleyman:Mehmet Ali’nin köyündeki bir gençtir. Boynu bükük ve hep sırıtan bir gençtir. Karısı Cennetin ara sıra ona iki tokat atarmış. Türk masallarındaki “Keloğlan” tipine benzer. İtaatli, kılıbık, ve biraz da filozoftur, ruhunun sonsuz derinliği vardır. Yerine göre Aşık Garip yerine göre Yunus Emre gibi davranır. Cennet:Süleyman’ın karısıdır. Levent, gelgeli, kahkahası bol ve keskin bakışlı bir kadındır. Kaşlarına rastık çeker ve ellerine kına yakar. Başka kadınlar gibi erkeklerden ürküp kaçmaz. Herkesin içinde, hatta Ahmet Celal’in bulunduğu yerlerde bile elini, kolunu sallayarak, göğsünü gererek dolaşır. Tarlalarda çapa çapalarken, evde yemek pişirirken, derede çamaşır yıkarken durmaksızın şarkı söyler. Şeyh Yusuf:Köyün ve onlarca köyün şeyhidir. Gittiği köydeki herkese dua okur. Hastaları okur,üfler. insanlara güzel öğütler verir. Sırtında yeşil bir cüppe vardır. Üstü, başı, sakalı o kadar kirlidir ki yanına yaklaşmaya hacet yoktur. 8)ROMANDA YER VE ZAMAN "Yaban"da zaman olarak 1.Dünya Savaşı`nın bitiminden (1918) Sakarya Zaferinin kazanılışına kadar (1922) olan süre alınır. Bu süre 1918`den 1922`ye kadar olduğu için ileriye dönük denmiştir. Yazar eserini Kurtuluş Savaşı sıralarında, Haymana ovasının ortasında Porsuk çayı kıyısındaki bir Anadolu köyünde yerleşen Ahmet Celal`in anı defteri olarak sunmuş. Nedeni bilmediğimle birlikte, köyün adı vermemiş. Giriş bölümünde bunu şöyle anlatmış: Batı Cephesi Kumandanlığının gönderdiği "Tetkik-i Mezalim Heyeti" o viranelerde, taşlar altında kömürleşmiş insan kemiklerini araştırırken bu kitabı teşkil eden yazıları,ortasından yırtılmış ve kenarları yanmış bir defter halinde buldu. 9)ROMANDA DİL VE ÖZELLİKLERİ Yazar romanı kendi ağzından anlatmıştır. Yazarın dili zamanına göre bir aydın dilidir. Sonradan sadeleştirerek Anadolu insanının anlayabileceği düzeye getirmiştir. Bugün bile kitabın içinde kullanılmayan eski yabancı kökenli sözcükler vardır. Ama bu ilk yazıldığındaki kadar değilmiş. Sıradan bir kişi de bunu kolayca anlayabilir. Sık sık tasvirlerde uzun cümleler kullanmış. "Onun, çok kere, küçük boz eşeğin taşıyamadığı en ağır yükleri alnından bir damla ter akmadan dimdik taşıdığını görmüş ve tarlada, saatlerce belini doğrultmaksızın çalıştığına da şahit olmuşumdur. " -"Zeynep kadın, bir gün, bir komşu kavgasında, paylaşılmayan bir kocaman dibek taşını, huşunetle teperek bir hamlede yere devirmişti. " Yazar örneklerde de görüldüğü gibi sık sık virgül işaretleri kullanmıştır. Yakup Kadri, kişilerini verirken kaba bir tasvire girmemiş. Ayrıntılar titizlikle seçmiş, anlatılan kişiyi yansıtacak en tipik çizgiler kullanılmış. Kişilerinin dış görünümüyle ilgili ayrıntılarından çok, kişiliklerinin dışa vurumu olan davranışlar anlatmış. Şeyh Yusuf, Süleyman, Cennet gibi yan kişiler zaman zaman tanıtılırken, serüvenleri işlemiş. Yapıtın genel bütünlüğüne bir canlılık kazandırmışlar ve olay örgüsünü zedelememişler. Çok başarılı tasvirlerin vardır. Yakup Kadri , yabancı sözcüklere ve yabancı dil kurallarına epey yer vermiş, 1.Dünya Savaşı içinde kendine özgü bir üslup geliştirmiştir. Yukarda da belirttiğim gibi yazar kendi sağlığında, kendisi Yabanı 11 inci baskısından itibaren sadeleştirmiştir. Tasvir sanatını ustaca kullanmış. "Askerlerin hepsi, toza toprağa bulanmış derileri güneşten paslı bakıra dönmüş, sakalları diken diken uzamış, üst baş perişan bir haldeydi. Tam bir bozgun askeri!" Benzetme sanatını da iyi bir şekilde kullanmıştır. 10)ESER HAKINDAKİ DÜŞÜNCELERİM Olaylar basma kalıp değil gerçeğe uygun. Belki de hayatı bu romana benzeyen onlarca insan vardır. Roman, yazarın anı defterinden alınmıştır. Bunun içinde gerçekçidir. Yakup Kadri’nin sık sık tasvir cümlelerini kullanması okumamı hoş yaptı. Köy yaşamını çok güzel anlatmış. Dağları, ovaları, kırları. Evleri, insanları, hayvanları. Türk köylüsünün geleneklerini, göreneklerini, adetlerini. Bu roman daha çok aydın ile köylüler arasındaki uçurumu ele almıştır. Köye gelen bilgili,aydın insanların,köylülere göre bir yaban olduğunu,aydın olan insanların davranışlarıyla,konuşmalarıyla köylülerden çok farklı olduğunu bunun sonucu köylülerin aydınlardan yabancılaştığını anlatıyor. Kurtuluş savaşı köyünü anlattığı için de önemlidir. Yakup Kadri’nin en ünlü ve çok güzel romanıdır. Bu kitabın köye gelmeden sonraki bölümlerini daha çok beğendim. Bu güzel kitap 1932’den beri basıl 38 baskı yapmış.1942’de Cumhuriyet Halk Partisinin açtığı bir yarışmada 1.’yi Sinekli Bakkal 2.i almış,bence 1.’lig bu güzel kitaba daha çok yakışırdı. Ne zaman köylü-aydın kopukluğundan söz edilse aklıma ilk önce “YABAN”gelecektir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na böyle güzel bir eser bıraktığı için teşekkür ediyorum. 11)ROMANIN TÜRÜ:Anı. 12)ROMANI BİR BAŞKASINA TAVSİYE EDER MİSİNİZ ?NEDEN? Tavsiye ederim. Çünkü,her bölümüyle çok güzel ve sürükleyici bir roman. 13)ANA DÜŞÜNCE:Köylü-aydın arsındaki uçurum 14)EN ÇOK SEVDİĞİM BİR BÖLÜM Mehmet Ali’ye soruyordum: -Niçin her şeyim hemşehrilerinin bu kadar tuhafına gidiyor? Mehmet Ali önce inkar etmek istiyordu; sonra kendini tutamıyor; baklaları, birer nasihat halinde, ağzından çıkarıyordu: Beyim her gün tıraş olmayıver. Beyim, bu dağın başında sabah akşam dişlerini fırçalamak neyine gerek. Beyim, bizde saçlarını kadınlar tarar. Beyim, geceleri, sabaha dek mırıl mırıl ne okuyup duruyorsun? Seni büyü yapar sanırlar. Geceleri sabahlara kadar uyumayıyım da ne yapayım? Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü, bu ömrümün bütün hazin sergüzeştliğini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir. O vakit, bu çıplak ve yalçın oda, gerçek dünyadan daha geniş, daha ferahlı bir alemin minus, sevimli ve her biri sihir ve füsunla ile yoğrulmuş mahlukları ile dolar. Kendileri çekildikten sonra kokuları havada kalan dilber ve nadide kadınla, sesleri bir ana sesinden daha yakın, daha dokunaklı arkadaşlar, nur çehreli ihtiyarlar, coşkun suya benzeyen berrak gözlü, Dante’nin Beatrice’i, Petrarka’nın Leonara’sı, Romeo’lar, Julietta’ler daha bir çok tatlı hayaller Kimi yatağının üstünde yan yana, kimi bir küçük çocuk gibi benim kucağımda, kimi bir iskemlede tek başına, kimi ayakta, kimi pencerenin kenarında dirseğine dayanmış; kimi odanın içinde bir aşağı beş yukarı dolaşarak benimle sabahı ederler; ve sabaha kadar, havada kutsal bir orkestranın yankıları dalgalanır ve Yaradanlarla yaratıkların el ele verip hep bir arada raksettikleri sezilir.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|