|
(1894 -1973), Türk Halk şiirinin en güçlü temsilcilerinden biri olan Aşık Veysel, Rumi 1310, Miladi1894 yılında Sivas`a bağlı Şarkışla İlçesi`nin Sivrialan Köyü`nde doğmuştur. Bunu "Üçyüzonda gelmiş idim cihana" mısraıyla kendisi de teyit etmektedir. Babasının adı Ahmet, annesinin adı Gülizar`dır. Aşık Veysel`in kendisinden büyük Ali isminde bir ağabeyi ile kendisinden küçük Elif isminde bir kız kardeşi vardır. Veysel, yedi yaşına kadar her sağlıklı çocuk gibi büyüdü. Fakat yedi yaşında o yıl Sivas`ta salgın olan çiçek hastalığına yakalanarak sağ gözünü kaybetti. Bir müddet sonra da sol gözüne perde indi. Babası sol gözündeki perdeyi aldırmak için şimdi Yozgat iline bağlı Akdağmadeni`ndeki göz doktoruna götürmeye karar verir. Ancak kader, oyununu oynamaya devam eder. Bir gün anası inek sağarken Veysel de onu seyre dalar. O sırada babası, Veysel`in arka tarafından yanlarına doğru gelir. Veysel, babasının geldiğini duymaz. Babasının "Veysel" diye seslenmesiyle arkaya döner. Arkaya dönmesiyle birlikte babasının koltuğunun altındaki övendire (ucu çivili sivri değnek) Veysel`in sol gözüne saplanır. O gözünü de maalesef kaybeder. Veysel bu olayı: Genç yaşımda felek vurdu başıma Aldırdım elimden iki gözümü Yeni değmiş idim yedi yaşıma Kayıb ettim baharımı yazımı diyerek hüzünle hatırlayacaktır. Peşpeşe gelen bu aksilikler sonucu babası, Veysel`i avutmak için halk şairlerinin şiirlerini ezberleterek oyalamaya çalışır. Veysel sever şiirle uğraşmayı... Köylerine gelen halk ozanlarını büyük ilgiyle dinler, onlara yakınlık duyar. Onun bu durumu babasının gözünden kaçmaz. Derdini unutsun diye Veysel`e bir saz alır. Veysel sazla uğraşmaya, çalmaya başlar. İlk saz dersini babasının yakın arkadaşı Çamşıhlı Ali Ağa`dan alır. Bu arada Veysel`in yaşı da gittikçe ilerler. Ailesi onu evlendirmeye karar verir. Aynı köyden Esma adlı biriyle evlendirirler. Veysel`in, Esma`dan iki çocuğu olur. İkinci çocuğu daha on günlük iken anasının memesi ağzına tıkanarak ölür. Veysel yıkılır ama bu yıkılışla da kalmaz. Eşi Esma evden kaçar. Bu da yetmez anne ve babasını kaybeder. Felaket bir kere gelmesin, gelince üst üste gelir. Bu defa da Esma`dan doğan birinci çocuğunu kaybeder. Bu felaketlerden sonra Veysel, içine kapanır. Kimseyle konuşmaz, görüşmez olur. Tek dostu sırdaşı sazdır. Sazıyla dertleşir, konuşur, ağlar... Veysel`in bu durumu hem akrabalarını, hem de komşularını çok üzer. Bir araya gelip Veysel`i tekrar evlendirmeye karar verirler. Evlendirirler de Veysel`i. Yeni karısından Veysel`in yedi çocuğu olur. Bu çocuklardan biri ölür ama ikisi oğlan, dördü kız altısı yaşar. Veysel bu arada başka aşıkların türkülerini çalıp söyler. Bilinmez bir nedenle hiç kendi türkülerini çalıp söylemez. Ta ki ünlü şairimiz Ahmet Kutsi Tecer ile tanışana kadar. Ahmet Kutsi Tecer, Veysel`i sever, beğenir. Onu teşvik eder, kendine güvenini sağlar. İşte o zaman Veysel yavaş yavaş kendi eserlerini çalış söylemeye başlar. Cumhuriyetimizin Onuncu yılında bütün ozanlar Cumhuriyet ve Atatürk üzerine şiirler yazarlar. Bu ozanlar arasında Veysel de vardır. Yazdığı şiiri hem Ankara`da, hem de İstanbul Radyosu`nda çalıp okur. Atatürk, kendisiyle tanışmak isterse de kısmet olmaz. Böylece Veysel, çok istediği halde Atatürk`le tanışmak fırsatını kaçırır. Kendine güveni artan Veysel, artık köyünde durmaz. Adaşı Küçük Veysel`le bütün yurdu gezer. Gezdiği yerlerde çalıp söyler ve büyük beğeni kazanır. Çeşitli köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapar. Ünü bütün yurda yayılır. 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi ona "Ana dilimiz ve Milli birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı" vatani hizmet tertibinden özel bir kanunla o günkü parayla (500 TL) maaş bağlar. SANATI VE KİŞİLİĞİ Veysel ârif bir halk adamıdır. O, tıpkı "Ben gelmedim kavga için, benim işim sevgi işi" diyen Yunus gibi dostluk, kardeşlik ve insan sevgisiyle doludur. Kin, düşmanlık, nefret, fitne ve çekememezlik gibi kelimeler Veysel`in şahsiyetinde yer bulamaz. Türk milleti iki şeye çok önem verir: Sadakat (vefa) ve dostluk (güven). İşte Veysel, "Kara Toprak" isimli şiirinde bu iki özelliği ancak toprakta buluyor. İki gözünün görmemesine rağmen o, insanların toprak kadar da olsa güvenilir olmadığını ve vefasız olduklarını anlatmıştır. Nice güzellere bağlandım kaldım Ne bir vefa gördüm, ne fayda buldum Her türlü isteğim topraktan aldım Benim sadık yarim kara topraktır. Aslında Veysel halk tabiriyle bir "insan sarrafıdır." İnsanlarla o kadar içli dışlı olmuş, insanları o kadar denemiş ki, insanlardaki zaaflar gözleri görmeyen Veysel`i bile hayrete düşürmüştür: Ölüm var dünyada yok imiş murad Günbegün artıyor türlü meşekkat Kalmamış dünyada ehli kanaat İnsanlar içinde çok fesat gördüm. Veysel`in en belirgin özelliği tıpkı Yunus gibi "Yaradılanı severiz yaradandan ötürü" sözünde ifadesini bulan insan sevgisidir. O seven, birleştiren, yücelten, birlik ve beraberlikten asla taviz vermeyen biridir. En büyük amacı Türk insanı arasındaki birliğin bozulmamasıdır. İnsanlarımız arasındaki ırk, mezhep gibi sun`i ayrılıklara karşıdır: Kur`an`a bak, incil`e bak Dört kitabın dördü de hak Hakir görüp ırk ayırmak Hakikatte yüz karası. Bu nasıl kavgalar, çirkin dövüşler Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız Yolumuza engel olur bu işler Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız. Birleşiriz bir bayrağın altında Biz Türklerin ikilik yok aslında Yanar tutuşuruz vatan aşkında Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız. Hedef alıp dövüştüğün kardaşın Seni yaralıyor attığın taşın Topluma zararlı yersiz savaşın Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız. Kitaplar yazılmış nasihat dolu Birlikte güçlenir gençliğin kolu Gençliğe emanet Atatürk yolu Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız. Veysel; vatanını, bayrağını seven, ilerlememiz için çok çalışmamız gerektiğini her fırsatta söyleyen bir ozanımızdır. Atatürk`ün bize hedef gösterdiği "Çağdaş uygarlık seviyesine" ancak çok çalışmakla ulaşabileceğimizi devamlı hatırlatır: Vatan sevgisini içten duyanların Sıtk ile çalışır; benimseyerek Milletine, ulusuna uyanlar Demez neme lazım, neyime gerek Vatan bizim, ülke bizim el bizim Emin ol ki her çalışan kol bizim Ay-yıldızlı bayrak bizim mal bizim Söyle Veysel övünerek, överek. Türklük şuuru, Veysel`de çok kuvvetlidir. Türklük, onun için bir övünç kaynağı, iftihar vesilesidir. Türklüğüyle yetinir. O; ne para, ne şöhret, ne de saltanat ister. Onun en büyük zenginliği Türk olmaktır: İftihar ettiğim büyük muradım Türk oğluyum, temiz Türktür ecdadım İstemem dünyanın saltanatını Süslü giyimini arap atını Bilirsem Türklüğün var kıymetini Vatanım, milletim bana kafidir. Türk adı babamdan bana mirastır Daha bundan başka adı neyleyim. Veysel barıştır, sevgidir, hoşgörüdür... O, herkesin bu vatanın evlatları olduğunu söyleyerek barışı ve sevgiyi öğütler. Sevgi, insanı büyütür, yüceltir. Kini, nefreti, ayırıcılığı yok eder. Veysel ister ki, bu vatanda yaşayan herkes birbirini sevsin, barış içinde yaşasın. Hiç kimse, gönlünde kin ve nefret tohumu yaşatmasın, kovup atsın içinden.... Birleşiriz bir bayrağın altında Biz Türklerin ikilik yok aslında Hedef alıp dövüştüğün kardaşın Seni yaralıyor attığın taşın Herkes ilim deryasında yüzüyor Çıkmış ayın çevresinde geziyor. İlim kültür deryasına dalalım Çevremize bakıp ibret alalım. Kendi yaramıza derman bulalım. Okuması yazması olmayan Veysel, cehalete karşıdır. O, bunun eksikliğini kendi nefsinde tatmış, zorluklarını yaşamıştır. Her türlü kötülüğün cahillikten kaynaklandığını bilen ozan, ona savaş açmıştır adeta, Her iyi şeyin ancak eğitimle, bilgiyle, kültürle olacağına inanmış, ilim ve kültürü insanlarımıza birinci hedef olarak göstermiştir. Dahası Veysel; cahil kişilerin bir HİÇ olduğu görüşündedir: Aldanma cahilin kuru lafına Kültürsüz adamın külü yalandır Hükmetse dünyanın her tarafına Arzusu hedefi yolu yalandır. İnsan bir deryadır ilim de mahir İlimsiz insanın şöhreti zahir Cahilden iyilik beklenmez ahir Cahil okur ama alim olamaz Kamillik ilmini herkes bilemez Hepimiz, her birimiz bir insan olarak bazı şeyleri yapmayı veya bazı yerlerde bulunmayı çok isteriz. Bu isteğimiz olmazsa içimizde bu arzu bir ukte olarak kalır. Veysel de bir insan olarak memleketimizin en buhranlı günleri olan Birinci Dünya Savaşı ile Kurtuluş savaşına katılmayı çok istemiştir. İki gözünün birden görmez olması bu isteğini gerçekleştirmesine engel oldu. Bu durum onun içinde bir ukte olarak kaldı. Veysel vatanını-milletini seven bir insan olarak bu durumdan çok rahatsız oldu. Akranları, arkadaşları, yaşlısıyla, genciyle; kadınıyla, erkeğiyle tüm millet vatan savunmasına giderken Veysel`in köyde kalması onu büsbütün çileden çıkardı. Veysel, bu durumdan öylesine rahatsız oluyor ki, bunu şiirlerinde dile getirmekten geri kalmıyor: İftihar ettiğim büyük muradım Türk oğluyum! Temiz Türktür ecdadım Şehit ismi yazılsaydı soy adım Kanım ile mezarımın taşına İsterdim hayatta düşmanla savaş Milletime kurban olaydı bu baş Nasip değil imiş şehitlik kardaş İmanım, niyetim bana kafidir. Olaydım cephede kahraman asker Çalışırdım memleketin işine Bizi bugün için beslemiş vatan Ne mutlu bu yolda olaydım kurban Çekilip karşıma çıkınca düşman Süngü vursa idim düşman döşüne Ne yazık ki bana olmadı kısmet Düşmanı denize dökerken millet Felek kırdı kolum, vermedi nöbet Kılınç vurmak için düşman başına. Bu rahatsızlığını sadece şiirlerinde dile getirmez Veysel. Bir röportajında bunu açık açık söyler de: "Gençlik yıllarımda en büyük üzüntüyü, Birinci Dünya Savaşı çıktığında yaşadım. Savaş başlayınca bütün köylü asker oldu. Benim emsallerim de askere gitti. Yirmi yaşında olduğum halde gözlerim görmediği için beni askere almadılar. Köyde yaşlı erkeklerle, kadınlarla başbaşa kaldım. Çok müteessir oldum. Çok üzüldüm. Çok çektim. Onlar memleket hizmetine gitti, ben köyde mahsun ve mahrum kaldım. Ben Allah`ın nasıl kuluyum ki, bundan, bu vatan hizmetinden mahrum kaldım diye düşünerek çok acı çektim. "Sonra istiklal Savaşı oldu. O yıllarda ben yine köydeydim. Bir iki yere gidip geldimse de önemsizdir" Aşık Veysel yedi yaşında gözlerini kaybediyor. Okuması yazması yok. Hiçbir okuldan bir eğitim, öğretim almamış. Buna rağmen şiirlerinde kullandığı dildeki ustalık, söyleşisindeki rahatlık ve incelik hayret edilecek bir iştir. Veysel`i okuyunca insan, büyük okulları bitirmiş sözde şairlere dudak büküyor. Veysel, bu gücü nereden aldı? Bu ustalık ona nereden geldi? Bu sorunun cevabını verme bir hayli güç. Ancak ondaki yeteneğin bir Allah vergisi olduğu kesin. Sonra Veysel,çok duygulu bir insan. Duygu yüklü, hassas. Söylediklerini hiçbir yapmacıklığa kaçmadan, yürekten, samimi olarak söylüyor. Bir sanat yapma endişesi, şuna buna özenme ihtiyacı yok. Her şeyden önce yerlie, milli... Türk halk şiirini çok iyi biliyor. Halk şiirimizin güçlü temsilcilerini çok iyi tanıyor. Bu durum sevdiği şairleri sıralarken ilk üç sırada Yunus`u, Emrah`ı, Dertli`yi saymasından da belli oluyor. Veysel`de öyle dörtlükler var ki, on defa da okunsa insan her okuyuşta ayrı bir zevk alıyor: Göz ne ile görülmez duyulan sesler Nereden uyanıyor bizdeki hisler Şekilsiz, gölgesiz canlar, nefesler Duyulan ne, duyuran ne, duygu ne? ………… Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı Avlasam çöllerde saz ile seni Bulunmaz dermanı, yoktur ilacı Vursam yaralasam söz ile seni. …………… Ben bir çoban olsam sen de bir koyun Beslesem elimde tuz ile seni ……………. Balık olsan, takla atsan deryada Düşersem toruma hız ile seni …………… Kuş olsan da kurtulmazsın elimden Eğer görsem idi göz ile seni ……………. Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz Gül dikende biter, diken gül olmaz Dız dız eden her sineğin bal`olmaz Peteksiz arının balı yalandır. Şiirin hasını yazan, Türkçe`yi elekten geçirircesine ustaca kullanan Türk Halk Şiirinin en güçlü son temsilcisi Aşık Veysel Şatıroğlu`nu 21 Mart 1973 tarihinde kaybettik.
| anasayfa
| sayfa başı |
geri |
|